18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Gültekin Emre’den üç kitap Daha çok şair kimliğiyle öne çıkan ancak edebiyatın birçok dalında verdiği ürünlerle de adından söz ettiren Gültekin Emre yayımladığı üç kitabıyla tekrar okuyucuların karşısında: Göç/ük, Ciğerpare, Merkezkaç. Emre Göç/ük’te Türkiye’den Berlin’e uzanan bir dönemi, kendiyle yaptığı içsel konuşmalar şeklinde anlatıyor. Ciğerpare ise şairin aşk merkezli yol alan şiirlerinden oluşuyor. Gültekin Emre Merkezkaç’ta da deneysel sayılabilecek şiirlerini paylaşıyor. BerlinTürkiye hattında bir seyyah ? Betül TARIMAN urbeti kendine yol eylemiş bir şair Gültekin Emre. Yazdığı her kitapta bizleri bir başka gurbete götürüyor. Bir tarafta yıllardır yaşadığı Berlin, bir tarafta özlemini çektiği Türkiye. Yayımladığı ilk kitap Kurşuni Bir Siperde’nin basım tarihi 1980. O zamandan beri yazıyor. Şiirleri bir yana inceleme, araştırma, deneme ve eleştiri kitaplarıyla da tanıyoruz onu. Şairin şimdi de üç kitabı çıktı okur karşısına. Merkezkaç, Ciğerpare ve Göç/ük. Madem biz de gurbet dedik o zaman Göç/ük adlı kitabı ile başlayalım isterseniz söze. Şair Göç/ük’te Türkiye’den Berlin’e uzanan bir dönemi, kendiyle yaptığı içsel konuşmalar şeklinde anlatıyor. Bundan böyle karşımızda, bir zamanlar geldiği gurbetten dönme umudunu kesmiş, bu farklı coğrafyaya kendini uydurmuş biri var artık. Ve bir de kadın… Her şiirsel metnin son satırları özlenen, beklenen ya da hiç gelmeyecek olan kadına atfedilmiş. Ayrıca bu metinler bir günlük şeklinde, şairin kendisini anlattığı, kendi hayatına yaptığı göndermeler biçiminde de okunabilir. Bu, iki numaralı şiirsel metinde belki daha çok göze çarpıyor. Burada harflerin sihirli dünyasında gezinen Gültekin Emre’yi görebilmek olası. Gözlüğünü burnunun ucuna indirmiş, çift anlamlı sözcükleri arıyor. Sonra karın o etkileyici müziği, çay demleyen bir kadın ve diğerleri… Kadınlar belki daha çok. Bu kadın profili kitap boyunca sürüyor. Kimi kez her yıl ülkesinden bıkmadan tarhana, patlıcan, biber, domates getiren kadın bazen öldürülen teröristin kanlı cesedine gazeteden bakıyor, bazen yufka açıyor, içinde biriken gazelleri süpürüyor, ağlayıp duran kadınları birbirine benzetiyor. Gördüğümüz bu kadın memleketimin kadını. Yalnızlığın içine çöreklendiği, bir o kadar da yalnız oğlunu yitirmiş. BerSAYFA 16 ? 26 OCAK G lin’de bile olsa bu kadın tipi değişmiyor. Eski albümler arasından şimdiye uzatılmış bir ışık gibi düne göndermeler yapılıyor, araya eski şarkılar, türküler, mektuplar giriyor. Ve elbette Berlin duvarı. Duvara yüklenen anlamlar; acı, özlem… Bu içsel konuşmalar, gözlemlerle de renkleniyor. İnsanın içine düştüğü darboğaz, siyasi sığınmacılık hakkı isteyen biri, eşsiz bayram günlerine sarılmış hasret, garlar, garajlar, havaalanları, bavullar… Göç olgusuna ilişkin işaretleri Emre’nin nerdeyse çoğu kitabında görebilmek olası. Gurbetin değiştiremediği insanları da… Göç ederek geldiği coğrafyada bile bakış açısını değiştirememiş bir erkek tipi göze çarpıyor: “erkek üç adım önde, baklava kutusu, karısı ve çocukları üç adım geride…” Sonra İkiz Kuleler, açlık ve tsunami. Bir ara sıra edebiyat dünyasına da geliyor. Genç bir şairin Dıranas’ın “Kar” şiirinden bihaber olduğunu söylüyor. Harfler arasında gidip gelmeler, karın kapattığı yollar, kanal boyunca yaptığı yürümeler… Kar ve kadın olmazsa olmazı gibi sürükleyip götürüyor okuru kitap boyunca. Kimliğini, kendini aramak belki de en büyük özlemi. Bu nedenle hep soruyor, sorguluyor. Düşler âleminden var olana götürüyor okuru. “CİĞERPARE” Ciğerpare adlı kitabı ise Emre’nin, “Ciğerpare”, “Aşkın Beni” ve “Çınlatma” adlı üç bölümden meydana gelmiş. Geçip giden hayat, dönüşü olmayan yollar, beklemekten yorgun bir adam, bir gece vakti bölünmüş bir rüya, kendi kıblesine yüzünü dönmüş biri veya birileri… Ama özlem hep var. “Nerede coşkulu akşam yemekleri, tatil düşleri tozpembe, ölü / Baba dağların, köy odalarının radyosu, televizyonu sattığı kitaplarla / Yarın ne kadardı, geçmiş nerede kalmıştı, gün nereye gidiyordu / Kınalı elin aşkı babanın yüre ğine ne kadar sevda işlerdi, işveli / Geriye bir mühür kaldı kullanılmayan, bir de kocaman bakır bir kazan / Geceyle gündüz fark etmiyor düşün yoluna ayna tutmaya, düş yok / Bir aile fotoğrafımız olsa da Eiffel gibi boynuma asılsa”. Aşk acısı çektiği de oluyor şairin. O derin kuyuda boğulduğu da. Gitmek istiyor gidemiyor, dönmek istiyor dönemiyor. Bu nedenle dizelere sığınıyor, gül evine sığınır gibi. Kitabın “Aşkın Beni” adlı bölümünde ise Göç/ük’ten beri var olan kadın imgesi bu kez ete kemiğe bürünüyor. Leyla’ya kavuşuyor bu kez şair düşlerinde bile olsa. “Şuradan şuraya gitmem seni görmeyince düşümde / Ölürüm de vermem sesini kimseye”, “Bir kadın bilirim canımın doruğunda krater gölü, askerlik hatırası / Bir aşk var dilimin altında, hep şiir dokur el yazmalarıma”, “ Sokağa çıktım içim dışım sen”, “Çocukluğum nereden bilsin / Annem yok artık benim / Uzak bir dağ kadar yalnızım / Durup düşününce seni”. Uzun düşünüyor geceleri yatağına yatınca, o var diye dağ dağa kavuşuyor, o var diye otobüslere biniyor. Erotizme varan dizeler de yazdığı oluyor şairin. Sonra bir de “ses” var tabii. Şiirleri okudukça gözümüze çarpan “ses”. Şairin duymak istediği, onu diri tutan “ses”. Uzaktan gelip giden, şairi bulan, çıldırtan, aklını başından alan bir ses bu. Uzanamadığı, uzandığı anda yok olan, o ses için hayaller kuran, belki birkaç saat gördüğü bir bedenden taşan “ses”. Bu ses boyunca belki de ömrü boyunca koşacaktır, koşuyor. “Ben bir ses duydum uzaktan”, “ Kulağım sesinin kuşatmasında”, “Sesin serpilir seçkin bir gölgenin pusudaki düşünde”, “Ben bir ses duydum kimsenin duymadığı”. AŞKIN HER HALİ Kitabın “Çınlatma” adlı bölümü ise aşka ilişkin söylemlerle devam ediyor. Ne de olsa bu bir aşk kitabıdır. Öyle tasarlanmış ya da hayat şaire öyle yazdırmıştır. Engellerin büyüttüğü aşk duygusunun yaşattıkları, halden hale giren insan, filmlerde aşk, gurbette aşk, Halit Ziya’da, Orhan Veli’de aşk… Aşka dair yazılanlar bizlere neler hatırlatmaz ki… Bir bedeni ya da ruhu keşfetmek de az şey değildir ne de olsa. Tüm bunlar aklımıza, Elsa ile Aragon’u, Nâzım ile Vera’yı, Sartre ve Beauvoir’ı getirir. İnsanın gittiği kendisidir de varamaz bir türlü kendine. Dar bir çevrede yaşamak, kırılamamış kalıplar, yasal ya da yasal olmayan, devlet kontrolünde yaşanan aşklar nerdeyse aşkı da aşklıktan çıkarır. Kendinden, bedeninden, ruhundan utanan varlıklar haline getirir insanı. Heyecansız bir dünyada, kabuğuna çekilmiş bir şekilde yaşamak ve çiçek vermemek. Bu nedenledir ki aşk üretkendir, özgürlükçüdür. O sesin peşinden koşmak bu nedenle heyecan vericidir. Kitabın bütününe yayılan aşk duygusu, heyecan… Bu insanın kendini var etmesi ile ilintili bir durumdur olsa olsa. Şair aşkla yeniden doğar, kendini yeniden var eder. Gültekin Emre’nin yeni yayımlanan bir diğer kitabı da Merkezkaç. Bu kitapta şair daha çok deneysel şiirlerine yer vermiş, farklı bir tarz denemesine girmiş. Bu anlamda bakıldığında aklımıza Arif Dino’nun “Düş ve Uykusuzluk”, Asaf Halet Çelebi’nin “Kitaplar”, Nâzım Hikmet’in “Kızkapan Oğlu Vehpi”sini getirir. Öte yandan dikkatli bir okumayla şairin Göç/ük adlı kitabına göndermeler yaptığı da fark edilir. Gövde üzerinden, aşk ve ten ilişkisi kurulur şiirlerde. Ayrıca kitabın birinci bölümü okunduğunda, bütüne yayılanın aşk ve ten ilişkisi olduğu duyumsanır. “Sıyrılan etek, açılan bacak, aralanan kasık”la kendine deneysel şiirin kapılarını aralayan Emre, gövdenin ritmini yakalar ve sonsuz bir denizde yüzer gibi yüzdürür bedeni aşkın ırmağında. Kitabın birinci bölümü, “Manolya günleri / Leylak zamanı / Kopuk film / Hazin öykü / Boş sinema / Localarda doğan çocuklar” dizeleriyle biter. Biter bitmesine de bu dizeler bizlere bir dönemin parçalanmışlığını, okulu kıran gençleri, aile baskısından kaçan genç kız ve delikanlıları hatırlatır. Bu biraz da kayıp bir dönemdir. Genç kızlar genç kızlığını, delikanlılar delikanlılıklarını yaşayamamış, ülkenin kargaşaya sürüklendiği bu yıllarda, bir fener ışığıyla söndürülmüştür sonsuzluk rüyası. Geriye kalansa bir hiçtir. Umutların kara bir el tarafından söndürüldüğü bir hiç. Hayal kurmaya ise yasak yoktur, nasılsa gerçekleşmeyecektir. Yazmak belki de en iyi çözüm olarak görünür. Bu nedenle belki de iki bölümden oluşan kitabın ikinci bölümü “Kalem”, “Kalemtıraş”, “Silgi”, “Orta Dalga”, “Damla”, “Gölgen”, “Unutma Günleri”, “Bu Aşk”, “Kalbim Alış Buna da” adlı şiirlerden oluşur. Çünkü tek tutulacak dal yazmaktır. Kitap, şair Gürkan Kesici için yazılmış bir şiirle biter. Kesici, muhtemelen Gültekin Emre’nin yakın arkadaşıdır. Birlikte zaman geçirmişlikleri vardır. Hüzünlenir onu hatırlayıp hatırlayıp. ? Göç/ük/ Gültekin Emre/ Bencekitap/ 60 s. Ciğerpare / Gültekin Emre / Bencektap/ 123 s. Merkezkaç / Gültekin Emre / Bencekitap/ 72 s. ? 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1145
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle