23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K B ir büyük roman pazarının içindeyiz… İniş çıkışlarını borsanın, rayiç değerini piyasa koşullarının belirlediği, üretim tüketim ilişkileri yumağı içinde oluşan bir kaygan zemin üzerinde oturuyoruz… Sizin ölçütlerinizle ortalama değerde bir yapıt günümüz deyişiyle “tavan” yapabiliyor ya da nitelikli roman olarak gördüğünüz herhangi yapıt “dip”e düşüyor… itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA runları, (…) yaşanan ve yaşanmış toplumun sorunlarıdır. Hiçbir estetik çaba, bir romanı, bir oyunu, bir şiiri toplumsal matrisinden koparıp ayıramaz. Toplumsal ve kültürel/ düşünsel yaşamın olguları; bilerek ya da bilmeyerek, şu ya da bu ölçüde; yapıtın derinliklerine sızar.” “Roman, bozulmuş bir toplumda gerçek değerlerin araştırılmasıdır.” Bu yüzden, “romancı,… istese bile toplumsal sorunların uzağında kalamaz.” (2010; 25, 16, 18, 19, 56) Yazarın kitlesellik tuzağına kapılmadan toplumsal konum sergileyebilmesi, kavramsal olarak özgürlükle zorunluluğun bilincine varmasına, bunlara dönük yanılsamaları kırmasına, kendisi için konulan sınırları aşmasına bağlı… YAZARIN ÖZGÜRLÜĞÜ, SUÇLULUĞU... Yazarın özgürlük sorunu, yazın’ın özgürlüğü sorunsalından koparılabilir mi? Nedir bu? “Kültürel olgular ekonomik /politik ve sınıfsal olgulardan bağımsız değildir. Sınıf aidiyetleri yaşayış, duyuş ve dillendiriş biçimi, her yazarı belli bir yerde konumlandırır. Yazınsal teposun estetik kaygılar, ön kabuller, bireysel eğilimler dışında kalan öğeler tarafından da eşit ölçüde biçimlendirildiğini söylemek, yazarın özgürlüğünü sınırlamak anlamına gelmez. (…) Özgürlük bir anlamda zorunluluğun bilincine varmaktır. Buradan bakıldığında, yazarın temel kaygısı, baskının, yoksunluğun sınırlarını bilmek sorunudur. Bunları tanımlamadan, tanılayamadan öngördüğü özgürlüğün içeriğini de betimleyemez yazar. Eğer bugün, Türk romanının genellikle özgürlük sorununun yanı sıra eşitlik, adalet, toplumsal mutluluk türünden sorunlarla da ilgisi kalmamışsa, nedeni romancıların bireyci ideolojiye bağlanmış olmasıdır. Bu ideoloji ise, sinemadan edebiyata dünyanın en geniş üretim, tüketim, dağıtım ve iletişim ağının sahibi olan günümüzün süperhegemonik gücü Birleşik Amerika’da oluşturulmakta ve dünyaya ihraç edilmektedir. Günümüz Türk romanının, belki dünya romanının da rahmi, ABD’dir.” (2010; 33, 34) “Romanın ille de siyasetle uğraşmasını, romancının öncelikle siyasal bir kavganın sözcüsü ve militanı haline gelmesini savunmuyorum elbet. Çünkü bütün yazın, son kertede, kendi araçgerecinin ve içeriğinin izin verdiği ölçüde zaten yapmaktadır bunu. Eleştiri için de geçerlidir bu.” “Yalnız, şunun yeterince anlaşılamadığı görülüyor: Doğru bir siyasal/ ideolojik görüş sahibi olmak ya da olduğunu sanmak, somut koşulların da doğru biçimde yorumlanmasını sağlamıyor. Dahası doğru bir yorum bile her anlatılanı roman yapmıyor. Romancıların ekonomi, tarih ve toplumbilim okumalarının yararı büyük elbet, ama hepsinin üstünde roman kuramı üzerinde, roman tekniği üzerinde düşünmeleri gerektiğini söylemek bile fazla.” (2010; 19, 59) Yazar, özgürlüğünü yitirdikçe, zorunluluk temelinde ortaya çıkan işlevinden sıyrıldıkça bir suçluluğun kapısından içeriye doğru da adım atacaktır ister istemez. Yanılmıyorsam yazarlık, biraz da özgürlükle suçluluk kolanına vurulan bu gidip gelmeler üzerinde incecik dengede kuruluyor. Özgürlüğü, bunun gereği zorunluluğu sırtından her atışında bir suçluluk gömleği giyiyor yazar. O bunun ayırdında olsa da olmasa da… Kimsecikler “Suçlu, ayağa kalk!” demeden yazara, yazar içindeki suçludan arınmak zorunda… Emperyalizm, Roman ve Eleştiri bize bunu gösteriyor. Bu nedenle de yapıtı bir pusula gibi başucunuzda bulundurabilirsiniz… İki hafta sonra romana döneceğim yeniden, bu kez Dostoyevski’yle kol kola… Roman pazarı... kesi, kuşkusuz en başta eleştirmeni pazar dışına çıkarmanın, bir köşeye fırlatmanın hesabını yapıyor… Yazın temelindeki eleştiriyi bir kurum olarak yıpratıp işlevsiz hale getirerek değersizleştiriyor bu nedenle. Henüz kurumsallaşmamışsa eleştiri, güç kaynağını nereden bulacak, bunun da tartışılması gerekiyor. Öyle ya yazın eleştirisi üst başlığı altında kurumsallaşmış bir eleştiri işleyişi yoksa eğer, bu alanda üretimini sürdüren eleştirmenlerin değer yitirmesi, itibarsızlaştırılması nasıl engellenecek? Roman borsasını yönetenler, eleştirmenlerin bir kıyıya çekilmelerini, küskünleşmelerini sağlamayı en kolay yol olarak görüyor olabilir. Doğruları söylemekten çekinmeyen, özgürlüğünü gözeten eleştirmenler, modası geçmiş, bildikleri eskimiş, yenilerinin yanında görüşleri artık değerini yitirmiş dinozorlar gibi yansıtılıp, özellikle gençler, orta sınıf tüketici kitleler bu doğrultuda etki altına alınmaya çalışılıyor. Buna karşılık kamuoyunun yakından tanıdığı farklı alanlardan kimileri de, roman sanatından hiç anlamadıkları, okudukları kitap, roman sanatı üzerine kendilerine konuşma yeterliği vermeyecek ölçüde fukaralık sergilediği halde popüler yaklaşımlarla borsa romanları önünde savunma duvarı oluşturmak için önemli işlevler üstlenebiliyor. Bu nedenle borsanın, piyasaya sürdüğü korsan eleştirmenler karşısında yazınsal üretimin içinden gelen eleştirmenlerin saygınlığının korunması, bu olumsuz tutuma karşı yapılması gereken en önemli iş olarak gözüküyor. Çünkü piyasa, isterleri yönünde, bunu karşılayan uyar yapıda romanları sunarken yanı sıra, roman sanatı üzerinde tek söz edemeyecek birçok akademisyeni, gazeteciyi, yazarı, sunucuyu da kullanabiliyor rahatlıkla. Öyle bir bombardıman ki bu, gerçek eleştirmenlerin bunun karşısında tutunup barınmasının önüne geçmek amacıyla elden gelen yapılıyor sanki. Ancak Ahmet Oktay’ın dile getirişiyle “bir romandan söz etme(nin), sadece yazın eleştirmenlerine tanınmış bir hak (olmadığını)” da unutmamak gerekiyor bu arada. Romancılığımız denildiğinde adı anılabilecek Fethi Naci’nin (19272008) “sessizlikle karşılanma”sı, Ahmet Oktay’a (d.1933) hep yandan dolaşılarak yaklaşılması bundan kaynaklanıyor belki. Romanın eleştirmenleri, bu bağlamda öykü eleştirmenlerine oranla daha şanssız. Çünkü öykü, piyasaya bağlı tüketime aracılık yapmıyor, beğeni düzeyi yüksek okur gerektiriyor. Oysa roman böyle değil, bu nedenle pazarı ellerinde tutanlar, bir biçimde roman eleştirmenlerine uzanmakta duraksamıyor. Bu uzanış Ahmet Oktay’dan günümüz gençlerine dek yaşayan tüm roman eleştirmenlerine ulanıyor bana göre… Oysa romanlar kaleme alan bir yazarın masasında kesinlikle bulunması gereken yapıtlardan biri de Ahmet Oktay’ın dört kitabını Emperyalizm, Roman ve Eleştiri (Bütün Yapıtlarına Doğru dizisi, 5. Cilt, İthaki, 2010) üst başlığı ile bir araya getiren koca bir cilt. Bu ciltte dört kitap yer alıyor. Üçü, sırasıyla, Romanımıza Ne Oldu? (2003), Anlatıların Aynası (2001), Şeytan, Melek, Soytarı (1998). Bunların önünde ise, ilk kez yayımla2011 nan Kuramsal Çerçeve Oluşturmak (2010) yer alıyor. Aşağıda, bu ilk kez yayımlanan kitaba değineceğim çokça. ROMANIN ÖNÜNDEKİ TUZAK: KİTLESELLİK Sanatın en çelişkin yanlarından biri, popülist temelde çıkarcı bir yaklaşıma dayalı olarak kitlelerle buluşmanın sanat yapıtı için doğru bir ölçüt getirmeyeceği gerçeği… Burada, güzel bir yapıtın tüm insanlığın ortak değeri olarak herkesçe benimsenmesini istemeye dönük tutumla herhangi yapıtın zayıf yanlar taşımasına karşın, kitlelerin zaafından yararlanarak herkesçe bilinir, benimsenir olmasını sağlama çabasını, bu doğrultuda yanılsamacı bir mutluluk paydaşlığı yaratılması olgusunu birbirinden ayırmak daha doğru… Her roman, hiç kuşku yok ki yazarı tarafından örtük de olsa buna dönük arzular besleyebilir, bu insani, bireysel bir zaaf; ama bunun bilinçle körüklenip pompalanması bireysel, insansal değil bireyci, egoist bir açgözlülük, başka şey değil. Herkesin “aynı” televizyon dizilerini izlemesi, “aynı” futbol takımlarının taraftarı olması, “aynı” siyasal partileri tutması, aynı markaları giyinmesi, “aynı” marketlerin tayınlarını yemesi, “aynı” dershanelere gidip “aynı” üniversiteleri ya da bölümleri seçmesi gibi okurlar da aynı romanları okumaya yönlendiriliyor. İşte böyle bir pazar bu… Suç kuşkusuz, romanı, bütün sanatı açık pazar koşulları içinde kabullenen, kitlelerle ilişkisi bağlamında bunun denetim altında tutulması gerektiğini öngören, emperyalizmin güdümündeki “küresel” kapitalist sistemde. Suçlu belli o halde, iyi ama kimin yakasına yapışılacak? Borsanın şatosundakileri hadi tanımıyorsunuz diyelim, ya onların kuryelerini, ajanlarını, ayak takımını?… Ne ki suçlu olarak zavallı romanla onun biçare yazarı çıkarılıyor yine önümüze… Bakıyorsunuz, herhangi kitaba bir anda kalite kontrol damgası vurulup “iyi” roman olarak piyasaya sunuluyor, yazar da bir çırpıda “herkesin yazarı” haline getiriliveriyor. Nasıl çıkılacak bu karmaşanın içinden? Sanatın yapılandırıcı iç yasası elbette gülerek bakıyor bu duruma. Çünkü romanları güzelduyusal ölçütlerle değerlendirmek kolay… Nitekim yazınbilimciler, yazın eleştirmenleri romanları değerlendirmekten kaçınmıyor. Ne var ki bu değerlendirmeler, borsanın duvarlarını aşamıyor bir türlü. Dünya toplumlarına kendi değerlerini benimsetmekte doğrusu pek mahir silindir şapkalı kolonyal efendi. O zaman iş size kalıyor, kendi değerlerinizle yaşama erdeminiz nece sürüyorsa öyle okuyorsunuz seçtiklerinizi. Böyle durumlarda roman sanatına dönük yüksek beğenisiyle azımsanmayacak sayıda insan bir kıyıya çekilmeyi yeğliyor yazık ki. Çünkü orta sınıfın tüketimine sunulan bir zamanların çamaşır, bulaşık makineleri gibi sahip olunduğunda insana mutluluk veren, üstelik bunlara göre daha ucuz olan “aynı” orta malı roman nesnesiyle çığırtkanları kaplıyor ortalığı. Beğeni düzeyi yüksek roman severler de siyah beyaz filmlerle yetinmeyi şu dar zamanların kârı sayanlara koşut tutumla dönüp dolaşıp klasikleri okumaya yöneliyor neredeyse. PAZARIN DIŞINA ATILAN YETKE: ELEŞTİRMEN Roman pazarına ilk köktenci müdahaleyi yapabilecek güç eleştiri kurumu elbette. Bu nedenle roman borsasını yönlendiren küresel odaklar, işlerine çomak sokabilecek herSAYFA 20 9 HAZİRAN Bu çerçevede kitle avcılığına çıkarak, roman borsasında yükselebilmek amacıyla piyasanın istekleri yönünde her ödünü vermeye hazır bir yazar, en başta kendi özgürlüğünü yitireceğini nasıl görmezden gelebilir?… Geçmişte kitlelerle buluşmuş pek çok yazar günümüzde yazınsal açıdan herhangi bir değer taşımazken, kimi yazarların, on yıllar öncesinde kalan kimi romanlarının sonraki yıllar içinde değerlendirmeye alınışının anlamını burada aramak gerekiyor herhalde. Popüler kültürün kışkırtısındaki kitleselleşmeye dönük tutum kadar toplumsuz duruş sergileyen romanlar kaleme almak da romanı sakatlayıcı yazarlık kusuru olarak görünüyor. Ahmet Oktay, genel anlamda soruna dönük şöyle bir vurgu getiriyor: “İnsan ya da birey boşlukta oluşmadığına, tarihsel bir varlık olduğuna göre…” “Bir yazınsal tür olarak roman, bu dünyadaki durumumuza ilişkin sorular ve yanıtlar yumağıdır. Son kertede kültür alanına özgü bir olgu olduğu için roman, dünyanın kültürel dalgalanmaları ve gelgitleri bağlamında ele alınmayı gerektirir.” “Romanın sorunları, hattâ yazın’ın so CUMHURİYET KİTAP SAYI 1112
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle