Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ü’ ideata olden anurguasına ak kahleri aslınyını gitleemur ne kane, asinci ’nın bir Eleda hü… rcü, Tererada… rışma… Tıpbir, e acıda rın, omşun öyyıldıtıkış pılan nın düşmakoparınların ağlam cümesi aslında. Romanı yazarken sadece sürgün edilmiş ihtiyarlarla değil, geride kalan farklı etnik kökenden çok sayıda insanla da konuştum. Bu insanların pek çoğu, Türkler gittikten sonra bir daha konuşmadığı Anadolu Türkçesiyle cevap verdi sorularıma. Yüzü buruş buruş olmuş bir Ermeni pazarcı kadın, Türk olduğumu ve Ahıska Türklerinin sürgünü için araştırma yaptığımı söyleyince “Bir gecede gittiler, hepsini alıp götürdüler” diye hıçkırarak ağladı. Keza, tarih abidesi gibi bir Gürcünün bana söylediği “Türkler gitti, bereket gitti” sözü hâlâ kulağımdan gitmiyor. Bu kitap aynı zamanda farklı etnik kökenden insanların komşuluk ilişkisinin, kültürel zenginlik ve hoşgörü kavramlarının bir gecede nasıl yerle bir edildiğinin öyküsü. “SAVAŞ KARŞITI BİR ROMAN” ¥ tüm kalanların duygularının ter Herkes cephelere savruluyor, herkes bir cephede çarpışıyor, kimi önde kimi geride, kimi bizzat kimi manen cephelerde, korkunun kıyısında yaşıyor. Gidenlerin dönmediği, döndüyse de araya ömürlük sürelerin girdiği, gelenlerin tekrar koparılıp alındığı, öyle yanan bir dönem bu… “Harp bitmiyor baba!” demesi Cemil’in babası Ahmet Ağa’ya… Derken cızırdayan hoparlörlerden seslenen Moskova ayfada rek sert e bu anlagörüşyaşaar gibi at hiüreda yaş yaparının, e daha lmasığiniz bu. üzeringün Oysa en arıldıkları tık esHikâhıska en menihudidortesi Yan ¥ 1112 Fırat Sunel kitabın, farklı etnik kökenden insanların komşuluk ilişkisinin, kültürel zenginlik ve hoşgörü kavramlarının bir gecede nasıl yerle bir edildiğinin öyküsü olduğunu söylüyor. Radyosu’ndan yalan yanlış zafer haberleriyle uyutulan halkın kafa karışıklıkları… Harbin ruhtaki oyukları, çehredeki örseleri romanın dilinde diri kalmaya azmetmiş her şeye rağmen azmetmiş umut ile, insan olmak ile, vicdan ile kol kola kaleme alınmış. Dolayısıyla bu bir savaş romanı olarak nitelenemez… Kapağına bakan pek çok kimse Salkım Söğütlerin Gölgesinde’nin bir savaş romanı olduğunu sanıyor. Fakat bu bir savaş romanı değil. Tam tersi cephe gerisini anlatan savaş karşıtı bir roman. “Harp artığı erkek enkazları da, kopmuş bacakları, kolları ve herkesin gözlerini kaçırdığı paramparça yüzleriyle yalnız ruhlarına yoldaş arar gibi pazar yerinde dolaşırlardı” diye tarif ediyor savaşın acımasızlığını. Sadece sıcak cephe savaşında değil, bazen idealler için özgürlük ve ekmek uğruna verilen savaşta da asıl harcananın insan olduğu gerçeğini yüzümüze vuruyor. Yola iyi niyetle çıkılması her zaman sonucun acımasızlığını hafifletmiyor. Savaş zulümdür ve iyilerin savaşı da bundan nasibini alır. Çar’ı ve Çariçe’yi dört çocuğuyla birlikte Ekateringrad’da kurşuna dizenlerle, kendilerinden yarım çuval buğday sakladığı için fakir bir köylüyü karısı ve dört çocuğuyla beraber kurşuna dizenler aynı kişiler. Sadece sürgünün değil, körü körüne bir fikre bağlanarak, kendi inşa ettiği hayal dünyasında yaşayanların gerçeklerle bir tokat gibi yüzleşmesinin de hazin öyküsü. Halk için var olduğu iddiasındaki bir rejimin kendi halkına karşı acımasızlığının idealist ruhlarda yarattığı düş kırıklığı, pişmanlık ve uyanış var... 20032007 arasında Tiflis Büyükelçiliği Müsteşarlığı yaptınız. Ankara’da, Kafkasya Dairesi Başkanı’ydınız. Dolayısıyla coğrafya ile ilgili bilgileri ilk elden edinme olanağınız oldu. Sadece savaşa dair yakın tarih bilgileri değil renkli ve masalsı Kafkas kültürüne ilişkin özgün nitelemeler, dil alıntıları, ritüeller zinciriyle de örülü romanınız. Tiflis’e tayin oluncaya kadar ne Kafkasya coğrafyası ne de Ahıska Türkleri hakkında derin bilgiye sahiptim. Kaf Dağı’nın orada olduğunu da Gürcistan’a gidince öğrendim. Salkım Söğütlerin Gölgesinde, Kafkasya bölgesinde toplam altı yıllık birikimimin bir ürünü. Zorlu ama bir o kadar da öğretici ve tatlı anılarla hatırladığım bir dönemdi. Bölgeyle bağlantılı olarak, görev yaptığım süre zarfında devrimler, çatışmalar, savaşlar eksik olmadı. Daha önce yaşamadığım bir coğrafyanın henüz doğmamış olduğum bir dönemini anlatmak kolay olmadı tabii ki. İlk bölümde Vitali Efendi’nin sabah ayazında düşüncelere dalarken sigara yaktığı cümleyi okuyucu iki saniye içinde geçerken, o bir nefeslik sigara için iki ay araştırma yapmak zorunda kaldım. Okurken dikkat çekmese de savaş döneminde Sovyetler’deki gıda maddelerinin fiyatlarını temin etmek için haftalarca çaba harcadım. Bunun gibi sayısız örnek var. Eski Tiflis bölgesinde gezerken kendimi kurguya kaptırıp romanımın geçtiği dönemde buldum. Ahıska bölgesini defalarca ziyaret ettim. Terk edilmek zorunda kalınan köy ve harabe evleri gördüm. Kimi zaman arabayla, kimi zaman yaya veya at sırtında dolaştım. Dönemi yaşayan sayısız insanla görüştüm, notlar aldım, seslerini kaydettim, fotoğraflar, video çekimleri yaptım. Özellikle ölüm vagonlarındaki kırk günlük yolculuğa ilişkin anlatılanlardan çok etkilendim. Kazakistan’a sürgün edildiğinde çocuk yaşta olan seksen beş yaşında bir Ahıska Türk’ünün uzun yıllar sonra eski köyünü ziyarete gittiğinde, dedelerinin mezar taşlarının dahi yerinde olmadığını görünce yere çöküp başını ellerinin arasına alıp hıçkırarak ağlamasını ben de yaşlı gözlerle izledim… gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Salkım Söğütlerin Gölgesinde/ Fırat Sunel/ Profil Yayıncılık/ 400 s. 9 HAZİRAN 2011 SAYFA 11 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1112