Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
O kuduğum Kitaplar METİN CELÂL lanmamış olan. Yirmili yaşlarımın ilk yarısında yazdığım ve zaman içinde ‘geçmişim’ adını alacak dosya, dergi gazetekâğıtkarton birikintisi arasında terk ettiğim” diye tanıttığı Huysuzun Teki (Mayıs 2011, Everest yay.) bir kız çocuğunun ergenlikten genç kızlığa geçiş döneminde yaşadığı ruh halini anlatıyor. Dışarıdan bakanların “huysuzluk” olarak nitelendirdikleri bu hal onu yaşayan için dünyayı anlayıp sorgulamasının bir isyan halinde dışavurumu. Vivet Kanetti, bu metni niye yayımlatmayıp da unutmaya terk ettiğini şöyle izah ediyor: “O günlerde, bu ince ‘şey’i azıcık dinlendirip yeniden okumuş, hayretle ve tabii bir miktar hayal kırıklığıyla, benim dışımda birçok yazarın, kitabın izleriyle de dolup taştığını görmüştüm. Raymond Queneau’nun Metroda Zazie‘si Sevgi Soysal’ın bir şaheseri Tante Rosa, Goscinny’nin Red Kit’leri ve Asterix’leri, gene Goscinny’nin Pıtırcık‘ları Emile Ajar’ın Onca Yoksulluk Varken‘i, Boris Vian’ın şiirleri (ki çoğunu ezbere bilirdim ve birkaçını, Fransa bölümü editörü Cemal Süreya olan Milliyet Yayınları’nın şiir antolojisi için çevirmiştim.) Bunlar favorilerim ve gündeliğimdi ve bakın, solukları kendi metnime kadar uzanmıştı... Tabii ‘kükreme’ arzusuyla dolup taşılan yaşlarda kolay kaldırılacak şey değil bu. Madem yazmak istiyordum, tamamiyle bana ait bir ses bulmalıydım, değil mi ama? Fırlatıp attım ince metni; etkilere karşı kendimi daha iyi koruma altına almak için edebi çevirileri toptan kestim.” İlk romanınızı yazıyorsanız “aman başka romanlara benzemesin” endişesi duymanız mümkün. Nereden bileceksiniz ki ilerleyen yıllarda sizin “benzememe” endişenizin “metinlerarasılık” olarak kutsanıp beğenileceğini. Kanetti, kendi metnini kuşkusuz çok daha hassas gözlerle okuyup değerlendirmiştir ama eğer o girişte söylemese okur olarak o izleri görmemiz ya da o izlerden rahatsızlık duymamız mümkün değil. Büyük puntoyla dizilmiş 95 sayfalık bu kısa metin, diliyle daha ilk cümlelerinde anlatıcı kahramanın ruh haline bizi sokuyor. “Gerçekler korkunçtur ve ben vampirleri, hayaletleri, öcüleri severim. Onlar tamamen palavradırlar; bunu düşündükçe neşelenirim.” Orta sınıftan, okumuş, sanatsever bir ailenin iyi yetişmesi arzulanan kızı olarak kahramanımız Huysuz annesi, babası, dayısı, aile dostları profesör, annesinin arkadaşı Filiz gibi büyüklerin dünyası ile ilişkilerini, onların kendisine nasıl yaklaştıklarını anlatıyor. Okul hayatı, arkadaşlar ise daha az anlatılmış. Mizahi bir dille müthiş bir akıcılıkla gelişen metin büyük bir hızla okunuyor ve 95. sayfada bitmemişlik duygusu ile okura “devamı nerede?” diye sorduruyor. Vivet Kanetti, ilk yazımındaki haliyle bırakıldığı anlaşılan bu metnin üzerinde bir romanın gerektirdiği şekilde çalışsaymış, ayrıntılandırarak işleseymiş Salinger’in Çavdar Tarlasında Çocukları’nın yanına koyacağımız bir eser ortaya çıkabilirmiş. “Roman olmuş mu, olmamış mı”, “sonunda nereye varırdı” gibi kışkırtıcı ve gereksiz sorulara takılmazsanız Huysuzun Teki bir yeniyetmenin olağanüstü eğlenceli maceralarından bir tutam olarak keyifle okunabilir. Tavsiye ederim. Hanımların Dikkatine yollarını arar. Bu yollardan en önemlisi de gençleşmek, eskisi gibi güzelleşmektir. Sonunda ipucunu bulur, başka kişinin varlığını kanıtlar. Seray Şahiner bu melodramik öyküyü gerçekçi ve ironik bir dille anlatıyor ve Reyhan Hanım’ın öykündüğü Türk filmlerinden diyalogları anlatıma katarak hayatın neden filmlerdeki gibi olamayacağının da altını çiziyor. Seray Şahiner, Reyhan Hanım’ın öyküsünü belki de sonraki öykülerde kahramanı olan ve aynı evde yaşayan “genç bekâr kadınların” aşk hikâyelerinin nereye varacağını göstermek için kitabın başına koymuş. Çünkü Hanımların Dikkatine’nin diğer sekiz hikâyesinde yirmili yaşların sonunda, artık ilişkilerini uzun süreli hale getirmek mümkünse bir imza ile kalıcılaştırmak isteyen Sibel, Nergis ve Elif’in ilişkilerinde neler yaşadıklarını anlatıyor. Reyhan hanım kocasıyla ilişkisini Türk filmlerinden öğrendikleriyle şekillendirirken, daha genç kuşaktan ve eğitimli komşuları “günümüzün çağdaş kadını”na reklamlar, TV dizileri, kadın dergileri ve kitaplarla önerilen yaşam biçimlerinden kendilerince dersler çıkartarak ilişkilerini kuruyor ve yürütmeye çalışıyorlar. Sonuç olarak hedefledikleri bir ömür boyu sürecek bir evlilik kurmak. Aynı mahallede yaşadıkları ama hiç tanımadıkları Reyhan Hanım’ı uzaktan görseler belki ona da özenecekler ama hikâyesini öğrenseler yaşamlarını nasıl şekillendirirler merak konusu. Çapkınlıkta sınır tanımayan Mehmet’in kaç numaralı sevgilisi olduğunu bilemeyen yine de umutla bekleyen Sibel’in öyküsü en ağır basan, en derinlemesine ve tüm boyutlarıyla anlatılanı. Sibel’in tüm cumartesi günü boyunca Mehmet’i “belki arar”, “belki gelir” diye bekleyişini, o beklerken Mehmet’in birlikte olduğu diğer (ve de esas) sevgilisi Ayşe’nin onu elinde tutmak için nasıl stratejiler geliştirdiğini, Mehmet’in maceralarına nereye kadar göz yumduğunu, ne zaman müdahale ettiğini ve onun da Sibel gibi aranmayı bekleyen sevgili konumuna düşmek üzere olduğunu üç (hatta dört) ayrı hikâyede okuyoruz. Hayatının büyük bir bölümünü sayısız sevgilisi arasında geçirdiğini anladığımız Mehmet’in öyküsünün tamamını merak etmemek elde değil. Şahiner onu hep kadınların gözünden ve göründüğü kadarıyla anlatmış ama anladığım kadarıyla kendileri başlı başına bir roman kahramanı olmayı hak ediyor. Aynı evde yaşayan Sibel, Nergis ve Elif son hikâyeye kadar birbirlerine tam olarak açıklamasalar da ve de farklı açılımlarla gelişse de benzer yapılarda kırık aşk hikâyeleri yaşıyorlar. Sevmek, sevilmek isteyen ama sevdikleri, ilgi duydukları erkeklerden aynı oranda karşılık bulamayan kadınlar... 2011 eray Şahiner, Hanımların Dikkatine’de (Mayıs 2011, Can Yay.) bir cumartesi günü aynı mahallede geçen dokuz öykü anlatıyor. “Hanımların dikkatine; overlok makinesi, ayağınıza geldi. Halı, kilim, yolluk, paspas kenarına, halıfleks kenarına overlok çekilir. Beş dakikada yapılır, hemen teslim edilir...” anonsunun duyulduğu öyküler. Bir cumartesi günü, İstanbul’un en eski semtlerinden Samatya. Belediyenin sahilde kurduğu açık hava spor aletlerinde eskisi kadar güzel olmak, daha genç ve dinamik görünmek için spor yapan Reyhan Hanım’la tanışıyoruz ilk öykü Ceylan Yürüyüşü’nde. Çocuk yaşta okuldan alınıp yatalak bir ihtiyara bakıcı olarak başlayan hayat hikâyesini Türkan Şoray’a öykünüp Türk filmlerine benzeterek anlatıyor. On yedisinde bir memurla evlenerek kurtuluyor bu hayattan. Hayranı olduğu Cüneyt Arkın’a benzeyen bir adamla evlenememiş; filmlerdeki gibi bir hayat kuramamıştır, ama kötü bir hayatı da olmamıştır. Bu küçük umutlarla, endişelerle geçen evlilik hayatı bir gece kocasının ortada hiçbir neden yokken yatakları ayırıp salonda yatmaya başlaması ile kara bulutlarla kaplanır. “Başka bir kadın mı var?” endişesi ile ipuçları arayan Reyhan Hanım, kocasını tekrar kazanmanın, yeniden yanına yatırmanın SAYFA 12 9 HAZİRAN S Seray Şahiner, bekleyen kadınları anlatır onların ruh hallerine bizi ortak ederken öykülerini ilk kitabından bildiğimiz dobra ve samimi anlatımıyla, iyice ustalaştığı, kendine has ayırtedici bir yöntem haline getirdiği yazarın anlatımıyla üçüncü tekil ve kahramanın içsesiyle birinci tekil yöntemlerini harmanlayarak kurmakla kalmıyor, hikâyeye epik unsur katan overlokçu anonsuna benzer kitaplardan, prospektüs ya da soru formlarından alıntılarla biçimsel olarak güçlendiriyor. 69 sayfalık son öykü Kısa Metraj Rüyalar Limited Şirketi’nde ise Sibel, Nergis ve Elif’i evde buluştururken tüm bu anlatım yöntemlerini kullanmakla kalmıyor diyaloglarla geliştirdiği yapı ile bizde “bir tiyatro eserini öyküleştirmiş gibi” düşüncesini oluşturuyor. Bu öykü tek başına da ele alınabilir, ayrı olarak da okunabilir ve tabii sahnelenebilir. Çünkü Kısa Metraj Rüyalar Limited Şirketi Sibel, Nergis ve Elif’in kitap boyunca anlatılan öykülerinin birbirine düğümlenip, benzerliklerinin ve ayrı noktalarının vurgulandığı uzun bir içdökümü, hesaplaşma. Seray Şahiner, kadınların kırık aşklarını, bekleyişlerini anlatırken gündelik hayata ilişkin birçok küçük ayrıntıyı da ince ince işleyerek öykülerine katıyor. 2000’li yılların, hatta 2011’in İstanbulu’nu sıkı bir gözlemcinin bakışından izliyor, ironik anlatımın verdiği kolaylıkla yaptığı ağır eleştirileri de okuyor, katılıyorsunuz. Bir başka deyişle Şahiner’in öykülerinin arka planında anlattığı İstanbul’u ve insanlarını da ayrıca ele almaya, getirdiği eleştiriler üzerinde düşünmeye gerek var. Hanımların Dikkatine yılın en önemli öykü kitaplarından... HUYSUZUN TEKİ Vivet Kanetti’nin giriş yazısında “Elinizdeki incecik şey, ilk romanım. Bugüne dek insan içine çıkarılmamış, hiç yayım Fotoğraf: Timurtaş Orhan Vivet Kanetti CUMHURİYET KİTAP SAYI 1112 CUMH