Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ayşegül Yüksel’le ‘Uzun Yolda Bir Mola’yı konuştuk ‘Bilineni yinelemekten vazgeçip, bilineni aşmak istemeli yazarlarımız’ Tiyatro eleştirmeni, yazar, akademisyen, çevirmen Ayşegül Yüksel, yeni yayımlanan Uzun Yolda Bir Mola: Türk Tiyatrosu Üzerine Notlar adlı kitabında tiyatromuzun Cumhuriyet dönemi içindeki yolculuğunda “mola” verilebilecek bir “zaman”a ve “yer”e vardığı düşüncesiyle, bugüne dek ulaşılmış çeşitli aşamaları değerlendiriyor. Doğu’yla Batı arasında kimlik arayışı ve gelenekten beslenmeden oyun yazarlığına; Devlet Tiyatroları’ndan Genç Oyuncular, Kent Oyuncuları, Ankara Sanat Tiyatrosu, Dostlar Tiyatrosu gibi özel tiyatrolara; tiyatro eleştirisinden tiyatro biliminin üç büyüklerine kadar pek çok konuyu ele alıp irdeliyor. Yüksel’le Uzun Yolda Bir Mola: Türk Tiyatrosu Üzerine Notlar kitabını konuştuk. Ë Gamze AKDEMİR macım Türk tiyatrosu üstüne almış olduğum ‘notlar’ı paylaşmaktır, yeni bir ‘tiyatro tarihi’ yazmak değil” diyorsunuz kitapta. Tiyatro eleştirmenliğinizin 37 yılını geride bıraktığınız düşünülürse “neden” diye sorduktan sonra kitabınızın içeriğini ve yaklaşımını açmanızı rica ediyorum ilk soruda. Tarih yazarken, süreç olarak tamamlanmış birtakım olgulara belirli bir uzaklıktan bakılması öngörülür. Onon beş yılda bir yeni bir Türk tiyatro tarihi neden yazılsın ki? Tiyatromuzda “kalıcı” olan tarihe geçmeli. Gelip geçici olan değil. Bu nedenle de, her şeyin kültür işlerinin de birkaç yılda bir “yazboz”a getirildiği bizimki gibi bir ülkede çok daha uzun bir zaman beklemek gerekli. Oysa tiyatro tarihçisinin gazete muhabiri gibi günceli izlemesini bekliyoruz nedense. Elimizde, Metin And’ın, Cumhuriyet’in altmışıncı yılı için hazırladığı, kısa bir versiyonunu da ayrıca yayımladığı, Sevda Şener’in de Cumhuriyet’in 75. yılı için yazdığı, 2000’lere dek güncellenmiş tiyatro tarihleri var. Daha ne isteriz! Kitabıma “Türk Tiyatrosu Üstüne Notlar: Uzun Yolda Bir Mola” başlığını severek ve isteyerek koydum. Böylece, içeriği gönlümce düzenleyebildim. Öncelikle, tiyatro tarihi yazma ediminin dayatabileceği kısıtlamaları ve zorunlukları dışlamış oldum. İkincisi, Türk tiyatrosunun Cumhuriyet dönemi içindeki gelişiminin henüz bir ‘süreç’ olduğunu, bir süreç üstüne tarih yazılamayacağını, ama uzakça bir gelecekte yazılacak bir tarihe veri olabilecek ‘notlar’ düşülebileceğini imlemek istedim. Üstelik, tiyatromuzun 55 yıllık canlı tanığı ve 37 yıllık belge üreticisi olarak, özellikle tanıklıklarımı ve ürettiklerimi SAYFA 16 9 HAZİRAN de gecikti. Geleneksel tiyatrodan modern tiyatro anlayışına geçiş, Türkler için neden kolay olmadı? Okur yazar olmayann bir toplumun sahne sanatçılarının yazılı metne geçişi doğal ki kolay olmaz. Dahası, yüzyıllar boyunca tiyatrocu kişi ‘sanatçı’ değil, ‘esnaf’ kimliğini benimsemiş, halkı eğlendirmenin esnafça yollarına yönelmiş. ‘Perdeli, dekorlu, duruma göre giysi değiştirmeli, yazılı metne bağlı, rol ezberlemeli bir sahne ortamı’na kolay alışamaması doğaldır. Ne ki ‘tuluat tiyatrosu’ Batı tiyatrosu ile geleneksel tiyatro arasında bir orta yol bularak zorlu ‘geçiş dönemi’ni hızlandırmıştır. Bugün bu tür sancılar yoktur. İyi tiyatrocu ve iyi oyun yazarı, kötü tiyatrocu ve kötü oyun yazarı vardır. “ERK ZAYIFLAYINCA TİYATRONUN EVCİL BİR SANATA DÖNÜŞMESİNİ İSTER” Batı tiyatrosu geleneğiyle Türk popüler halk tiyatrosu geleneğini buluşturan ve çok sayıdaki sahne yapıtıyla Cumhuriyet dönemi tiyatrosuna geçişte bir ‘yöneliş’ oluşturan ilk yazarımızın Musahipzade Celal olduğunu yazdığınız kitabınızda bu anlamda zaman içinde evrilen diğer öncü isimleri başlıca yapıtlarıyla da sormalı. Ahmet Kutsi Tecer’in ‘Köşebaşı’, Sabahattin Kudret Aksal’ın ‘Kahvede Şenlik Var’, Haldun Taner’in ‘Keşanlı Ali Destanı’, ‘Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım’, Turgut Özakman’ın ‘Sarıpınar 1914’, ‘Resimli Osmanlı Tarihi’, Vasıf Öngören’in ‘Asiye Nasıl Kurtulur’, Oktay Arayıcı’nın ‘Rumuz Goncagül’ oyunları en ünlü örnekler. MüslümanTürk kadınların sahneye çıkmasının uygun olup olmayacağı tartışmaları ancak ne zaman aşılabilmişti? Bu anlamda çağdaşlaşma eşiğimiz ne badirelerden geçmiştir? Batı modelinde tiyatroya geçişte Müslüman Türk kadının sahneye çıkması önkoşul olmuştu. Çünkü Ermeni bayan sanatçılar arasında Türkçe şivesi düzgün olan azdı. Afife Jale sahneye çıkmak için girdiği zorlu savaşımdan ne yazık ki yenik çıkmıştır. Türk kadınının çağdaş sahnede yer alması için Mustafa Kemal’in İzmir’de Bedia Muvahhit’i sahnede izlemesi ve alkışlaması gerekmiştir. 1950’li yıllarda iktidarda olan siyasi parti tiyatro olgusunu sırt sıvazlama düzeyinde bırakmıştı. 60’larda ise öyle olmadı... Tiyatromuz ‘altın çağ’ını neden 1960’larda yaşamıştır ve gelişim neden ancak 70’li yılların ortalarına dek sürebilmiştir ve ondan sonra da sizin ifadenizle ‘yükseliş’ini tamamlamış görünmektedir? Bugüne yaklaşırken sansürün her türüyle boğuşa boğuşa da cephe kaybetmiştir tiyatro kuşkusuz... Tiyatro üzerindeki politik baskının gücü deyim yerindeyse ezelden beriye dayanıyor... Devlet ile tiyatro arasındaki bu çelişkili ilişkinin faturasını da anlatır mısınız? 1960’lı yıllarda yaşanan gelişimde 1961 Anayasası’nın daha öncekine göre daha çok özgürlükler tanımasının payı vardı. İlericidevrimci görüşlerin eskiye oranla daha özgürce ifade edilebilmesi yanında, daha önce sakıncalı olabileceği düşüncesiyle sahneye gelmeyen yabancı oyunlar çevrildi ve sahnelendi. Böylece Türk tiyatrosu Batı’da İkinci Dünya Savaşı döneminde ve sonrasında gündeme gelen epik ve absürd tiyatro örnekleriyle tanıştı. Yazarlar, toplumsal eleştirinin koyulaştırılabildiği tür oyunları yazdılar. Böylece köy ve gecekondu oyunları, ¥ “A okurla paylaşmaktı amacım. Dahası, ‘yazar tiyatrosu’, ‘belgesel tiyatro’, ‘tiyatro eleştirmenliği tarihçesi’ gibi özgün çalışmalarımı, kitaba ayrı birer bölüm olarak yerleştirebildim. Ayrıca, tiyatro biliminin üç büyükleri Sevda Şener, Metin And ve Özdemir Nutku ile ilgili tanıklıklarımı da kitaba koyabildim. Bire bir tanıklığını yapmadığım dönemlere ilişkin bölümlerdeki makalelerimde ise anlatım biçemimin özellikli olmasına çalıştım. Bu arada, istenirse baştan sona okunacak, istenirse de herhangi bir bölümden başlanabilecek bir kitap oluşturmak istedim. “GELENEKSEL TİYATROMUZ KENDİNİ SORGULAMADA GECİKTİ” Kültür ve sanatın ilerleme çizgisini belirleyen devingen öğelerin neler olduğunu ve bu öğelerin bugünkü konumuna nasıl ulaştığını özetle nasıl ortaya koyuyorsunuz kitabınızda? Kulluk dayatmasının, baskıladığı kültürü nasıl örselediğini ve nasıl bir gelenek miras bıraktığını okuyoruz ayrıca özellikle Doğu’da. Bunun kitabınızda özelliklerini ayrıntıladığınız geleneksel tiyatromuza etkilerini de sormalı ayrıca... “Batı, her şartta kötüdür” diyenlere özellikle Atatürk’ün Aydınlanma zihniyeti çerçevesinde tokat gibi geliyor değerlendirmeleriniz. Ama birini seçmek diğerini bütünüyle dışlamak anlamına da gelmemiş, gelemez değil mi? Yapılan işin zaman içinde ‘sorgulanması’, ilerlemenin en önemli öğesi kuşkusuz. Bunun için de sanata saygı göstermek, yeniliklere hazır olmak gibi bireysel ve toplumsal özellikler yanında, ‘yaltaklanıcı’ değil, ‘eleştirici’ olabilen bir yaşama kültürü, ‘demokrasi kültürü’ gerekli. Baskıcı, geleneksel toplumlarda ‘sorgulama’ yerine ‘bilineni yineleme’ olgusu ağırlık kazanıyor. Çünkü ‘yineleme’ egemen güçler için tehlike oluşturmu2011 yor. Ne ki ‘yineleme’ yoluyla incelik kazanmaya, ‘kusursuzu yakalama’ya yöneliş de, sanatın estetik boyutu için gerekli. Kitapta Nâzım’ın ‘nakkaş’ Ferhat’ını örnek gösteriyorum. Ferhat, Arzen halkına su getirmek için dağı delme işine başladığında, ‘yineleyen’ konumundan ‘sorgulayan’ konumuna geçiyor. Nâzım, Ferhat’ın her iki özelliğinden de hoşnut. Atatürk’ün ‘aydınlanma’ zihniyeti içinde de aynı bakış açısı yer alıyor: ‘Bizden olanı Batı’nın gelişmiş teknikleriyle buluşturmak…” Geleneksel tiyatromuz tarih içinde egemen güçlerce korunup desteklenmiş. Ama ‘eleştirici’ olmasına pek izin verilmemiş. Verilseydi, ‘toplumsal taşlama’ yolunda yaman bir araç olarak sahnedeki etkisini sürdürebilirdi. Ne yazık ki geleneksel tiyatromuz kendini sorgulama ve dönüştürme ¥ ka ro tiyatro türlerd yazarlığ sı yaşan oyun ya baştan çok zor çekçi ti ründe d ürünler Haldun açtığı g tiyatro epik tiy buluştu lunda, soruda örnekle di. Dev Tiyatro çok çağ rolar su pıtlarla Yüksel sonrası sonuna yatro il Oyun b kapatm ce bile Devlet, yasal er ilişki ev güçlü o çıkar. B için öne aşamala nun evc Bizde d Bu a te ve po natını ü rince ta yen yıll rı, vizyo mesi gi nuz kit olarak d 197 ğu tiyat neni yin meye b alanda madı. S bulvar larında 12 Eylü yınca, s Ayşegül Yüksel’in kitabında, tiyatro biliminin üç büyükleri Sevda Şener, Metin And ve Özdemir Nutku ile ilgili tanıklıkları da var. “DT MAN Dev sorunlu Türkiye mi? Dev gibi, kü yor. Sağ lamınd DT de yor. So meyi ay ni de ta telik de da. Zor fus bar yaşayan yapma zorund Tür özetle n türler h şim kay Oyu ler, tüm meci oy CUMHURİYET KİTAP SAYI 1112 CUMH