19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

EDEBİYATIN SESSİZ KAHRAMANLARI Hazırlayan: Aytül AKAL Konuğumuz çevirmen Ari Çokona. N ereden aklınıza geldi çevirmen olmak? Siz mi “çeviri yapayım” dediniz, yoksa size öneri mi geldi? Kendimi bildim bileli çok kitap okurum. Zamanla yazar ve şair arkadaşlar edindim. Sohbetlerimizde konu dönüp dolaşıp edebiyata geliyordu. Neden bir şeyler yazmadığımı soranlar çok oldu. İlgi çekeceğini düşünerek bir Yunan edebiyatı seçkisi hazırladım. Ondan sonra çeşitli yayınevlerinden çevirmenlik teklifleri gelmeye başladı ve farkında olmadan çevirmenliğe adım attım. Hangi dilden çeviri yapıyorsunuz? Anadili İngilizce olanlar dünya nüfusunun % 6’sını oluşturdukları halde, bütün dünyada yayımlanan kitapların % 30’u İngilizce. Yaygın olmayan bir dilde yazılmış kitapların başka dillere çevrilmeleri, büyük ölçüde daha önce İngilizceye çevrilmiş olmalarına bağlı. Ancak ABD ve İngiltere’de yayımlanan kitapların sadece % 3’ü çeviri. 2009 yılında Türkiye’de ISBN numarası alan 5.023 çeviri kitabın 2.753’ü İngilizceden çevrildi, diğerlerinden çoğu da Amerikalı ve İngiliz okurların tercihlerine göre seçildi. Kültürel tekelleşmeye duyduğum tepkiden dolayı, sadece pek yaygın bir dil olmayan Yunancadan çeviriler yapıyorum. Bu alanda bir boşluk vardı, elimden geldiğince o boşluğu doldurmaya çalışıyorum. Türkçeden Yunancaya çeviri yapmaya gerek görmedim, çünkü bu alanda çalışan çok sayıda yetkin çevirmen var. Yapacağınız çeviriyi siz mi seçiyorsunuz, yoksa yayınevi mi seçip size veriyor? Akademik çalışma, çocuk edebiyatı, edebiyat yapıtları, denemeler… En çok hangisini seviyorsunuz? Yunan edebiyatı fazla tanınmadığı ve ülkemizde Yunanca bilen editör bulunmadığı için yayınevleri önerilere açıklar. Genelde yapacağım çevirileri ben belirliyorum ve akademik çalışma ya da çocuk kitabı diye ayırmadan okurken keyif aldığım kitapları seçiyorum. Seçimlerimde başlıca ölçütüm kitabı sevmem olmakla birlikte, “çevrilmesi zor, bunu kimse çeviremez” denilen kitapları özellikle tercih ediyorum. Karmaşık kavramlar, kelime oyunları ve özgün üslubu olan yazarlarla cebelleşmek hoşuma gidiyor. Hronis Missios’un “İyi Ki Erken Öldün” ve Kostas Varnalis’in “Sokrates’in Gerçek Savunması” en sevdiğim çevirilerim. 2007’de Yunanistan Edebiyat Çevirmenleri Derneği’nin çeviri ödülünü almışsınız. Nasıl bir şeydi bu ödül? İlk çalışmam olan “Ege’nin Karşı Yakasından” öykü seçkisine verilen bu ödül beni çevirmenliğe devam etmeye özendirdi. Maddi değeri olmasa da, aldığım plaket çalışmalarımın takdir edildiğinin belgesi olarak benim için çok değerli. Edebiyat dalında, pek çok ödüllü yarışma düzenlenmekte. Çeviri dalında, özellikle edebiyat çevirisi dalında bu tür ödüller veriliyor mu? Çeviri alanında birkaç ödül verilmekle birlikte, sayıları edebiyat alanında verilenlere göre çok az. Çevirmenler, yayıncılık sektörünün görünürlükleri en az olan, en hor görülen emekçileridir. Taltif edilmeleri morallerini yükselteceği gibi, onları daha iyi çeviriler yapmaya özendirecektir. Dergilerde ve gazetelerin kitap eklerinde yayım lanan kitap eleştirilerinde, çevirilerin kalitesinin hiç değerlendirilmemesi bana biraz tuhaf gelir. Bence kötü çeviriler yerilirken iyilerinin takdir edilmesi çevirilerin kalitesini yükseltecektir. Bu vesileyle, ÇevBir ile Ç.N. dergisinin çevirmenlerin sesini duyurma konusundaki çalışmalarını çok yararlı bulduğumu söylemeliyim. Şimdiye kadar Türkçeye kaç kitap kazandırdınız? Bugüne kadar 8’i edebiyat, 5’i edebiyat dışı ve 8’i çocuk kitabı olmak üzere 21 çevirim yayımlandı. Çeviri yaparken, kitabın yazarı ile iletişim kuruyor musunuz? Bir kitabı çevirmeden önce yazarının bütün eserlerini, yazara ve eserlerine ilişkin yazılmış her şeyi bulup okumaya özen gösteriyorum. Yazarın yayımlanmış tek kitabı varsa, paralel okumalarla değinilen konuyu araştırıyorum. Kitaplarını çevirdiğim yazarlardan hayatta olanlarının tümüyle tanıştım, içlerinden tarihçi Evangelia Balta ve çocuk kitabı yazarı Evgene Trivizas’la da samimi dostluklar kurdum. Çeviride özellikle deyim, atasözü ve terimler zorluk çıkarır. Bir metinde çevirdiğiniz dilde tam karşılığı olmayan bir anlatım ile karşılaştığınızda ne yapıyorsunuz? Tam karşılığı olmayan bir ifadeyle karşılaştığımda, yazar bunu Türkçe yazsaydı nasıl yazardı diye düşünürüm. Aslında belirli bir duyguyu, durumu ya da deneyimi anlatan deyim, atasözü ve terimlerin tam olmasa da her dilde benzer birer karşılığı vardır. Biraz çaba harcanırsa dolaylı da olsa her ifadenin karşılığı bulunabilir. Önemli olan, bu müdahalelerin yazarın üslubuna uymasını ve anlatımın bütünlüğünü bozmamasını sağlamaktır. Son zamanlarda “Çeviri Türkçesi”, hatta “Kötü Çeviri Türkçesi” gibi bir olgu gelişti. Sizce gerçekten böyle bir kirlilik ya da bozulma var mı? Varsa nasıl aşılır? İstanbul Ticaret Odası’nın yayımladığı “Türkiye’de Yayın Hayatı” kitapçığındaki verilere göre, 2009 yılında Türkiye’de 203 milyon kitap satıldı. Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, yayıncılık sektöründeki kayıtlarda görünmeyen korsan baskı oranının % 60 civarında olduğu da düşünülürse, ülkemizde kitap satışlarının sanıldığı kadar az olmadığı anlaşılıyor. Ancak, OECD tarafından her üç yılda bir düzenlenen ve 15 yaş grubundaki öğrencilerin okuduğunu anlama becerilerini ölçen PISA 2006 sınavında, Türkiye’nin 30 OECD ülkesi arasında ortalamanın bayağı altında kalarak 29’uncu, yani sondan ikinci olduğunu görüyoruz. Bu durum, eğitim sistemimizin ciddi bir yeniden yapılanmaya ihtiyaç duyduğunu gösterdiği gibi, dolaşımdaki kitapların okurların algılama becerilerini geliştirmede yetersiz kaldığına da işaret ediyor. Dildeki kirlenmeye karşı bir an önce önlem alınmalıdır. Yasaklarla bir yere varılacağına inanmıyorum, yapılması gereken dilin doğru kullanımı ödüllendirmek. Bir formül bulunarak üniversiteye giriş sınavlarında adaylara kompozisyon yazdırılması öğrencileri dile daha fazla önem vermeye ikna edebilir. Başta kitap sektörü olmak üzere, gazete, dergi ve televizyon programlarında editörlük müessesesine ağırlık verilmesi de dildeki kirlenmenin aşılmasına yardımcı olabilir. Kimya öğretmeni olarak, her zaman çocuklarla berabersiniz. Çocuklarla pek çok Ari Çokona 1957’de İstanbul’un Fener semtinde doğdu. İTÜ’de Kimya Mühendisliği okudu. Bir süre boya sanayinde çalıştıktan sonra özel bir lisede kimya öğretmenliğine başladı. Halen öğretmen olarak çalışmayı sürdürüyor. 2003’te Yunancadan Türkçeye çeviri yapmaya başladı. “Ege’nin Karşı Yakasından...” adıyla yayımlanan iki ciltlik Çağdaş Yunan Edebiyatı seçkisiyle, 2007’de Yunanistan Edebiyat Çevirmenleri Derneği ödülünü aldı. Türkiye ve Yunanistan’ın edebiyat dergilerinde makale, şiir ve öyküleri yayımlanıyor. anınız vardır, onların beklentilerini de izleyebiliyorsunuz. Ama masal ya da öykü yazmak yerine daha çok seçkiler ve derlemelerle ilgileniyorsunuz galiba. Öykü yazmak da planlarınızda mı? İki yıl önce, Heyamola Yayınları’nın İstanbul 2010 AKB’nin desteğiyle hazırladığı edebiyat dizisi “İstanbul’um” için “Fener” semtini yazmam istendi. Zaman darlığı yüzünden yayınevine iki ay içinde teslim etmek zorunda kaldığım bu kitap, yıllardır yaptığım çevirilerin toplamından daha çok ses getirdi, tanınmamı sağladı. Geçen yıl, 2010 Ajansı ve Kültür Bakanlığı’nın konuğu olarak diziyi tanıtmak üzere Frankfurt Kitap Fuarı’na götürüldüm. Yaşar Kemal ve Adalet Ağaoğlu gibi ustaların da birer öyküyle katıldığı “Hayatın Seyri” ortak kitabında bir öyküm yayımlandı. Çeşitli üniversitelere konferans vermeye çağrılmaya başladım ve önümüzdeki günlerde yayımlanacak olan iddialı bir araştırmayı üstlenmem istendi. Daha önceden söz verdiğim birkaç çeviriyi teslim ettikten sonra telif eserlere yoğunlaşmayı düşünüyorum. Ancak ilk göz ağrım olan çevirilerden de kolay kolay vazgeçmeyeceğim. Sizce iyi bir çeviri nasıl olmalı? Edebiyatta neler söylendiği kadar, bunların nasıl söylendiği de önemlidir. Çeviri makineleri gibi kelimelerin karşılıklarını yan yana sıralayarak yapılan bir çeviri yavan olur. Aynı şekilde yazarın tarzından tamamen uzaklaşarak çevrilen bir metin de güzel bile olsa iyi bir çeviri değildir. Çevirmen, yazarı tanımak isteyen okura kendini tanıtarak saygısızlık etmiş olur. Yaygın bir kanıya göre, çeviri kadına benzetilerek güzelliğinin sadakatiyle ters orantılı olduğuna inanılır. Kadını aşağılayan bu erkek merkezci şoven anlayış aynı zamanda edebiyatı ve dili de aşağılıyor. Bir çeviri hem aslına sadık hem de güzel olabilir. Yazarın üslubuna sadık kalmak ve tercihlerine saygı göstermek dili kötü kullanmanın özrü olamaz. Aslına sadık güzel çeviriler yapılamıyorsa, kusur biz çevirmenlerde aranmalı. Çevirdikten sonra “Keşke böyle demeseydim!” dediğiniz bir çalışmanız oldu mu? Bir kitabın çevirisini bitirdiğimde yazdıklarımı tekrar tekrar okur, her seferinde değişiklikler yaparım. Hatta dosyayı yayınevine teslim ettikten sonra bile ikide bir düzeltmeler göndererek editörlerimin canını sıkarım. Son olarak da matbaaya gönderilecek PDF dosyalarına bir göz atmayı ısrarla ister, onlara da düzeltmeler eklerim. Yine de yayımlanan her kitabımı elime alır almaz hoşuma gitmeyen birçok ifade bulurum. Zamanla bu duruma alıştım, eskisi kadar üzülmüyorum. Dilin sınırsız imkânları zorlanırsa en iyi çevirinin bile daha iyi olabileceğini biliyorum artık. Başkasının çevirdiği bir kitabı okurken, çevirisine takılmadan okuyabiliyor musunuz? Başka bir deyişle, okurken çevirmen kimliğinizden uzaklaşabiliyor musunuz? Uzun yıllar boyunca, zorunlu çalışma saatlerimin dışındaki bütün zamanımı çevirilere adamanın en ağır bedeli, artık okuduklarımdan zevk alamamak oldu. Büyük bir keyifle okumaya başladığım çeviri ya da telif kitapların her cümlesine editör gözüyle bakıyor, başka şekilde nasıl ifade edilebileceğini kurguluyorum. Öğretmenlerde farenjitin, borsacılarda ülserin, hosteslerde varisin ve hamallarda bel fıtığının sık görülmesi gibi çevirmenlerin meslek hastalığı da bu olmalı. Türkiye’de yeterli sayıda, yetişmiş, konusunda yetkin çevirmen var mı? Türkiye’de yapılan çevirilerin genelde pek kaliteli olmadığını söyleyebilirim. Çeviri ücretlerinin düşüklüğünü öne sürmek işin kolayına kaçmak olur. Kimseye silah zoruyla çevirmenlik yaptırılmıyor. Ancak bu sorumluluğu sadece çevirmenlere yüklemek de haksızlık olur. Kötü çevirilere müdahale etmeyen editörler, yayımlamayı kabul eden yayınevleri ve en önemlisi kötü çevirilere isyan etmeyen okurlar da en az kötü çevirmenler kadar sorumlu. Bu arada işlerini büyük bir sorumluluk duygusuyla yerine getiren, yetenekli ve titiz çevirmenler de genel değerlendirme yapıldığında töhmet altında kalıyorlar. Yakından tanıdığım, hayatta olan başarılı çevirmenlerin adını vermekten kaçınarak, Türkiye’nin Sabahattin Eyüboğlu ve Can Yücel gibi olağanüstü çevirmenler yetiştirdiğini vurgulamak isterim. terini Suzan Ustan oynar. Zeki Alasya Tulum Hayri’yi, Ahmet Gülhan Güdük Necmi’yi, Metin Akpınar Refüze Ekrem’i, Ali Yalaz Kel Mahmut’u, Ercan Yazgan Kalem Şakir’i oynar. Bu tiyatronun halk tarafından çok sevilmesi filmcileri etkiler. Orhan Günşiray ve Atıf Yılmaz bu oyunu film olarak çekmeyi düşünür. Fakat o yıllardaki sansür kurulunda eser takılır çünkü öğretmene “Kel Mahmut” denmesi uygun görülmez. Eğitim sisteminin eleştirilmesi hoşa gitmez. Birkaç yıl sonra Ertem Eğilmez “Kel Mahmut” sözcüğünü kaldırıp, onun yerine “Mahmut Hoca” diyerek 1973 yılında film olarak daha yumuşatılmış şekliyle yapımını gerçekleştirir. Hababam Sınıfı, sadece kitaplarıyla değil sahne oyunları ve filmleriyle de çok biliniyor. Pek çok kez sinemaya uyarlanan CUMHURİYET KİTAP SAYI filmler televizyonlarda hâlâ gösteriliyor. Bu gösterimlerden size ve ailenize telif ödeniyor mu? Ödenmiyorsa talebiniz oldu mu? Ülkemizde değişen Telif Hakları Yasası’ndan Rıfat Ilgaz’ın faydalandığı söylenemez. Son yıllarda yapılan filmlerden yasalar el verdikçe hak edilen telifler alınmıştır. Rıfat Ilgaz, sizi yetiştirirken en çok ne öğütlerdi? Ne kadarını yerine getirebildiniz? Dikkat edecek olursak, Rıfat Ilgaz’ın tüm yapıtlarında insan sevgisi öne çıkar. Yapıtları toplumsal sorunları göz ardı etmeden mizah yoluyla anlatılır. Öykülerinde, romanlarında, şiirinde ince bir yergi vardır. Amacı güldürmek değil, farkındalık yaratmaktır. Konuları çocuklar, çalışan işçiler, kısacası emeği ile geçinen insanlardır. Bizlere de bu konularda duyarlı olmayı öğretmiştir. Ben de insanca yaşamaya önem veren, toplumsal olayları izleyen, çalışan ve üreten insanlara saygı duyan biri olduğumu zannediyorum. Farkındalığı önemsiyorum. Türkiye’de yaşayan insanların diğer ileri ülkelerden hiç de geri olmadığına ve dünyanın tüm olanaklarından bizlerin de faydalanmamız gerektiğine inanıyorum. Yeter ki bu olanaklar bizlere de sağlansın. Rıfat Ilgaz, bugün yaşasaydı sizce en çok hangi konuda yazardı? Çocukların doğumundan ölümüne kadar eğitimle gelişebileceğine inanır ve bir öğretmen yaklaşımıyla onlara önderlik ederdi. Bana göre yıllardır gelişemeyen eğitim sistemimizin gelişmesi için geçmişte yaptığı gibi aynı eleştirileri ve çabayı ne pahasına olursa ol sun sürdürürdü. “Sanatçı toplumun her zaman bir adım ötesinde olmalıdır” düşüncesindeydi. Gözü toplumda, kulağı halkta olan bir yazardı. “Son şiirinde” söylediği gibi, “Elim birine değsin/ Isıtayım üşüdüyse/ Boşa gitmesin son sıcaklığım” bir aydın kişinin arzusu giderayak ancak bu olabilirdi. Babanızın bitirmediği ya da gün yüzüne çıkmamış yapıtları var mı? Yayımlamayı düşünüyor musunuz? Ölümünden sonra kendi arşivinde bulduğumuz ve birçok gazete ve dergilerde yayımlanmış olan yazılarını topladık. Geçenlerde de kendisinin “İbişo” adlı öyküsünden senaryolaştırdığı filmini buldum. Daha da günümüz Türkçesine çevrilmemiş, eski harflerle yazılmış şiir ve yazıları var. “Son Şiirim” adlı şiiri de ölümünden sonra bulunmuştur. 2 HAZİRAN 2011 SAYFA 25 1111
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle