Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
O kuduğum Kitaplar METİN CELÂL Şiir Defteri 2011 Yıllıklar şiir ortamının atar damarı oldu. Artık tartışmalar dergiler üzerinden değil de yıllıklardan yürütülüyor. O yılın şiir verimi, kimlerin öne çıktığı, kimlerin dikkatlerden kaçtığı yıllıklara bakılarak ölçülüyor. Bunda kuşkusuz dergilerin sayısının izlenemeyecek kadar çok olması, çok fazla şiir yayımlanması, yayımlanma kıstaslarının çok esnek olması, kitabı çıkmış şairlerin genellikle hiçbir değerlendirmeden geçmeden kolayca şiir yayımlatabilmeleri gibi etkenler önemli rol oynuyor. Her yıl yüzlerce dergide binlerce şiir yayımlanıyor. Okurların bu dergileri izlemesi mümkün olmadığı gibi şairler de bu kalabalıkta kendilerini kaybolmuş hissediyorlar. Birkaçı dışında dergilerde yayımlanan şiirler görünmüyor, okunmuyor. O zaman da bu dergilerden yapılan seçmeler daha çok önem kazanıyor. Yılılklarda 150200 şiir yer alıyor. İster istemez de çakışmalar oluyor. Sonuçta tüm yıllıkçılar aynı yılın verimine baktığı ve sıkı bir eleme yapmaları gerektiğinden şiirler farklı olsa da binlerce şairden sadece 250300’ünün şiirleri yıllıklarda yer alıyor. Şair “Ben var mıyım, yok muyum!”, editör “Benim dergimden kaç tane şiir alınmış?” diye yıllıkları inceliyor. Ondan sonra da kıyamet kopuyor. Aylarca bu konu dergilerde ve internette haberleşme gruplarında konuşuluyor. Kavgalar ediliyor. Daha önce de yazmıştım, bu şairleri tatmin etmenin tek yolu yayınlanmış tüm ürünleri çalışmanıza almanızdır ama o zaman ortaya çıkan ürün yıllık değil katalog olur. Eskiden tersini düşünüyordum ama bu yıl işin bildirilere kadar vardırıldığını görünce böyle bir şeye ihtiyaç olduğuna inandım. Öfkeli topluluğu yatıştırmak için tüm yıllık hazırlayıcıları bir araya gelip her yıl ekitap olarak böyle bir katalog yayımlayabilir. Yıllıklar o yılın verimini görmek açısından önemlidir ve sadece şiir seçerek yıllık hazırlayamazsınız. Hazırlarsanız da hakarete varan tartışmaları göze almalısınız. Onları bir yana koyarsak yılın en ciddi ve kayda değer yıllık çalışmalarından birini yıllardır Şeref Bilsel ve Cenk Gündoğdu yapıyor. Şiir Defteri 2011’de (Mayıs 2011, İkaros Yay.) dergilerde yayımlanan şiirlerden seçmelerin yanında yılın önemli şiir kitapları hakkında kısa eleştiriler, kültür sanat olaylarının yorumlu kronolojisi, ilk kitaplar, şiir üzerine kitaplar, dergiler, internet fanzinleri ve çeviri şiir üzerine yazılar, yıl içinde ölen şairlerin, yayımlanan şiir kitaplarının, şiir üzerine kitapların listeleri yer alıyor. 2010’da şiire dair, şiirle ilişkilendirilebilecek ne varsa hemen hepsini içeren bir toplam oluşturulmuş. Bu büyük emek gerektiren işte Bilsel ve Gündoğdu’ya Mehmet Can Doğan, Ali Ayçil, Cihan Oğuz, Tozan Alkan ve Özcan Erdoğan destek olmuşlar. Zaten şiir yıllığı da böyle ekip halinde hazırlanmalı ve kapsamlı olmalı. Tartışmamız gereken de artık iyice cansıkıcı hale gelen ve bildiri yayımına kadar varıp doruk noktasına ulaşan “hangi şairden hangi şiir alınmış” konusu değil yıllıkta yer alan veriler ışığında o yılın şiir verimidir. Şiir Defteri 2011 bu ihtiyacı karşılıyor. Tüm emeği geçenleri kutluyor, şiir okurlarına öneriyorum. Unutma Beni Apartmanı mamızı sağlayan bu romanların da öykülerini okuyoruz. Diğer unsur da “deprem”. Süreyya’nın çevirmenlik yaptığı dönemde tanıştığı, iş bulmasına yardım eden, kısa bir dönem hayatında en yakını olan, belki de tek gerçek arkadaşı Rıdvan’ın öyküsü ile işleniyor bu olgu. Rıdvan’ın hayatında depremler belirleyici olmuş. Romanın fonuna ülkenin depremler tarihi de yansıyor. Dönüm noktaları oluşturuyor. Rıdvan’ın ortadan kayboluşu ile yarıda kalan bu öykü ayrıca ve de derinlemesine işlenmeyi hak ediyor. Süreyya’nın Rıdvan’la ve Rıdvan’ın eski kız arkadaşı Ayla ile yaşadıkları deprem olgusu ile birleşince rahatlıkla bir romanlık bir malzeme oluşturuyor. Barcelona gezisi Süreyya’nın hayatında bir dönüm noktası oluyor. La Sagrada Familia’nın fotoğraflarını çekerken Marcel’le tanışıyor. “Göz göze geldiğimiz an bir parçamı onda kaybediverdim. Tarifi mümkün olmayan müthiş bir coşku yükseldi içimden. Sanki yıllardır beklediğim bir kavuşmanın eşiğindeydim. Kanayan bütün yarımlar az sonra tam olacaktı sanki. Alışkın olmadığım cıvıl cıvıl bir heyecanla nefesimin kesildiğini hissettim” diye anlatıyor o ânı. İlk görüşte aşk. Süreyya insanlara karşı geliştirdiği tüm savunma mekanizmalarına rağmen Marcel’i görür görmez âşık oluyor. Sevgili oluyorlar, Marcel Süreyya’yı görmeye İstanbul’a geliyor, Süreyya hamile kalıyor, Barcelona’ya yerleşiyor. İçindeki çocuk büyürken de aşk hastalığının etkisi azalmaya, hayatın gerçeklerini görmeye başlıyor. Anne olmayı da, bir aileye sahip olmayı da istemediğini anlıyor ve birkaç aylık bebeğini babası ile bırakıp İstanbul’a dönüyor. Annesinin kendisine yaptığını o da çocuğuna yapıyor. Hayat hikâyesi anlatmak ister istemez romanda sarkmaları getiriyor. Ana yapıya katkısı olmayan öyküler, ayrıntılar okuyorsunuz. Süreyya’nın yurtdışı gezileri buna tipik örnek. Marcel’le tanışıp Barcelona’ya yerleşmesini anlamlandırmak için önceki seyahatlerden söz eden bir paragraf yeterdi. Ayrıca işlense, başka bir öyküde, romanda daha ayrıntılı olarak yazılsa etkili olabilecek konular da var. Örneğin, Süreyya’nın üniversite çağından arkadaşı Zinnur’un acı bir ensest öyküsü ile belirlenen ve cinayetle noktalanan hayatı bunlardan. Nermin Yıldırım iyi bir anlatıcı, yazdığını okutmayı biliyor ama deneyimli bir gazeteci olarak yazmak kadar kesmenin, fazlalıkları atmanın da önemini bilmeli. İyi ve de sıkı bir redaksiyonla roman 420 sayfadan 240 sayfaya inebilir, ortaya daha derli toplu bir yapıt çıkar ve geriye de biriki romanlık malzeme kalabilirmiş. Sanırım ilk romanların böyle bir handikapı var yazdıklarınıza kıyamıyor, fazlalıkları çıkartamıyorsunuz. N ermin Yıldırım ilk romanı Unutma Beni Apartmanı’nda (Mart 2011, Doğan Kitap) bir “ıssız kadın” öyküsü anlatıyor. Annesiz babasız büyümüş, hayatını insanlardan uzak durarak, uzun süreli ilişkilerden, dostluklardan, fazla samimiyetten sakınarak geçirmiş bir kadın. Unutma Beni Apartmanı’nın kahramanı ve anlatıcısı Süreyya 1963 doğumlu. Babası doğumundan kısa bir süre sonra genç yaşta ölüyor. Bu acıya dayanamayan annesi de bir süre sonra onu babaannesiyle bırakıp gidiyor. Roman onlarca yıl sonra annesinin Süreyya’yı araması ile başlıyor. Süreyya 43 yaşında, annesini görmeye, geçmişi tekrar deşmeye, annesinin anlatacağı geçmişe dair hikâyelerle dengelerini altüst etmeye niyeti yok. Ama anne ölmeden önce kızını son bir kez olsun görmekte, onunla helalleşmekte ısrarlı. En azından uzun bir telefon konuşmasıyla kendini affettirmek istiyor. Gerçekten de anlattıkları Süreyya’nın doğru diye bildiği şeyleri altüst edecektir. Roman iki ayrı anlatımla gelişiyor. Bir yandan belleğinden sildiği, yok saydığı annesinin hayatta olduğunu duyunca kendiyle bir hesaplaşmaya giren Süreyya’nın doğumundan itibaren yaşamöyküsünü anlatmasını okuyoruz, diğer yandan da kısa bölümlerde annesi Mesude’nin birkaç aylık kızını bırakıp gitmesinin öyküSAYFA 12 2 HAZİRAN sünü. Böylelikle vatansever genç bir subay olan babanın öyküsü ile birlikte 27 Mayıs darbesinden başlayarak Türkiye’nin günümüze dek uzanan tarihinden kesitler de arka planda anlatılmış oluyor. Süreyya, babaannesinin korumacı ve disiplinli eğitimi ile büyüyor. Babaannesinin ölümünden sonra da iyice yalnızlaşıp insanlarla gerekmedikçe ilişkiye girmediği “steril” bir hayat kuruyor. Birisine alışmak, bağlanmak korkusuyla kısa süreli aşklar yaşıyor. Arkadaşlıklarını belirli sınırlar içinde yürütüyor. Hemen hiçbir şeyini paylaşmıyor, dostlarını evine bile davet etmiyor. 12 Eylül sonrası doğup büyüyenlerde sıkça rastladığımız bir davranış modeli bu, Süreyya yaşındakilere pek uymuyor. Çağan Irmak’ın Issız Adam’ında bunun erkek modelini görmüştük. Nermin Yıldırım’ın Süreyya’sı da kadın modeli. Bireyciliğin en üst noktasına vardırıldığı bir ruh hali olarak da tanımlayabiliriz bu durumu. Issız Adam’ın niye öyle davrandığı filmde pek net anlaşılmıyordu ama Süreyya’nın bu davranışının temelinde kuşkusuz annesiz ve babasız büyümesi var. Toplumun, insanların kötülüklerinden onlardan uzak durarak korunacağını düşünüyor, zamanla bunu bir hayat tarzı haline getiriyor. Hayatına giren, onu seven, yardım eden insanları da bu felsefe ile “kullanıyor”. İhtiyaçlarını giderince de ilişkisini kesiyor. Nermin Yıldırım, Süreyya ve annesinin hikâyelerinin roman için yeterli olmayacağını düşünmüş olmalı ki renklendirici başka unsurlar da kullanmış. Bunlardan ilki Süreyya’nın işi. Süreyya hayalet yazarlık yapıyor, zengin bir ailenin genç ve şımarık bir kızına, N.Y’ye para karşılığı romanlar yazıyor. N.Y de bu romanları kendi adıyla yayımlatıp ünlü bir romancı oluyor. Ana hikâyenin yanı sıra aslında Süreyya’nın öyküsünü destekleyen, durumunu anla2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1111 CUMH