25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ayşe Kulin’le ‘Hayat’ ve ‘Hüzün’ üzerine ‘Eteğimdeki taşları boşalttım’ Ayşe Kulin Veda’yla başlayıp Umut’la devam ettiği ve HayatHüzün adlı iki cilt olarak okurla buluşan kitaplarla bir serüveni noktaladı. Beş kuşak ailenin hikâyesini son iki ciltte de kendi hayat hikâyesine odaklanarak sonlandıran Kulin’in bu serisi aynı zamanda bir Türkiye portresi de çiziyor. Kulin’e göre de bu ikincisi daha ağır basıyor. Bir yazarın kendi hayatını nasıl da ustalıkla hikâye tadında biz okurlara ulaştırdığını okuyacaksınız Hayat ve Hüzün adlı kitaplarda… Ayşe Kulin’le yeni çıkan kitapları ve dizinin tamamını konuştuk. Ë Erdem ÖZTOP yşe Hanım, epey gecikmiş bir söyleşi yapıyorum sizinle… Ama olsun; yeni kitapların üzerinden biraz vakit geçmesi, demlenmesi de iyidir bir bakıma… Son olarak üçleme olarak başladığınız seriyi (Veda, Umut) HayatHüzün’le noktaladınız. Yayımlanışının ardından da neredeyse dört ay geçti. Geriye dönüp baktığınızda ne görüyorsunuz? Ya da bakıyor musunuz? Yaşanan yaşanmış, yazılan yazılmıştır, hayıflanmanın bir yararı yok. Bu yüzden pek geriye bakmam ben. Ama mümkün olaydı, Hayat’a Ankara günlerime dair birkaç anı daha serpiştirirdim. Kitaba girmeseler de, hayatımda çok önemli yeri olan birkaç kişiyi kitap dışında bırakmanın pişmanlığını azıcık yaşadım, doğrusu. Belleğim beni yanıltmıyorsa, Ali Poyrazoğlu’yla hayatınızı konuşacağınız bir kitap hazırlıyordunuz, Hayat ve Hüzün çıkageldi… Ali Poyrazoğlu’yla, bir akşam yemeğinde yıllar önce böyle bir söyleşi gerçekleştirmeyi planlamıştık. Hatta yanılmıyorsam, birbirimizin yaşamını karşılıklı irdeleyecektik. Ali hayatı çok dolu bir sanatçı, sanırım vakti olmadı ve zaten kendi yaşamöyküsünü sahneye koyarak anlatmış oldu. Kendi yaşamımı anlatmak da bana düştü. SAYFA 8 12 MAYIS A “HAYATIMIN, TÜRKİYE’NİN KIRK YILININ YANINDA LAFI MI OLUR!” Geçmişte bu işe başladığımda ilk söyleşilerimi sizinle yapmıştım… O zaman ve sonrasında sorduğum “Bu kitapta ne kadar varsınız” kabilinden toy sorularım bu kitapta son ve cevap buluyor, ne dersiniz? Aslında toy değil, akıllı sorulardı onlar, çünkü her yazar kitaplarının en az birinde mutlaka zuhur eder. Ben de aile fertlerim, değer yargılarım, dünyaya bakış açımla pek çok kitabıma izimi bıraktım. Ama sanırım eteğimdeki taşları Hayat ve Hüzün’le boşaltmış oldum. Tamamen mi? Hayır! Bir iki çakıltaşı daha var dökülmeyi bekleyen! Bir söyleşinizde, “Ben biraz Ayşe Kulin’den sıkıldım” diyorsunuz! Bu cümleyi duyunca biraz şaşırdım doğrusu! Bunu biraz açabilir misiniz? Veda ve Umut benim dünyaya gelişimi hazırlayan kitaplardı. Hayat ve Hüzün’le, okurlarımı aileme doyurduğumu sanıyorum. Kabak tadı vermenin lüzumu yok! Araya en azından iki kurgu roman sokmadan, kendi yaşamıma geri dönmeyeceğim. Bu üçlemede ailenizin kuşaklar boyu süregelen hikâyesini kaleme aldınız. Bu son bölümden oluşan iki kitapta da kendinizi anlatıyorsunuz. Sizi anlatsa da babanız Muhittin Bey etrafında şekilleniyor biraz. Ayşe KulinMuhittin Kulin ilişkisini anlatır mısınız? Sadece ailemin değil, beş kuşak boyunca, ülkemin hikâyesini de kaleme aldım. Babam benim geniş ailemin içinde en hayran olduğum, beni en etkilemiş kişiydi. Hayatım onunla örülmüş gibi dursa da, geriye dönüp baktığımda, ne kadar az zaman geçirmişiz birlikte. Ben 12 yaşında yatılı okula bir başka şehre yollanmışım, yaz tatillerinde babam hep çalıştığı için buluşamamışız. 19 yaşında evlenip yurtdışına gitmişim. 1968’den itibaren aynı şehirde yaşıyoruz ama annemle babam çok saygılı insanlar oldukları için hiçbir zaman iç içe değildik, evime habersiz gelmezlerdi. Buna rağmen babamın izi çok derindi üzerimde, haliyle otobiyografimin baş kahramanı da o oldu… Öyle ki Babama adlı bir şiir kitabınız bile var… O şiirin ilk bölümünü 1983’te, babam 80 yaşına basarken, ona armağan olsun diye yazmıştım. Eğer aylık dergide yayımlatabileydim, doğum günü olan 1 Nisan’da müthiş bir armağan olacaktı. Nasip değilmiş. Hasta yatağının başucunda beklerken şiirin orta bölümünü, ölümünden sonra da son bölümünü yazdım. Yaklaşık yirmi yıl sonra yayınevi, şiiri Babalar Günü’nde yayımlasın diye tüm babalara atfen bir bölüm daha ekledim. Kitap en çok Babalar Günü’nde, babalarına hediye almak isteyen “büyük çocuklar” tarafından hâlâ satın alınıyor, ben de böylece müstesna bir babayı diğer babalara tanıtma imkânı buluyorum. Hayat ve Hüzün, sizin hayatınıza dair anılara yer verirken, öte yandan sizin çevrenizde gelişen hayatlara, daha da önemlisi Türkiye’nin kırk yıla yakın tarihine odaklanıyor. Sanırım bu sonuncusu daha ağır basıyor… Elbette öyle! Benim hayatımın, Türkiye’nin kırk yılının yanında lafı mı olur! Ben sadece bir vasıta oluyorum, 194183 yılları arasında yaşanan olayların akışını okura aktarmak için. “ŞİDDETİN MANTIĞI VE VİCDANININ OLMADIĞINI ÖĞRENDİĞİMDE ÇOCUKTUM” Dönüp baktığınızda eksik kalan anı var mı? Fark ettiniz mi böyle bir şey? Etmez olur muyum! Füreya hariç, her kitabımın arkasından kalp ağrıları çekmişimdir. Bir o kadar daha yazabilirdim. Bazı yerleri çok uzun yazdım, sonradan attım. Bazı yerleri unuttum, hatırladığımda geç kalınmıştı. Bazı yerleri de istemeden çıkarttım, sırf kitap bir intikam belgesine dönüşmesin, kimseyi rahatsız etmesin diye. Yazar İpek Ongun’la kolejden arkadaşsınız. Hatırladığım Nazlı Eray’la da aynı dönemde okuyorsunuz değil mi (Gene hatırladığım, eylemlerde birliktesiniz Nazlı Hanım’la)? Geniş yer ayırıyorsunuz kolej yıllarınıza… Sadece İpek ve Nazlı değil, Pınar Kür de sınıf arkadaşımdı, Tomris Uyar da. Bizim okulun değişik sınıflarından çok yazar ve oyuncu çıktı. Kolej yıllarıma uzun yer verdim çünkü okul yıllarım çok mutlu olduğum bir dönemdir hayatımda ve ayrıca beni ben yapan unsurlardan biridir okulum. Hayatın koşuşturması, evliliklerin arasında siyasi alanlarda yer alıyorsunuz; 67 Eylül olayları, 27 Mayıs, 12 Eylül… Bir anne olarak bu süreci nasıl değerlendirirsiniz? Sadece bir anne olarak değil, önce bir çocuk, sonra bir genç kız ve nihayet bir anne olarak değerlendireyim o tarihleri. 67 Eylül bana bilinçsiz insan güruhlarının galeyana geldiklerinde dönüşebilecekleri tehlikeli “hayvan”ı gösterdi. Şiddetin mantığının ve vicdanının olmadığını öğrendiğimde henüz çocuktum ama iyi ibret aldım. 27 Mayıs darbesi sonrasında, en ulvi, en iyimser, en masum amaçlarla dahi darbe yapılmaması gerektiğini öğrendim. 12 Eylül’de bir anneydim artık. Kendi çocuklarım kadar, şiddete uğrayan her çocuğa, her genç insana ağlıyordum ama elimden hiçbir şey gelmiyordu; tıpkı bugünlerde intikam duygusunun perişan ettiği asker, yazar, bilim insanı, gazeteci ya da salt muhalif kimlikli yüzlerce insana, içimin parçalanıp elimden hiçbir şeyin gelememesi gibi! Çaresizlik feci bir his, biliyor musun! Bugün yazarak geçinen, yazdıklarınızla iyi de kazanan bir yazarsınız. Ama buralara hangi aşamalardan geçtiğinizi okuyoruz… Evlilikler… Gazetecilik, sahne arkasında geçen yıllar… Okul yıllarında tiyatro da var… Tüm bunları dişle, tırnakla, kazıyarak başarıyorsunuz. Bir tür hayatın hüzünle geçen, ama ba şarıyla, mutlulukla devam eden bir hayatın yarı hikâyesi olarak da okuyabilir okur bu kitapları, ne dersiniz? Hayat’ta değil ama Hüzün’de hayatımın çok zor yılları var. Bu iki kitabın dışında kalan hayatımın diğer yarısı, bir yükseliş çizgisindedir diyebilirim. Bir arada tutmak, okutmak, eğitmek, tehlikelerden sakınmak için kendimi paraladığım çocuklarıma harcadığım gençliğimin ve emeğimin boşa gitmediğini görmek, iyiydi. Hepsi okudu, meslek sahibi ve aile babası oldu; en önemlisi de iyi birer insan. Oysa haksızlığa uğramışlık duygusu onları kötü etkileyebilirdi. Ben de nihayet hayatta en çok sevdiğim işi yaparak para kazanma imkânı buldum. Daha ne olsun? Memnunum hayatımdan. Evliliklerinizi de anlatıyorsunuz… Ve epey de hayatınızın mahremine girmişsiniz. Oğullarınız özellikle okuduklarında ne tepki gösterdi? “Hayatımın mahremine hiç girmedim desem! Çocuklarım kitapları okudular ve neden sadece bu kadarını yazdın, anne?” diye sordular. Ben de onlara çünkü yazdıklarımın dışında kalanlar bizim mahremimizdir, başkalarını değil sadece bizi alakadar eder, dedim. İçlerinde kalanlar varsa, ileride bir gün kendileri kaleme alsınlar çektiklerini. Ben, bu kadarını yazmayı seçtim, çocuklarıma adını veren kişiyi, insan içine çıkamayacak hale getirmemek için. Hayat ve Hüzün, 19411983 tarih aralığını kapsıyor. 1983 yılından sonraki yıllarınızın serüveni (bu iki kitabın yayımlanışından dört ay geçtikten sonra baktığınızda) yazılır mı dersiniz? Ben kamera arkasında zamanın en parlak yönetmenleriyle (Tunca Yönder, Ali Tara, Üstün Barışta) halkla ilişkiler sektöründe tüm zamanların en büyük ustasıyla (Betül Mardin), gazetecilik alanında Cumhuriyet’e dışarıdan yazı vererek, Güneş ve Dünya gazetelerinde kadrolu olarak çalıştım. O günlerime dair öyle anılarım var ki, aktarmazsam yazık olur. Ayrıca, 1984’te yayımlanan öykülerimden başlayarak ve elbette Aylin’i de unutmayarak, tüm romanlarımı neden ve nasıl yazdığımı da hikâye etmek isterim, zamanım kalırsa. Buna hayatımın diğer otuz yılı diyemeyiz ama mesleki alanlarda bir anılar demeti diyebiliriz belki, yazılacak olurlarsa. Haydi, bir itirafta daha bulunayım, dört çocuklu ve sekiz torunlu bir hatun kişi olarak, bilgisayar başında oturduğum kadar da mutfakta tencere başında durdum, hayatım boyunca. Mutfak serüvenim de, az parayla çok kişiyi doyurma marifeti olarak önünüze gelebilir bir gün. Çünkü yemek pişirmeyi, yemeği ve yedirmeyi çok severim!.. Dürbünümde Kırk SeneHayat (19411964)/ Ayşe Kulin/ Everest Yayınları/ 338 s. Dürbünümde Kırk SeneHüzün (19641983)/ Ayşe Kulin/ Everest Yayınları/ 282 s. 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1108
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle