25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA İlk kitaplarda yaş eşiği Geçen yirmi beş yılda Konuk’tan önce dört öykü kitabı daha yayımlamıştı oysa Altuntaş: Çapraz Etem (1975), Reis Öldü (1979), Arkasızlar (1987), Zengin Kapısı (1993). Azımsanmayacak bir birikim, verim… Bu hesapla ilk öykü kitabını kırk üç yaşında yayımlamıştı demek yazar. Turan Altuntaş’ın anlattıklarının benzerlerini pek çok kişinin yaşadığı kestirilebilir kolayca… Sonra ne mi oldu, günün birinde, Turan Altuntaş’ın ölüm haberine rastlamayayım mı Cumhuriyet’te… Ne acı… Acaba Altuntaş’ı şanslı mı saymalıyız yine de? Öyle ya, beş öykü kitabının da yayınını yaşamış, şikâyetçi olsa da öyküleri bir biçimde ilgi görmüş… Bir de kitabını göremeden dünyamızdan ayrılanlar var. Örneğin Gülşen Mutlu’nun (19402010) Kıyıya Vuran Öyküler (Ürün, 2011) adlı kitabı, kızı Meltem Türkoğlu tarafından yayına hazırlanmış. ÖYKÜ AĞACI ÇİÇEK AÇARKEN YAŞA BAKILMAZ “Genç öykücü” derken insanın gencini mi düşüneceğiz yoksa öykücünün gencini mi? Bilimciler, genç insanın yaş eşiğini dirimbilimsel ölçüler ışığında belirliyor. Genç öykücü nitelemesinin bu ölçülerle belirlenemeyeceği ortada… O halde genç öykücünün yaş eşiğinde anlaşabilmek için iyi kötü bir uylaşımda buluşmak zorunlu. Çok öncelerde genç öykücülere dönük yayımladığım bir yazımda, kırk yaşa dek “genç” nitelemesi içinde aldığımı belirtmiştim yazarları. Bunda bir anlaşma sağlanabilir mi, bunu kestirmek güç. Yine de bir öneri benimki… İlk öykü kitabını seksenlerinde verimleyenler için ne diyeceğiz peki? Ya gençlerin ölü doğan verimleri ile altmışında dipdiri öykülerle karşımıza gelenlere? Yazarın yaşına, ilk kitabının yayın tarihine bakmak yerine alanda verimine, süreğenliğine bakmak daha doğru belki… Bu yazınsal türü kendisi için yaşam biçimine dönüştürdüğünü gösterebilmiş mi yazar? Alana yönelik emeğiyle, yansıttığı süreğenlikle, tüm zamanlarını buna ayırıp, ötesinde yaşamını buna özgüleyerek kendine kalıcılık sağlayabilmiş mi?… Bu çerçevede ilk kitabın genç yaşta yayımlanışı görece, on yıllar boyu sürmesi umulan bir yazarlık yaşamı içine yerleşecek dönemeçlerin, uğrakların, eşiklerin bütün halinde daha kolay algılanmasını sağlayabilir belki… Ayrıca yazarın genç yaşta giriştiği kitap yayını, onun bu alandaki üretim, başarı çetelesini ortaya koyacaktır ister istemez. Örneğin Özlem Özyurt (d.1980) otuz bir yaşında yayımladığı ilk öykü kitabı Bir Şehir Varmış Bir Şehir Yokmuş (Yitik Ülke, 2011) ile daha mı şanslı sayılacak bu durumda? Ona oranla ilk öykü kitaplarını kırk beş, kırk altı yaşında yayımlamış görünen Cevat Erdoğan (d.1965) İlkyazla Dönüş (Kanguru, 2010), Özden Günay (d.1965) Pencereler (İlya, 2011) ile daha mı az şanslı peki? Bunların yanında Bünyamin Çelebi (d.1953) O Sen misin? (İkinci Adam, 2011), Mehmet Doğan Karakuş (d.1951) Cino (Sone, 2011) adıyla, elli sekiz, elli dokuz yaşlarında yayımladıkları ilk öykü kitaplarıyla hepten şanssız yazarlar olarak mı değerlendirilmeli? Bir de bunların yanında Mehmet Erikli’nin (d.1986), ilk deneme kitabı ardından yirmi dört yaşında ikinci kitabı olarak yayımlansa da ilk öykü kitabı Zaman Kurucusu’nu (Yitik Ülke, 2010) düşünün… Yukarıda andıklarımdan Turan Altuntaş ile Gülşen Mutlu’nun dışında kalanlardan kimlerin öykücülüğümüze tam anlamıyla katkı koyacağını, bunun nasıl bir eğri çizeceğini kestirebilir miyiz? Yine orta yaş eşiğinde yayımlandığı öngörülebilecek Nazmi Bayrı’nın Otel Atlantik (Kanguru, 2010), Nergiz Suzan Şanlıalp’in Bu Dünyadan Sen de Geçtin (İlya, 2009) adlı ilk kitapları kadar bunların yanında daha başka yazarların ilk öykü kitapları da düşünülebilir kuşkusuz… O halde yapılacak iş, yazarların yaşlarıyla ilk kitaplarının yayımlanış tarihlerine bakarak bağ kurup, bundan genel geçer yargı çıkarmak yerine kitaplardan içeri girip bunlara değgin, verimlendiği türe yönelik getirdikleri erke üzerine düşünce üretmek daha doğru bir tutum olarak görünüyor bu noktadan bakıldığında… Öyle ya, ağaçlar her yaşta nasıl çiçek açıyorsa buna benzer biçimde insan da, yaşı nerelere varmış olursa olsun kitap verimleyebilir herhalde. BİRİKTİRİLEN ÖYKÜDEN BİRİKİME DAYALI ÖYKÜYE İleri yaşlarda yayımlanan ilk kitaplar, yazarların on yıllar öncesinden bugüne getirdiği emekle süzdüklerine, biriktirdiklerini bozup yeniden yaparak bu dönüştürümleri elden geçirip yeni dönüşümlere uğratarak ortaya koyduklarına mı yaslanmaktadır? Sözün kısası türe yönelik bir birikimin on yıllar içinde ulaştığı düzeyi mi imlemektedir ilk kitaplarda yer tutan öyküler, yoksa yıllar içinde öykü sanatının uğradığı değişkelerle dirsek teması bile kurulmadan bunların hiçbirinden yararlanılmadan bellenilmiş güdülerle memur gibi aynı işler yapılarak emekliye ayrılmış birinin davranış biçimine uygun kurutulmuş çiçekçesine kaleme alınarak biriktirilmiş ardışık öyküler toplamı mıdır? Öykülerin yıllar içinde damıtılarak belirli birikimlere yaslandığı izlenimi bırakanları yok değil elbette, ne ki alışıldık tutumla yıllara dağılmış halde aralıklarla aynı öyküleme biçeminin sürdürüldüğünü ele veren bir biriktirim toplamı olduğunu yansıtan örnekler daha çok yine de. Andıklarımdan Nazmi Bayrı’nın Otel Atlantik’i, Özden Günay’ın Pencereler’i üzerinde durmak istiyorum kısa kısa… Kitaba adını da veren “Otel Atlantik” öyküsünde Bayrı, anlatımıyla evrenini büyük bir uyumla yerleştiriyor öyküsüne. Bir uzak anlatımın egemen olduğu öykülerinde yazar, farklı bir dil yaratmaya çabalıyor, kimileyin alaysamalara da kanca atarak. Bu tam anlamıyla gerçekleşmiyor belki, ama yine de göz dolduran hoş bir girişim bu. O zaman öyküde, evreni uzak bakışlarla kurarken kişilerini lekelerle belirginleştirmeye girişiyor yazar. Düzlem geçişlerinde, bunları birbirine ilmeklemekte, bir anda kesiklik yaratarak, sıçrayıp eylemliliğe yol açarak hoş kıpırtılara, esintilere yer açıyor öykülerinde… Anlattıklarının yeni olduğu söylenemez Bayrı’nın. Bütün bunlar, daha önceleri de anlatıldı elbette. Ancak yazarın bunları farklı kılmak için yoğun çaba harcadığı, dilsel biçemsel açıdan yenilikler getirmeye çalıştığı görülebiliyor. Özden Günay, daha önce dergilerde birkaç öyküsünü okuduğum bir yazar. Demek ki öyküler bir ilk kitapta toplanmış oldu: Pencereler. Genelde anlatımcı öyküler denebilir Günay’ın verimleri için. Ötesinde işlevsiz pek çok yığma ayrıntı yerleştirilerek anlatıya, uçarı hava yansıtılmaya çalışılıyor. Sait Faik’te gözlenen, kendini salıverenlerin aktarısı havasında bir biçemle de kol kolalık sergileniyor. Bütün bunlara karşın öyküde anlatmak istediklerini örtük tutmayı başaran bir yazar Özden Günay. Bu çerçevede gerçekliğin geçmişteki görünümleri peşinde koştuğunu gösteriyor çokluk. Duyarlıklara zaman zaman duygulanımların, çağrışımlarla anıların eşlik ettiği bu anlatılarda yumuşak, yüreğe dokunan öykü evrenleri kurmayı, kişileri romantik kıvrıntılarla bu yönde yapılandırmayı seçiyor daha çok. Ancak arındırıyı, eksiltiyi bilmekle birlikte zaman zaman ipin ucunu salıp öykünün peşine takıldığı oluyor. O zaman anlatıcılıktan kurtaramıyor kendini yazık ki. ÖYKÜNÜN BAHAR TOPRAĞINDAKİ GENÇ KARINCALAR Yıllar içinde hep aynı anlayışa dayalı olarak biriktirildiği düşünülebilecek öykü verimleyip durmak yerine sürekli öyküsel birikim yönünde ilerlemesi gerekiyor öykücünün. Ahmet Oktay’ca söyleyecek olursak bir öykü fabrikası kurmuş da burada seri üretime geçmiş havasında izlenim bırakmamalı yazar… Yayımladığı öykü kitaplarının, kendi öykü evrelerini imleyecek eşiklere dönüşeceğini unutmamalı! İşte o zaman “genç öykücü” dediğimizde, çalışmalarıyla neredeyse bir açık öykü laboratuvarı kurmuş biri gelebilir gözünüzün önüne. Çünkü o zaman yaşamının bütün dönemlerine yayılacak biçimde öykücü olarak genç yazarın portresine ulaşacağız demektir kolayca. Örneğin Orhan Kemal’i düşünelim. Nâzım Hikmet’in yörünge değişikliği yarattığı tarihten başlayarak Orhan Kemal’in verimlediği, çeşitli kitaplarına dağılan toplam iki yüz elli dolayındaki öykü, onun öykücü olarak portresini de ele vermez mi aynı zamanda? İleri yaşlarda verimlenmiş, sonrasında yalnız bununla yetinilmiş ilk öykü kitabının, öykücülüğümüz içinde nasıl bir anlama karşılık geleceğini varın siz düşünün… Buradan hareketle genç öykücü Özlem Özyurt’un Bir Şehir Varmış Bir Şehir Yokmuş adlı öykü kitabına geçelim şimdi de… Özyurt, dramatik öğelerin serpiştirildiği ince duyarlıklarla örülü, ama ustalık yansıtsa da bildik diyebileceğimiz bir öyküleme biçemiyle karşımıza geliyor öykülerinde… Çünkü genç yazar, hemen bütün öykülerinde önyüzle artalan arasında bir geçirgenlik barındırıyor öykülerinde. Önyüzden baktığımızda, bunda belirgin bir örtmeye gidilmediği için artalan sezilebiliyor çabucak. Yine de yazarın hayat karşısında acıya inat, iyimser emeçlerle tutunması öykülerinde, önemli! Anlattıklarını çağdaş masal havasıyla yansıtması üzerinde de durulabilir ayrıca… Cem Kertiş (d.1978), ilk şiiröykü kitabından sonra yayımladığı ikinci, ama ilk öykü kitabı denebilecek Sevgibey’de (Tekin, 2011), ilk ağızda biçemiyle dikkati çekiyor. Ah bir de zaman zaman bulaştığı şairanelikten uzak durabilse… Bir kusuru buysa yazarın, bir kusuru da artalana yükleyebileceği anlam yoğunluklarında yeterli yükseklik sergileyemeyişi… Kertiş, yer yer karamsar bir tutuma sahip olsa da, özellikle öykülerinin sonuna yerleştirdiği, buradan bütüne gönderip yaydığı ılık havayla bunu yumuşatıyor. (“Büyüklerin olmasa bile çocukların Allah’ı vardır.” [28]) Andığım ilk öykü kitaplarının tümüne değinip birkaç satırla bunlar üzerinde durarak genel anlamda yazınsal kalıcılığa getirecektim konuyu… Ama baksanıza, kitapları bile tamamlayamadım daha. Önümüzdeki haftaların birinde bu kez yazınsal kalıcılık üzerinde duracağım “Kitaplar Adası”nda… Öyle ya, hadi ilk kitaplardaki yaş eşiğinde üç aşağı beş yukarı anlaştık diyelim… Kalıcılıktan neyi anlıyoruz peki? ir mektup aldım. Satırlarından orta yaş eşiğine vardığı sezilen bir yazar şunları yazmıştı: “Cumhuriyet Kitap Eki’ndeki yazılarınızı zaman zaman okuyorum. Son okuduğumda 5 genç yazarın öykü kitapları ile ilgili samimi duygularınızı gözledim./ Belli ki, genç yazarları teşvik etmek adına, onları oldukça yüreklendiriyorsunuz./ Ben de ilk öykü kitabımı çıkardım. Ama sizin özenle öne çıkartmaya çalıştığınız genç yazarlardan birisi değilim./ Bir zamanlar elbette ben de gençtim. (…)/ Neredeyse son yirmi yıldır biriktirdiğim öykülerimi, nihayet kitap haline getirebildim./ Geç kaldım biliyorum, ama bir yerden başlamak gerektiğinin de farkındayım./ Belki umut vadeden genç yazarlardan değilim ama umudunu hiç yitirmeyen bir kuşağın ferdiyim.” Bir yazarın ya da yazar adayının yayımladığı ilk kitapta ille de bir yaş eşiği aranmalı mı? Bunda doğruluk payı olduğunu sanmıyorum kendi payıma. Bana sorulursa çiçek açarcasına her yaşta kitap verimleyebilir insan… Yedi yıl kadar oluyor. Aykırı Sanat’ın yayın yönetmenlerinden Köy Enstitüsü kökenli yazar Turan Altuntaş’tan (d.1932) bir mektup almıştım. Bir arkadaşının katkısıyla yayımlandığını duyurduğu Konuk (Nera, 1999) adlı beşinci öykü kitabını da eklemişti. Hüzün dolu, koygun bir mektuptu, öykülerinin gereğince ele alınmadığını yazıyordu. SAYFA 22 12 MAYIS B 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1108
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle