Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
maney es alakın halefeyürütyetullar zinadı ¥ taptan alınan referanslar da var: Zero Degrees of EmpathyA New Theory of Human Cruelty (Empatinin Sıfır Dereceleriİnsan Zulmü Üzerine Yeni Bir Teori). Simon BaronCohen imzalı kitapta empati odaklı bir yaklaşım geliştiriliyor. Çağın en eksik dürtüsü... Eksik olması bir yana neredeyse ihtiyaç da hissedilmiyor buna. Zaten “biz ve onlar” ötekileştirmesini, ayrımını yaptığınız andan itibaren sıfırlanıyor empati. BaronCohen, “Zulmün temelinde insanın kendini başkalarının yerine koyabilme yeteneksizliği yatıyor” diyor. İnsanların empati düzeylerini 0 ile 6 arasında sınıflıyor ve empati düzeyi sıfır olanların bir bölümünün zulmetmeye eğilimli olduklarını ortaya koyuyor. Bu önce genetikten geliyor, sonra aile ve okulda aldığı eğitimle gelişiyor. Sonra da hayatta, iş hayatında, siyasette medyanın da pompalamasıyla kökleşiyor. değiş çıkarnem ve ediha da eniyor. Sonra ileri ikr zueterini ve onolma eki din endüsmlisa şimuz ve cinsiyet dukları iyet imizi itlik, ar saelede a birr” çiz azlumüm yayarılmiş, da he¥ “CEMAATÇİ BİZ, AYRIMCI VİCDAN’I YARATIYOR” Cemaatçi biz’i yaratıyor... Evet, “cemaatçi biz”... Çok güzel, tamamen budur. “Ayrımcı vicdan” diyorsunuz mesela kitapta.. Tabii o “cemaatçi biz” vakit yitirmeden ayrımcı vicdanı yaratıyor. Ayrımcı vicdan zalim bir vicdandır. Ayrımcılık yaptığı ötekilere karşı uygulanacak her türlü zulmü baştan meşru ve kabul edilebilir sayar. Ne menem bir “vicdan”sa artık... Eh işte vicdan dediğin şey insanın tüm değer yargılarının ürettiği bir tür bilinç. Bütün tarih ve benzeri geçmişe dönük serüvenler diyelim savaşlar, zulümler vesaireler ayrımcı vicdanı maalesef pekiştiriyor. Ben kitapta da vicdan ile bilinç’i birbirlerinin yerine kullanıyorum geçişli olarak. Hemen hemen aynı şey; biri daha çok ahlaka, kurala dayalı, öbürü daha çok olup bitenlere dayalı. Ama her ikisi de neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırmaya gelince hemen eşleşiyor. Bunu “biz ve ötekiler” diye ayırdığın andan itibaren empati de sıfırlanıyor, zulüm de en yüksek düzeye çıkıyor. Günümüz için konuşursak küresel zulmün ardında Huntington’ın özellikle ikinci kitabı Biz Kimiz?’deki hastalıklı, ayrımcı, ırkçı duygu yatar. Huntington Biz Kimiz?’de, “insanların yaptığı iş, sınıflar vesaire değil, kökleri önemli” diyor ve böylece insanlığı hemen tekrar tarım dönemine ve endüstri dönemine götürüp diniyle, mezhebiyle, ırkıyla ve milliyetiyle tanımlıyor ve doğrudan nifak tohumları ekiyor. Huntington yüce(!) ayrımcı vicdanıyla “ötekiler”i açık açık tanımlıyor da üstelik. Huntington’ın deyimiyle Batı Uygarlığı; Batı ve Kuzey Avrupa, Birleşik Amerika, Kanada ve Avustralya’dan oluşur. Bu uygarlık tek ve biriciktir, asla taklit edilemez ve kendisine benzeşilemez diyor. Kalanı “öteki” yani... Bildiğimiz faşist yani... Gayet tabii. Huntington bu yüzden yirminci yüzyılın en büyük kültürel ve siyasal mucizesi sayılabilecek Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ve bir dintarım toplumu olan Osmanlı İmparatorluğu’nun bir ulus devlete, bir çağdaş devlete dönüşmesi deneyimini reddediyor. “Siz nasıl Batılılaşabilirsiniz, zaten Batılılaşma diye bir şey yok ki” diyor; “sizin bütün yaptığınız toplumu ikiye bölmektir” diyor. “Toplumu ikiye böldünüz şimdi bundan vazgeçin, bu laikliği falan bırakın, Mustafa Kemal Ata Emre Kongar “Sorgulamak da bilinç gerektirir. İyi ki sorguluyoruz ve daha çok sorgulamalıyız. En çok da kendimizi! Benliğindeki zalimin üstesinden gelemeyenler, içimizden, toplumsal ve siyasal yapımızdan yetiştirdiğimiz zalimlere karşı koyamaz. Üstesinden gelebilmenin yolu o dürtüyü nasıl kontrol etmemiz gerektiğini anlamaktan geçiyor. İstisnasız hepimiz zalim aday adayıyız! Hepimiz potansiyel zalimiz! Kitapta faşizan çılgınlığın geldiği boyutları ortaya koyan iki ibretlik örneğe, bir zamanların Nazi Almanyası’na ve sonra da ABD’deki McCarthy dönemine özellikle dikkat çekiyorum bu nedenle” diyor. türk’ü reddedin, hatta Rusya’da Lenin’in reddedildiğinden daha şiddetle Atatürk’ü reddedin” diyor. “Siz İslam uygarlığına geri dönün, özüm budur deyin ve İslam devletleri, ülkeleri arasındaki liderlik için uğraşın en çok. Buna donanımınız da uygun olabilir, çünkü uğraşmışsınız, didinmişsiniz biraz uygarlaşmışsınız belki bunu başarırsınız” diyor. Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti, Huntington’a göre “olmaması gereken bir deney.” Onun için de buna şiddetle karşı çıkıyor. Uygarlıklar Çatışması kitabında da koskoca bir bölüm ayırdı buna, bu niçin olmaz, Türkiye niçin bölünecek diye. Maalesef Amerikan neoconları (Yeni Muhafazakârları) bütün dünyaya bu çizgide bakıyor. Yeni dünya jargonları moda oldu bir de, literatüre giren “yeni emperyalist” kavramları da inceliyorsunuz kitapta. Evet, neofaşizm seviyor böyle absürt sloganlar üretmeyi. “İnsancıl emperyalizm” (humanitarian imperialism) diyor mesela. İnsancıl diyor adamlar insancıl! “İyi niyetli emperyalizm” (benevolent imperialism) diyorlar, işte “Liberal emperyalizm” (liberal imperialism), “kozmopolit emperyalizm” (cosmopolitan imperialism) falan. Londra Üniversitesi Uluslararası Siyaset Profesörü Ray Kiely, Rethinking Imperialism (“Emperyalizmi Yeniden Düşünmek”) adlı kitabında ABD’nin Irak ve Afganistan örneklerinden yola çıkarak, bütün bu yeni kavramlar “ikna edici değildir, antidemokratiktir ve kendi içlerinde çelişiktir” diyor. Biz daha da ileri gidelim düpedüz saçmalıktır, eşyanın doğasına aykırıdır! Dün Yahudiler hedefteydi bugün Müslümanlar... Zulüm virüs gibidir kısa sürede yayılır, bulaşır, öyle ki zamanla kimse kendisini pençesinden kurtaramaz, kurtaramamıştır. Komünistler, sosyalistler ve genellikle solcular da hedefte değil miydi? Ateistler ve agnostikler de öyleydi. Birinin “ötekisi” hep vardı... Şimdi Müslümanlar hedefte evet, Huntington’ın görüşlerine göre Sovyetler Birliği çöktükten sonra önlerindeki düşman hem de daha büyüğü İslam uygarlığı. Üstelik Huntington orada da durmuyor ve “Batı uygarlığı bunu da yenerse, bu sefer Çin uygarlığı gelecek” diyor. Bir de “herhangi bir uygarlık rahatladığı zaman, karşısında bir meydan okuma olmadığında çöker” diyor. “Uygarlıklar mutlaka bir meydan okumayla karşılaşmalı ki uygarlığını geliştirebilsin” diyor ve bu nedenle Batı’nın karşısında yeni düşmanlar üretiyor. “KİTABIMDA KİMSEYİ HEDEF GÖSTERMEDİM” Zalimin dili konusuna gelirsek nefret söylemlerinin dünyada da, ülkemizde de hangi cinayetlere sebep olduğuna yakın tarihten örneklerle yer veriyorsunuz kitabınızda. Sonra “Bir ülkenin lideri mahkemelerde görülen davalar için “Men Dakka Dukka” (Kapı çalanın kapısını çalarlar; dün bana bugün sana, anlamında) derse o ülkede artık muhalefete, eleştiriye ve hatta en genel anlamıyla özgürlüklere yer kalmaz, zulüm her yere egemen olur, ortam bir cehenneme dönüşür” diye yazıyorsunuz mesela. Bir ülkenin yöneticisi, başkanı, başbakanı, lideri, kendi kişisel öfkesini, kin ve nefretini, yönettiği ülkenin idari, adli ve mali mekanizmasına yansıttığı zaman, o ülke artık yaşanmaz hale gelir. Zalim bir lidere karşı direnişin tek ve biricik yolu, demokrasiyi, insan haklarını, laikliği, hukuk devletini, sosyal devleti savunmaktır. Bu konuda “ama” diyenlerin sayısı da az değil farkındayım ama hedef zalim olmamak olmalı, mazlumken zalime dönüşmemek olmalı. Ülkemizde zulme uğramış kitleleri de okuyoruz. İçlerinde yok yok... Maalesef öyle. Kadınlar, yoksullar, muhalefettekiler, Aleviler, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Kürtler, düşman işgaline uğrayan tüm topraklardaki ve özellikle Anadolu’daki halk, Türkler bu topraklarda tarihsel olarak zulme maruz kaldılar. Ama ben Türk’üyle, Kürt’üyle, Rum’uyla, Ermeni’siyle, Yahudi’siyle, Süryani’siyle, Nasturi’siyle, Levanten’iyle, Sünni’siyle, Alevi’siyle, Şii’siyle, Ortodoks’uyla, Katolik’iyle, Protestan’ıyla, ateistiyle, içimizdeki zalimi bozguna uğratacağımızı biliyorum. Zalimler geçici kazanır, bu hep böyle oldu. Bencil olduğunuz için demokrasiden yana olduğunuzu yazıyorsunuz kitapta. Gayet tabii, çünkü ancak demokra12 tik bir rejim altında mutlu ve verimli olabileceğimi, insanca yaşayabileceğimi düşünüyorum. Bunu yitirmek istemiyorum. Demokrasi adına bencilim. Bencil olduğum için demokratım, herkes için demokrasi olmazsa benim için de olamaz. Bu konuda istisna da değilim. Onun için içimizdeki zalime karşı özellikle seçim dönemlerinde uyanık olmak zaruri diyorum. Tatlı su entellerini de yazıyorsunuz kitapta. Bu dönek entellerin zulme destek veren bir saldırganlık sergilediğini ifade ediyorsunuz. Açar mısınız bunu?. Kitapta “entel” sözcüğünü, “çıkar uğruna düşünceleri değiştiren” anlamında kullanıyorum. Üç grupta topladım: İşte otoriter yapılanmaya destek veren ilk grup “tatlı su entelleridir” diyorum. Güce tapar bunlar, kim güçlüyse onların yanındadır. Yandaşı oldukları otoriterlerin değirmenine özellikle kamuoyunu yönlendirmek anlamında su taşımakla sorumludur. İkinci grup dönekler, Gamze biliyorsun işte militandırlar, hırslı ve hınçlıdırlar. Kendi geçmiş beceriksizliklerini, omurgasızlıklarını hiç sorgulamazlar. Zamanında yine dönerek destekledikleri ideolojiler sonuca ulaşmayınca ceremesini o gün için karşıtı oluverdikleri saftan çıkarırlar. Her an herkese karşıt olmaya hazırdırlar. Yarın onları bambaşka bir ideolojinin bayraktarlığını yaparken görebiliriz. Karşımıza senden benden daha demokrat çıkıverirlerse şaşırmayız bile! Üçüncü grup ise entel kimliğindeki normal insanlardır; susar, sorgulamaz, merak da etmez. Bol miktarda var. “KEŞKE BU KİTABI YAZMAK ZORUNDA KALMASAYDIM’’ Egemen güçler ekonomiyle de dövüyor ve hatta yıkıyor surları... Bir ekonomi mezunu olarak öne alarak soruyorum; kitabınızda yer verdiğiniz bir ekonomi tetikçisi olan John Perkins’in itiraflarını... İstihbarat örgütleriyle bağlantılı bir ekonomik danışma şirketinde baş ekonomist olarak çalışmış John Perkins. Çokuluslu şirketlerin istihbarat örgütleriyle ortaklaşa çevirdiği dolaplara yakından tanık tabii. Bir süre sonra artık katlanamamış ve bir kitap yazmış. Ekonomi tetikçileri kısaca ülkeleri borca harca sokmak için ne gerekirse onu yapıyor. Görünüşte elektrik santralları yapıyor, havaalanları yapıyor, yollar yapıyor falan, daha doğrusu bunları ülkelerin yapabilmesi için borç sağlıyor. Tabii karşılığında da bu projeleri Amerikan şirketleri yapacak. Koşul bu. Ülkeler ödeyemedikleri zaman da ABD lehine ödün vermek zorunda bırakılırlar. Birdenbire üsler kurulmaya başlanır bu ülkelerde. Birdenbire arazilerin hakları falan devredilmeye başlanır. Bu borç nedense hiç bitemez. Diyet diyor Perkins, öyle kolay kolay ödenemez yani. Bu kitabı yazdığınız için utanç duyduğunuzu da okuyoruz. Son sorumuz bu olsun. Neden? Utanç duyuyorum Gamze, çünkü bu kitapların yazılmasına gerek olmasından, buna ihtiyaç duyulmasından dolayı utanç duyuyorum. O yüzden “Keşke bu kitabı yazmak zorunda kalmasaydım” diyorum. Bunun yazılmasına, genişletilmiş baskılarının yapılmasına ihtiyaç duymadığımızda, işte o zaman utanmamız için bir neden kalmayacak. Umalım da o günler yakın olsun. gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr İçimizdeki Zalim/ Emre Kongar/ Remzi Kitabevi/ 280 s. MAYIS 2011 SAYFA 19 1108 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1108