Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
D hmet Say’ı iyi tanımayanlar onu yalnız müzik eğitimcisi bir yazar sanabilir. Kuşkusuz hazırladığı “Müzik Ansiklopedisi”, “Müzik Tarihi”, “Müzik Öğretimi”, “Müzik Atlası” gibi kitaplar onun müzik birikiminin belgeleri sayılır. Fazıl Say gibi üstün nitelikli bir besteci piyanistin yetişmesindeki emekleri de unutulmamalıdır. Ama o önce bir edebiyat insanıdır. Edebiyat öğrenimini aşan bir coşkuyla kendini geliştirmesini bilmiştir. Yaşadığımız zamanın keşişme noktalarında onu yakından tanıdım. Tartışmalarımız eksik olmasa da, ortak çalışmalarımızdaki öncü kişiliği, kurumların gelişmesine yarayan bir özellik kazanmıştır. Böyle özel bir insanın anılarını yazması, bildiğimizi sandığımız kültür ortamlarının gizli yerlerini öğretecektir bize. Kendi doğrularına öncelik tanısa da, bir bakış açısı getirecek, bize görmeyi öğretecektir. Önyargılı insan onun bir davranışına bakıp düştüğü yanılgılardan kurtulamayabilir. Alışkanlıklarımızla yaşamak kolayımıza gelir. Oysa gerçek başkadır. Dünya görüşü, edebiyat anlayışı bakımından ayrı kişilikler oluşturmalarına karşın, Enis Batur, “Kurşunkalem Portreler”de Ahmet Say’ın “gizlediği asıl kişiliğini, kimi özelliklerini şaşkınlık içinde keşfeder olduydum” diyor. “Herkesin hayatı roman ya, asıl Ahmet Say’ınki romandır” diye sözünü tamamlıyor. ALMANYA’DAN GÖRİZ KÖYÜNE “Ağaçlar Çiçekteydi” Ahmet Say’ın “anı biyografi”sinin çok yönlü bir roman gibi okunduğu anılar. (AĞAÇLAR ÇİÇEKTEYDİ, Anı Biyografi, Evrensel Basın Yayın, 2011). Müzik eğitimi yapmak özlemi içinde değişik okullardan geçerek liseyi bitirir. Matematik öğretmeni bir babayla felsefe öğretmeni bir annenin oğludur. Aile çevresinde “Cumhuriyet Öğretmeni” sanıyla anılan öğretmenler vardı. (Teyzisi Münife Baran İzmir Kız Lisesi’nde eşim Leziz Onaran’ın edebiyat öğretmeniydi. Münife Hanım’ın eşi Zeki Baran da hocam Hikmet İlaydın’ın yakın arkadaşı bir edebiyat öğretmeniydi. Hikmet Hoca’nın evinde, bir camlı dolapta Zeki Baran’ın kitapları vardı. Ahmet Say’ın yakın çevresindeki bu öğretmenler, anıları söylence haline gelmiş cumhuriyet öğretmenleriydi.) Ahmet Say’ın edebiyata yakınlık duymasının arkasında İstanbul Erkek Lisesi’nden öğretmeni Salim Rıza Kırkpınar’ın da etkisi var. Salim Rıza’nın eğitim anlayışında “öğretmen, kendini ve dersini sevdirmelidir” ilkesi vardı. Lise arkadaşları arasında Kemal Özer ile Önay Sözer var. Ahmet Say 20’li yaşlarda müzik kültürünü geliştirmek için Almanya’ya gider. Edebiyat müzik ilişkisi içinde şu gerçeğe varır: “Müzikte olduğu gibi edebiyatta da sizi SAYFA 26 5 MAYIS eğinmeler MUSTAFA ŞER F ONARAN Ahmet Say’ın anıları A saran, anlatımdaki tatlı bir akıştır.” O görkemli dili Yaşar Kemal’de görür. Almanya’da “Sosyalist Öğrenciler Birliği”ni tanır. Örgütlü olmanın bilincine varır. Toplama kamplarında Nazilerin kıyıcı davranışlarına bakıp; “Ausscchwitz toplama kampından sonra şiir miir yazılamaz.” diyen Adorno’nun felsefe anlayışıyla tanışır. Felsefede “Frankfurt Okulu” olarak öne çıkan Walter Benjamin gibi düşünürlerin görüşleriyle beslenir. Almanya’dan 1960’da döndüğünde 25 yaşındadır. Almanya’daki öğrenimini Milli Eğitim Bakanlığı onaylamadığı için “Gazetecilik Enstitüsü”nde görev alamaz. “27 Mayısçılar” liseyi bitirenlere yedek subay öğretmen hakkı tanıdığı için askerlik görevini Bingöl’ün Genç ilçesine bağlı Göriz köyünde öğretmen olarak yapar. İki yıllık Göriz köy öğretmenliği Ahmet Say’in kişiliğinde önemli bir etki gösterir. Köyün 80’lik bilgesinden öğrenmeye can atan öğrencilerine kadar nice insanın gönlünü kazanır. Kendinden vermenin sevincini yaşar. Göriz 28 hanelik yoksul bir köydür. Ahmet Say köyün kadınlarını bir gün Bingöl’de sinemaya götürür. Öğrencilere topluca halk türküleri söyletir, halkoyunları oynatır. BASKI DÖNEMLERİ Bingöl Valisi Erzincan’a atanınca Ahmet Say’ı “Halk Eğitim Uzmanı” olarak Erzincan’a aldırır. Ama Ahmet Say orada istenmeyen adamdır. O Ahmet Say ki Bingöl’den “Güneşin Savrulduğu Yerden” öykülerle dönmesini bilen olgun bir edebiyatçı kişiliği kazanmıştır. (Kimi insan en kötü koşulları kullanarak yeni bir kişilik kazanabilir. Kimi insan o koşullar altında yıkılır gider. Yıllar sonra Bingöl’e felsefe öğretmeni olarak atanan, oradan Genç ilçesine sürülen Metin Altıok, eşi Nebahat’ın desteğine karşın, yıkıldı. Ahmet Say bunu “aydın düşmanlığının ucuz örneklerinden biri” olarak nitelendirir.) Ahmet Say Ankara’ya dönünce, 1964’te, “Öğretmenler Federasyonu”nda yayın işleri yönetmeni oldu. “Öğretmenler Gazetesi”ni kurmak, “Birlik” dergisini sürdürmekti onun işi. Köy Enstitüleri ruhuna inanan Şerif Tekben, Hürrem Arman gibi eğitimcileri yakından tanıdı. Gene Ankara’da “AleviBektaşi Geleneği” ile yakından ilgilendi. Ankara’ya yerleşen Ahmet Say’a 12 Mart ile 12 Eylül askeri yönetimleri dönemlerinde çok acı çektirildi. “Yıldırım Bölge Askeri Cezaevi”nde yatarken Mahzuni Şerif’e tanıklık yaparak örgüt üyesi olmadığını kanıtlar. Ahmet Say o dönemde “Türkiye İşçi Partisi” üyesidir. “ihtilalci komünist” olduğu söylentisi üzerine, partisinin lekelenmemesi için ayrılmak zorunda kalır. Ahmet Say’ın “Mamak Askeri Cezaevi”ndeki tutuklulk günleri ayrı bir roman olur. Deniz Gezmiş ile arkadaşlarını orada tanımış, bir yandan pinpon oynamanın hafifliği, öte yandan idamlıkların ağırlığı cezaevi koğuşlarında katlanılması kolay olmayan bir çelişkiye yol açıyordu. Hele İstanbul Sıkıyönetimi’nin Ahmet görünmediğinden, eleştiri oklarına bana yöneltirdi. “Gel yap!” denen elinden hiçbir iş gelmeyen bu “eleştirel arkadaşlar”a öfkelenirdim. Ben zaten huysuz, geçimsiz bir adamımdır, yerli yersiz eleştirilerle üstüme gelen bu insanlara önce açıklama yapar, laftan anlamayanlara ise arkamı dönüp yürürdüm. Bazen de tepem atar, küstahlıklarını yüzlerine vururdum.” Ahmet Say, gülümseten bir öfkeyle anlatıyor kendini. Bilmezden gelerek anlattığı olaylar da var. “Türkiye Yazıları”nda da böyle olaylar yaşanmıştı. “Türkiye Yazıları”nın ikinci sayısından sonra Cemal Süreya dergiden ayrılmıştı. Ahmet Say bu ayrılmanın nedenini bilmediğini, çok sarsıldığını anlatıyor: “Acaba içimizden biri, Cemal’i kıracak bir şey mi yapmıştı? Vecihi, Öner ve ben, oturup bu konuyu konuştuk. Cemal’in dergiden ayrılma nedenini çözemedik.” Oysa Cemal Süreya, Zuhal Tekkanat’a yazdığı 6 Mayıs 1977 tarihli mektupta şunları yazıyor: “ ‘Türkiye Yazıları’ndan ayrıldım, bir yıldır derginin başına geçmem için yalvaranlar, daha ikinci sayıda, satışın ve gelen paranın gözleri kamaştırması üzerine, seçtiğim yazarlara vb. karşı çıkmaya başladılar. Oysa her dediğimin yapılacağı konusunda söz vermişlerdi. Bunu kasten yaptılar. Ben de çekip ayrıldım. Çünkü derginin ‘sahibi’ olarak onlar görünüyordu. Ali Püsküllüoğlu da benimle birlikte ayrıldı. Tam bir ihanet gördüm yani. Boşver...” “ ‘Türkiye Yazıları’nın her ay derece derece kalitesizleşerek sıfıra bitişeceğini göreceksin.” (ONÜÇ GÜN MEKTUPLARI, Yapı Kredi Yayınları, 2008). “Türkiye Yazıları” sağlam kurulan bir dergi oldu. “Cemal Süreya ‘Papirüs’teki deneyimlerini geliştirerek kurdu ‘Türkiye Yazıları’nı. İçeriğinin canlı ve çekici olması bundandır.” Sunu, küçük oturum, söyleşi, kendileri, kesit, olaylarmektuplar gibi bölümler dergiyi çekici kılıyordu. (Selim Esen, ‘Türkiye Yazıları’nda yayımlanan ‘Kendileri’ başlıklı yazıları ayrı bir kitapta topladı. Burada ‘kendileri’ni anlatan 27 edebiyatçı ayrı bir yazı konusu olmaya değer.) “Türk Dili” dergisinde 70’li, 80’li yıllarda edebiyat ortamını değerlendiren yazılarım vardı. Derginin durumu üzerine Ahmet Say’la tartışırdık. Onun noter eliyle Türk Dil Kurumu Başkanlığı’na benim için gönderdiği, insanı gülümseten karşı çıkışları da vardı. Bunlar hep gerilerde kaldı. “Edebiyatçılar Derneği”ni kurduğumuz zaman el ele vermiştik. O olmasaydı, “Edebiyatçılar Derneği” kurulamazdı. Ondan çok şey öğrendik; onun ‘huysuz’, ‘geçimsiz’ kişiliğiyle savaşmayı da... Ama roman gibi okunan bu anılar yumağı onun nice zorlu engelleri aşan bir kültür insanı olduğunu gösteriyor. Bu anılara, altını çizerek, ders alarak okumalı... Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: Say’ı aramasıyla ilgili anıda askeri savcının karşısına 4 Ahmet Say’ın çıkması, insanı gülümseten bir acıya dönüşüyor. Yazar Ahmet Say’ın dışında Balat’ta seyyar lahmacuncu, Söke’de bakkal çırağı, Pendik’te tekne boyama işlerinde çalışan Ahmet Say’lar da vardı. İNSAN ORMANI Ahmet Say’ın anılarında siyasetten edebiyata bir insan ormanıyla karşılaşıyor, onları bilinmeyen özellikleriyle tanıyorsunuz. Ruhi Su, Orhan Kemal, Fikret Otyam, Mahzuni Şerif, Vahap Erdoğdu, Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Tahsin Saraç, Aziz Nesin, Metin Altıok, Behçet Aysan, Ahmet Erhan, Veysel Çolak, İlhan Selçuk, Demir Özlü, Şevki Akşit, Şerif Tekben, Arif Damar bu insan ormanında belirgin özellikleriyle tanıtılan kişiler... Özellikle Fazıl Say’a ayrı bir önem verilmiş. Verilmesi de gerekirdi. Ahmet Say olmasaydı o büyük besteci piyanist var olabilir miydi? Enis Batur’un “Kurşunkalem Portreler”deki Ahmet Say’ı bu özelliğiyle de tanıyalım: “Bunca baba gördüm tanıdım, böylesi bir adanmışlığa hiç tanık olmadım. Fazıl’a inandı Ahmet Say, onun şüpheli serüvenini yeğledi. Çetin engellerle karşılaştığını anımsıyorum. Alıp oğlunu Avrupa’daki müzik otoritelerine götürdü, ‘Gecikmişsiniz’ diyenler çıktı, aldırmadı onlara, inatla savaşını sürdürdü, Fazıl’ın yetişme sürecinde Mozart sonatları çalacak ölçüde işin içine daldı: Utkusunun arkasındaki bedeli anlatmadı kimseye, sustu.” Bu yoğun yaşama savaşımında kimi zaman geçim sıkıntısı çeken Ahmet Say, pazarlarda limon satma işine bile girdi. Sonra Anadolu’da kitap pazarlama, daha önemlisi müzikle ilgili kitaplarının satışıyla geçimini sağladı. Bu zorlu yaşama serüveninin altından dipdiri nasıl kalkabildi? İKİ DERGİ Ahmet Say’ın iki önemli dergi serüveni var: “Türk Solu”nun (19671970) mutfağında çalıştı, yayın yönetmenliğini yaptı. “Türkiye Yazıları”nın sorumlusuydu (19771983). Bu iki dergide de sorunlar yaşandı. Bir hareket dergisi olan “Türk Solu”nda “gölge patron” rolünde, kendinden menkul “müfettiş” tipler vardı. Gazetecilikten, bu alandaki teknik işlerden anlamayan öğrendiği üç beş sloganla dünyanın bilgisini yuttuğunu sanan kimileri, “Türk Solu”nu çıkaran olarak ortada başkaları Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1108