Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Bir tarih belgeliği Orhan Kemal’in babası anlatıyor Soldan sağa: Orhan Kemal, Abdülkadir Kemali Öğütçü, Sıtkı Öğütçü. Ekim, 1943. sinde “Kanunuesasi’nin Yeniden İlanı” başlığını okuyunca mutluluğundan “hüngür hüngür ağlamaya” başlar. Ağlamakta haklıdır, çünkü “otuz küsur sene devam eden kızıl bir istibdat vatanı da milleti de yakıp” kavurmuştur (Anılar, s. 27). Meşrutiyet ilan edilmiştir. Yani haksızlıklar son bulacak, başına buyruk yönetimler tarihe karışacak, eşitlik, bireysel özgürlükler yasaların koruması altına alınacaktır. ÖZGÜR ÜLKE DÜŞLERİ Anayasanın ilan edilmesiyle birlikte her şeyin düze çıkacağını inanmak da, İttihatçıların ortak saflığı içinde yer alır. Temiz yüreklilikten de ileri gelen bu saflığı kitap boyunca biraz da gülümseyerek izleriz. Abdülkadir Bey de Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte Özgür Ülke düşleri kurar, doğru bildiği her şeyi yapar, doğru bildiği her şeyi söyler. Ama bu yüzden de başına gelmedik kalmaz. Özgürlük, doğruluk, insan hakları, tüze saygısı ödün vermediği ilkelerdendir. Ona göre İttihatçılığın da asal nitelikleri bunlardır. “Meşrutiyet” adının yarattığı düş, Abdülkadir Bey tarafından da gerçek sanılmıştır. Düş ile gerçek çoğu kez birbirini tutmaz. Abdülkadir Kemali Bey de bu tutmazlığı her yerde, her konuda gözleriyle görmüş, birebir yaşamıştır. İşte o çok bel bağlanılan aldatıcı “Kanunuesasi” ile adı var kendi yok “Hürriyet”, Abdülkadir Bey’in yaşamının dört buçuk yılını çeşitli nedenlerle damlarda geçirmesine neden olur. Abdülkadir Kemali Bey’in yattığı ilk dam, Bekirağa Bölüğü’nün damıdır. Burası, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin şimdiki avlusunda (Beyazıt) yer alan, siyasal tutukluların konulduğu bir askeri tutukevidir. Tarih 29 Ekim 1912’dir, Abdülkadir Kemali Bey 23 yaşındadır. Ama orada yalnız kalmayacaktır. Bütün koğuşlar kendisinden yaşça ve başça büyük olan kişilerle, dönemin ileri gelenleriyle dolacaktır. Bu tutuklu topluluğu “içerde” de boş durmaz; dışarının canlı siyaset tartışmaları içeriye taşınmıştır. Meşrutiyette Abdülkadir Kemali Bey’in en sevdiği olgu, işte bu siyasi canlılıktır. Abdülkadir Kemali Bey bu çok sevdiği canlı siyaset alanlarından 10 Nisan 1913 günü ayrılmak zorunda kalır. Çünkü Anadolu’da ilk görev yeri olan Bitlis’in Siirt sancağına savcı olarak atanmıştır. Abdülkadir Kemali Bey’in Bekirağa’dan koğuş ağabeyi olan Hacı Adil Bey, İçişleri Bakanı olmuştur. Hacı Adil Bey yola çıkmadan önce ona çeşitli öğütler verir. Ama en önemlisi şudur: “İlk ve son vazifen şudur: Ağaların halk ile hükümet arasındaki aracılığına son ver” (Anılar, s. 102). YURDUN DÖRT BİR YANINDA Siirt’te onu bekleyen neredeyse gerçekdışı bir yaşamdır, bir düştür. Yoksulluk, şeyhlik düzeni ama bunun yanında iyiliksever, sevimli ve sevecen bir halk vardır orada. Halkın devlete bağlılığını orada yakından görür Abdülkadir Kemali Bey. Halkın istediği, hak ve adalettir. Siirtliler, Edirne’nin geri alınmasıyla [22.7.1913] birlikte damlara çıkıp bu utkuyu silah atarak coşkuyla kutlamış, Savcı Abdülkadir Kemali Bey bu olay karşısında hiçbir kovuşturmada bulunmayarak halkın sevgisini kazanmıştır: “Ve Siirt baştan başa, yaşasın adalet sesleriyle çalkalandı” (Anılar, ss. 116, 117). ¥ Abdülkadir Bey Aralık 1913’te Abdülkadir Kemali Bey’in on dokuzuncu yüzyılın sonlarında Osmaniye’de başlayan hayat hikâyesi, bize söyleyecek çok sözü olan anlatılardan biri. Bir imparatorluğun çözülüşünden yeni bir devletin doğuşuna varana dek son derece önemli tanıklıklar içeren bu yaşam, çağımız insanına geçmişe daha geniş bir perspektifle bakma imkânı sunuyor. Yazar Orhan Kemal’in de babası olan Abdülkadir Kemali Bey’in anıları torunu Işık Öğütçü tarafından yayına hazırlandı. Ë Ertuğrul EFEOĞLU rhan Kemal’in babası Abdülkadir Kemali Bey, günümüzden yüz yıl önce yaşanmaya başlanmış toplumsal, siyasal olaylar içinde yetişmiş bir kişi. Onu, Orhan Kemal’in Baba Evi, Avare Yıllar, Cemile, Dünya Evi, Bir Filiz Vardı adlı romanlarında uzaktan tanırdık, pek ya da hiç sevmezdik. Kemal, babasını Baba Evi’nde şöyle anlatır: “Babam annemi saçlarından yakaladı, sofada sürüdü, sürüdü, sürüdü. Sonra çizmeleriyle tekmeledi, tekmeledi, ezdi ve avucunda kalan bir tutam saçı nefretle silkeledi (...) Biz iki kardeş, uzun gecelik entarilerimiz içinde tiril tiril titreyerek birbirimize sokulmuş, ağlamaya olsun cesaret edemeyerek donmuş kalmıştık (...) Dehşetli bir isyan hissiyle babama baktım. Fakat onun çatık, simsiyah kaşları… Babam bir dev kadar kocaman ve kuvvetliydi!” (s. 26) insan olarak kalmayıp karşılaştığı kabalıklara ve haksızlıklara karşı aşırı güç kullandığını da kendisinden öğreniyoruz: “Fakat ben üzerinde yemekler olan masanın mermer taşını yerinden kaldırarak kanunsuzluk heykelinin [Trabzonlu bir bahriye inzibatı, E.E] göğsüne yapıştırdım. Yerimden fırlayarak Laz uşağını lokantanın içerisine yatırdım. Lokantanın iki kapsında beklemekte olan zaptiye ve jandarmalar kapılardan içeriye girip üzerime saldırdılar (...) karakolda masa üzerinde duran su dolu sürahiyi kaparak, küstah zaptiyenin kafasına çarpmak, bana doğal sonuç olarak göründü. Zaptiye başını eğdiği için sürahi duvara isabet etmiş parça parça olmuştu” (Anılar, ss. 8788). Abdülkadir Kemali Bey yaradılışının bir özelliği olması gereken güce başvurma eğilimini, gerçekte babasından almış gibidir. Babasından söz ederken, “Merhum çok döverdi, çünkü aşırı sinirliydi” der. Ama kendisi bunu siyasal tutumuna, siyasal partisine bağlar: “Benim gibi fırkacı olan sinirli bir adamdan (…)” (Anılar, s. 87). Burada fırkacılıktan anlaşılması gereken, İttihat ve Terakki örgütü üyesi olmaktır. Dönemin yurtsever aydınlarının pek çoğunun büyük umutlar bağladığı İttihat ve Terakki örgütü, İttihadi Osmani Cemiyeti adıyla 1889 yılında İstanbul’da beş askeri tıp öğrencisince kurulmuştur. 1889, Abdülkadir Kemali Bey’in Osmaniye’ye bağlı Yarpuz’da 2011 O İTTİHATÇILIK Orhan Kemal’in romanlarında betimlediği o baba ile Abdülkadir Kemali Bey arasında dış görünüm bakımından özdeşlik olduğunu, torun Işık Öğütçü imzasıyla yayımlanan Orhan Kemal’in Babası Abdülkadir Kemali Bey’in Anıları (Anılar) adlı kitaba eklenen çeşitli fotoğraflarda açıkça görüyoruz. Abdülkadir Kemali Bey’in iriyarı bir SAYFA 10 10 ŞUBAT doğduğu yıldır. Abdülkadir Kemali Bey İstanbul’a yükseköğrenim için geldiğinde, yıl 1904’tür ve başkentin siyasal yaşamı oldukça canlı ve çalkantılıdır. Abdülkadir Kemali Bey kendini işte böyle çalkantılı bir ortamda bulur. İttihatçıların ortak kimi özelliklerini Abdülkadir Kemali Bey’in kişiliğinde görmek olanaklı. Anımsatmak gerekirse, İttihatçıların çoğu Batı Avrupa’daki eğitimöğretim anlayışını ve uygulamalarını örnek alan bir yükseköğrenimden geçmiş, genç kimselerdir. Ortak eğilimlerinden biri de Türkçülük yanlarının ağır basmasıdır. Örnek aldıkları toplumsaltutumsal yapı da Batı Avrupanınkidir. Bu yapı, kenter sınıfı güçlendirip yaygınlaştırmak isteyen, özel girişime öncelik ve ağırlık veren bir tutumbilimi benimseyen bir toplumsalsiyasal düzenin kendisidir. Kısacası, anamalcı düzendir. İttihatçılığa çok bel bağlamış olan Abdülkadir Kemali Bey de bu anlayıştadır. Ancak o da, pek çok benzeri gibi bu konuda düş kırıklığına uğramıştır. Abdülkadir Kemali Bey İstanbul’da 1904’te Mektebi Hukuk sınavına girer ama Hamidiye Yüksek Ticaret Mektebi’ne yazılmak zorunda kalır. Ancak daha sonra Hukuk Mektebi’ni bitirir. Daha Hukuk öğrencisiyken bir özel okulun müdür yardımcılığı görevini üstlenmiştir. Ardından, öğrenciliği sürerken, Adliye Nezareti’ne memur olarak girer. 24 Temmuz 1908 günü Sabah gazete CUMHURİYET KİTAP SAYI 1095