27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Mine Söğüt’ten ‘Deli Kadın Hikâyeleri’ Bizi biz delirtmedik de kim delirtti? Mine Söğüt, yirmi bir kere eline vicdanımızı alıyor; sıkıp bırakıyor, tutuyor fırlatıyor. Yetmiyor kolumuzdan tutup bizi kadınların korku ve cesaret, delilik ve güzellikle cayır cayır yanan odalarına götürüp kapıyı üstümüze kilitliyor. ? Duru SOMAY irmi bir ayrı odaya giriyoruz, her seferinde belki sesli belki sessiz çığlıklarla kulaklarımız kanıyor. Kanayan sadece kulağımız değil, duvardan tavana, alevlerden yataklara, pencerelere, kazanlara, kanlara, riyalara bulanan kanayan vicdanımız, kadınlığımız ve elbette erkekliğimiz. Kitabı elimize aldığımızda 172 sayfa boyunca, 172 kere lanetleneceğinizi daha ilk sayfada Söğüt’ün kara mı kara seslenişiyle anlıyoruz. “Size kadınlıkla lanetlenmiş bir varoluş hezeyanı anlatacağım” diyor yazar ve ekliyor “İçlerine açılan kapıların arkasına saklanmış kadınların delirerek bedenlerinden dışarı açtıkları pencerelerden bakacağım. O pencerelerden tekrar ve tekrar ve tekrar kendimi aşağı atacağım.” Sadece kendisini atsa yine iyi ama belki de değil. Hiç değil. Mine Söğüt okuru da ellerinde kanlı, irinli vicdanlarıyla o pencerelerden aşağı sarkıtıyor. Ya öyle tepe üstü sarkık kalırsınız ya da kurtulur kendinizi atarsınız. Hazırsanız başlayalım… Philip K. Dick “Delirmek bazen gerçekliğe verilebilecek en uygun tepkidir” der. Deli Kadın Hikâyeleri’nde yer alan 21 öykü bana göre bu sözün doğruluğu niteliğinde. Ama bu delilik öyle böyle bir delilik değil. Doktorların, ilaçların, testlerin, terapilerin ulaşabileceği ve zavallı bir çaresizlikle iyileştirmeyi umut ettiği vakalardan değil. Ne demek istediğimi kitaptan sadece iki üç öykü okuduğunuzda bile anlayacaksınız. Bu delilik bizim toplumumuzun, yapıp etmelerinden ve “yapıp ben yapmadım”larından zuhur eden; çözümsüz, yalnızlaştırdıkça, adaletsizliğin doruklarına çıktıkça sanki hiçbir şey olmamışçasına genlerimize zuhur eden bir hal. Beni Öldürmek İsteyen Muhteşem Hayat adlı hikâyede ölen her çocuğunda aklını biraz daha döken bir anneyle tanışıyoruz. Memnun oluyor muyuz peki? Hayır, ama toplumun genel yapısındaki belleksizliğe baktığınızda şu soruyu soruyorsunuz: Kimin umurunda ki? Mesela öyküdeki kadının çocuklardan birinin türküleriyle birlikte Sivas’ta cayır cayır yanması, bir diğerinin dilindeki marşlarla birlikte canlı bedeninin darağacında can vermesi, bir diğerinin sokak ortasında türküleriyle delik deşik edilmesi… Şarkılarla, türkülerle, marşlarla giden çocukların arkasından kaybettiği şarkılara bir ağıt duyuyorsunuz. Sevmeyeceksiniz bu sesi, unutmuş olduğunuz aklınıza gelecek ve lanet edeceksiniz yeniden düzen dediklerine. Tüm öyküler genelinde baktığımızda da onların yaşadıkları artık öyle sıradan, hem de en lanetlisinden. Aile içi şiddet ve ensest, intihar, var olma ama nasıl var olma çabası. Bir tarafta oğlunun kokusuyla deliren anne, diğer tarafta babasının tacizine uğrayan kız. Öykülerin temel meseleleri bunlar olsa da Söğüt aslında bu delilik hallerine sadece kadınlar tarafından bakmıyor. Erkekler de var ama onlarınki biraz daha örtük. Ayrıca belirtmek gerekir ki kitap feminist bir söylem taşımıyor hatta bana göre oldukça kimliksiz yani seksist değil. Mesele bu kadınların nasıl, neden delirdikleri ve bizim bu delilikte toplum olarak nasıl bir payımız olduğu. Ama söyleyeyim kitapta ağız dolusu sloganlar, mesaj kaygılı metinler yok. Tam tersi deliliği çok kendi halinde yazmış Söğüt. Ama edinilen meseleler öyle görmezden gelinen, öyle içine kapanmış ki o kapalılıkla bin türlü ölüme, kana, irine bulanmış ki okurken içinize tekme tokat giriyor. “Sinekler Sevişirken” öyküsündeki zorba baba, üzüldüğü anlaşılmayan kız mesela ya da “Maharetli Pembe El” öyküsündeki o kanca… Asılıp kalıyoruz o kancada “Vicdansız Bir Memlekette Öldüm Ben” öyküsünü okurken. “Annemin O Harikulade Saçları” öyküsündeki kör makasla “Pencereler Kelebek Delileri Sever” öyküsündeki o deliklerden girip damarlara yol alıyoruz. Zehirlere, kanlara, ölümlere, kıyımlara atlıyor kadınlar, biz de bakıveriyoruz arkalarından ve bir ses duyuyoruz sayfaların içinden: “Geceleri ben ağır, çok ağır bir taşın altında uyurum/ gündüzleri hafif, çok hafif bir yaprağın ucunda yaşarım/ gece beni taş ezer/ gündüz rüzgâr devirir/ kanadıkça kanarım/ hayallerimi o yüzden kanla yazarım.” Bulaşıyor üstümüze, bulaşsın, oh olsun bize…? Deli Kadın Öyküleri/ Mine Söğüt/ Yapı Kredi Yayınları/ 172 s. 22 ARALIK 2011 ? SAYFA 9 Fotoğraf: Mutlu POLAT Y CUMHURİYET KİTAP SAYI 1140
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle