27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Onur Bilge Kula’nın yeni kitabı ‘Anadolu’da Çoğulculuk ve Tolerans’ ‘Tek(lik), bir çıkış noktası; başlangıç ve tek, çok’a muhtaç’ Onur Bilge Kula yeni kitabı Anadolu’da Çoğulculuk ve Tolerans’ta, siyasal ve kültürel yaşam tarzına güncel yansımaları da olan bu başat felsefi sorunsalı kültür, felsefe ve edebiyat tarihi açısından önemli olan özgün metinlerinde yorumlamaya ve açımlamaya çalışıyor. Kula’yla kitabını konuştuk. ? Gamze AKDEMİR oğulculuk ve tolerans, özellikle dünya dinlerinin ortaya çıkmasından sonra felsefi bir sorunsal olarak ortaya çıkmıştır ve bugün de süren önemli bir tartışma konusudur. Bu bağlamda kitapta incelediğiniz metinlerin yapısını ve ele alınış kronolojisinden bahsetmenizi rica ediyorum. İnsanlık tarihinde tolerans sorunu hep var olmuştur. Vahiy dinlerinin dünya dini durumuna gelmesi, bu dinlerden birine inanan insanların, o dine inanmayan insanlarla bir arada yaşamaları, doğal ve kaçınılmaz olarak toleransı daha açık biçimde gündeme getirmiştir. İnsanlığın tarihsel ilerlemesi açısından önemli bir aşama olan tekdinlileşme, çeşitli dinlere inanan ve aynı coğrafya üzerinde yaşayan topluluklar arasında “birlikte yaşama”yı zorlaştırmıştır. Söz konusu zorluk, büyük ölçüde kendi dinini ve inancını saltlaştırma ve bundan doğan başka dinlere karşı tahammülsüzlük, hatta onların varlığını kabul etmeme gibi eğilimlerden kaynaklanmıştır. Dolayısıyla, hoşgörü, tahammül, katlanma ve eşit kabul etme gibi anlamları içeren tolerans sorunu, zamanla dinselmezhepsel başkalığın yanı sıra, etnik, siyasal ve hatta bireysel başkalığın olağan sayılması bilinci olarak algılanmış ve çetin tartışmalar ve yüzleşmeler sonucunda gelişmeye başlamıştır. “Anadolu’da Çoğulculuk ve Tolerans” kitabımda yer alan özgün metinlerde yaklaşık sekiz yüzyılda zaman sıralaması içinde böyle bir tolerans idesinin ve bilincinin izlerini belirlemeye çalıştım. Kitapta yer alan İbni Rüşd’ün “Her tekil birey, tarihsel gelişimin bir ürünüdür ve bu yönüyle çoğuldur” belirlemesini açar mısınız? Batı felsefe tarihini kalıcı biçimde etkileyen Endülüslü/ İspanyalı İslam düşünürü İbni Rüşt, içinde yetiştiği çoğulcu ortamın ve kendi felsefi derin görüsünün yansımalarını içeren “Din ile Felsefe Arasındaki İlişkinin Belirlenmesi” adlı yapıtında tekçiliğin hiçbir düşünsel ve insani açılıma olanak vermediğini ortaya koymuştur. Bu önemli filozof, teklik kavramının önemini vurgulaSAYFA 4 ? 22 ARALIK Ç “Kitabımda önce tolerans ve çoğulculuk kavramlarını felsefi olarak temellendirmeye çalıştım. Kronolojik sırayla Kutadgu Bilig, Ahmet Yesevi, Fütüvvetçilik/Ahilik, Ahi Evren, Babai Başkaldırısı ve Dervişler, Hacı Bektaş Veli, Kaygusuz Abdal, Abdal Musa, Yunus Emre, Nesimi, Şeyh Bedreddin, Sadık Abdal ve Niyazi Mısri’nin yapıtlarında çoğulculuk ve toleransın izlerini sürdüm“ diyor Onur Bilge Kula. makla birlikte, bunu saltlaştırmanın gelişmenin önünde aşılmaz bir engele dönüşeceğini de belirtmiştir. Tek(lik), bir çıkış noktasıdır; başlangıçtır. Çok(luk) ise, bu başlangıcın kendisini açımlayabileceği ortamdır. Dolayısıyla, çok, tek’e muhtaç değildir; ancak tek, çok’a muhtaçtır ve tek olmadan olamaz. Çoklukta gelişen ve belirginleşen tek, çokluğun bütün özelliklerini, seçici bir yaklaşımla ve çoğunlukla ayrımına varmaksızın içselleştirir. Tekile özyapı veya tikellik kazandıran, onun seçme yeterliliğidir. Dolayısıyla, çokluğu/çoğulluğu yok saymak, insani olmadığı gibi, akılcı da değildir. YUNUS EMRE, MEISTER ECHART VE TOLERANS Tolerans sorunsalının Yunus Emre ve Meister Echar ile izdüşümünü irdeler misiniz? Yunus Emre (kesin olmamakla birlikte, 1238 1320) Anadolu’da gelişen tasavvufi İslam ve Türk felsefe ve edebiyatının, Meister Eckhart ise (yine tam kesin olmamakla birlikte 1260 Hocheim/Almanya1328 Avignon/Fransa) Alman kültür ve felsefe tarihinin önemli kişilikleridir. Biri İslamiyet’in, öbürü Hıristiyanlığın etkisiyle öğretisini biçimlendirmiştir. Yunus Emre öğretisini büyük ölçüde şiir/edebiyat, Meister Eckhart ise modern anlatımla, deneme/düzyazı aracılığıyla ortaya koymuştur. Birçok farklılıklarına karşın, belirleyici ortak yönleri, insanı, insaniliği dolayısıyla da tolerans idesini temel almalarıdır. Her ikisi de insanı, Tanrı’nın yeryüzündeki görünümü veya gerçekleşimi olarak tasarımlamıştır. Felsefi anlamda tolerans kavra2011 mını kullanmamış olsalar da, onların bu yaklaşımı, tolerans idesinin belirginleşmesine kalıcı katkı yapmıştır. Batı/ Avrupa, Doğu’ya/ Anadolu’ya kıyasla çok sonraları geliştirdiği çoğulculuk ve tolerans idesini, hem felsefi içselleştirme hem de fiili hayata geçirme bakımdan Doğu’nun önüne geçmiş midir? Batı’nın/ Avrupa’nın çoğulculuk ve tolerans idesini özellikle İslami Doğu’dan sonra geliştirdiği doğrudur. Bunun en büyük kanıtı, Helen düşünce birikimini yeniden biçimlendiren ve Batı’nın edinimine sunan İbni Rüşt’tür. İslam kültür çevresinde 13. yüzyılın, hatta Anadolu’da 15. yüzyılın başlarına değin insancıl bir felsefe birikimi oluşturulduğu görülür. Ondan sonra felsefe ve bilim başta olmak üzere, kültürün birçok alanında belirgin bir tekyönlülük ve kopuş ortaya çıkmıştır. Osmanlı yönetiminin Sünni İslam anlayışını temel alması ve Anadolu’da egemenliğini pekişmek amacıyla diğer İslami mezhepleri baskılaması, çoğulculuk ve tolerans idesinin zayıflamasına yol açmıştır. Buna karşın, Batı, Osmanlı egemenlik alanın genişlemesinin de bir sonucu olarak çoğulcu, akılcı ve bilimsel yaklaşımlara açılmıştır. Bu açılım, Batı’nın teknolojik üstünlüğünü de birliğinde getirmiştir. Anadolu’da çoğulculuk ve tolerans birikiminin Türkiye’de demokrasi bilincinin ve kültürünün gelişmesi açısından arzettiği önemi de okuyoruz kitabınızda. Bunu anlatır mısınız? Kitabımda önce tolerans ve çoğulculuk kavramlarını felsefi olarak temellendirmeye çalıştım. Kronolojik sırayla Kutadgu Bilig, Ahmet Yesevi, Fütüvvetçilik/Ahilik, Ahi Evren, Babai Başkaldırısı ve Dervişler, Hacı Bektaş Veli, Kaygusuz Abdal, Abdal Musa, Yunus Emre, Nesimi, Şeyh Bedreddin, Sadık Abdal ve Niyazi Mısri’nin yapıtlarında çoğulculuk ve toleransın izlerini sürdüm. Her kültür; tarihsellik, birikimlilik, süreklilik, değişebilirlik ve çoğulluk gibi özellikler taşır. Kültürün bu özsel nitelikleri göz önünde tutulunca, güncel kültürün büyük ölçüde tarihsel birikimin etkisiyle biçimlendiği görülür. Türkiye kültürünün içinde taşıdığı çoğulluk, insanilik ve tolerans idelerin güncelleştirilmesi ve bilince çıkarılması, çoğulcu demokrasi ve toleransın gelişerek, yaşam tarzına dönüşmesine uygun ortam hazırlayacağı açıktır. Bu amaçla, ele aldığım yapıtları, Anadolu’nun tarihselkültürel birikimi bağlamında seçici bir okumayla çözümledim. “ANADOLU MÜSLÜMANLIĞI FARKLILIĞI OLAĞAN SAYMIŞTIR” Türkler İslam’ı Anadolu Müslümanlığına hangi kritik eşiklerde, nasıl dönüştürmüştür? Ayrıca Heterodoks İslam anlayışı bu noktada nasıl bir işlev üstlenmiştir? Anadolu, dünya uygarlığını geliştiren en önemli ocaklardan biridir. Türkler bin yıldan fazla bir süredir Anadolu kültür birikimini derinleştirmekte ve biçimlendirmektedir. Heterodoks geleneği de içeren Anadolu Müslümanlığı veya tasavvufi İslam, farklılığı ve başkalığı olağan saymıştır. Çoğulculuk ve tolerans idesi, özellikle dinsel ve mezhepsel farklılık çerçevesinde ortaya çıkan sürtüşmeleri ve çatışmaları gidermeye yönelik etkinlikler sayesinde belirginlik kazanmaya başlamıştır. Başta Babai başkaldırısı ve onun türevleri olan abdallar, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre ve Şeyh Bedreddin olmak üzere, bu kitapta yapıtlarını konulaştırdığım ve yukarıda dökümünü yaptığım kişiliklerin verdikleri savaşımlar ve uğraşlar, Anadolu Müslümanlığının çoğulculaşmasına ve insanileşmesine önemli katkılar yapmıştır. Fakat bu katkılar, dinselmezhepsel ve etnik toleranssızlığı etkisizleştirmeye yetmemiştir. Kaynak niteliğindeki bu çalışmanızda Türkiye’de birlikte yaşamın insanileşmesi ve çoğulcu demokrasinin güçlenmesi adına sağ, sol tüm siyasi partilere nasıl bir ortak çağrıda ve önerilerde bulunuyorsunuz? Siyasal partiler, tarihsel birikimi, güncel yaşam koşullarını ve gelecek tasarımlarını değerlendirirken “belli seçimler” yaparak farklılaşırlar. Tarihsel seçenekler arasından yapılan “seçim”, bir başka deyişle, yön belirleme, sürekli ve verimli olabilmek için, kültürün bütün yönlerini eşitlikçi ve kapsayıcı bir anlayışla gerçekleştirilmelidir. Her toplumda/kültürde gerilimler ve uzlaşmazlıklar ortaya çıkabilir. Önemli olan, söz konusu gerilimleri ve uzlaşmazlıkları demokratik, çoğulcu ve barışçıl yöntemlerle çözebilmektir. Barışçıl ve demokratik yaklaşım, toplumun eleştirel akıl ve tolerans birikiminden yararlanmakla olanaklıdır. Türkiye’de siyasi partilerin çoğunun bu birikimlerden yararlanamadığı veya yararlanmayı düşünmediği de ne yazık ki bir gerçektir. Bunun bir sonucu olarak dinsel veya etnik gerekçelerle çoğulculuk ve tolerans birikimini verimlileştirememek, var olan toplumsalkültürel gerginlikleri daha da artırmaktadır. Bu konuda en büyük sorumluluk, başta iktidar partisine, sonra da ana muhalefet partisine düşmektedir. Her iki parti de değişik yoğunluklarda temel hak ve özgürlüklere ve sosyal adalete vurgu yapmasına karşın, çoğulcu demokrasi, tolerans ve insancılık idesini, siyaset yapma ve sorun çözme yöntemine yansıtmakta yetersiz kalmaktadır. Bilinen bir gerçektir: Çoğulculuk ve toleransın olmadığı yerde, kısacası muhalefetin olmadığı yerde demokrasi de olamaz. ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Anadolu’da Çoğulculuk ve Tolerans/ Onur Bilge Kula/ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları/ 634 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1140
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle