Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K N e yalan söylemeli, yalnız siyasal romanları değil, tüm romanları sondan başa doğru okumak olanaklı elbette. Ama böylesi bir başlıkla yazıya girdiğimize göre, siyasal roman için bunun ayrı bir önemi olmalı. itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Siyasal romanı sondan başa yeniden okumak... insanın kendi karakteristik özellikleri yönünde yol alacağını, bunun genetik temele dayandığı gerçeğini gözden uzak tutmamak gerektiğini, bu nedenle yazarların, roman kişilerini istediği yönde eğip bükemeyeceğini öne sürüyor. Karşıdevrimciler değil ama, son romanı Reenkarnasyon Kulübü, Arslanoğlu’nun bu konudaki düşüncelerinin de bir göstereni olarak alınabilir bana göre. Önce Karşıdevrimciler’den söz edelim birkaç satırla… Sosyolog Erwin Atkins, otuz yıl kadar önce Metin olarak ayrıldığı Türkiye’ye gizli bir görevle gelmiştir. Sol, şimdilerde “liberal” olarak anılan grupları ortak bir tutum doğrultusunda etkileyecek, yönlendirecektir… Karakterin Eskişehir’deki ailesini görmeye gitmesi sonrasında hızlı tartımla gelişen polisiye eşliğinde asıl görevine bağlı olarak, kimileri onu ajan gibi görseler de (124, 135 vb.) işlevini yerine getirmeye çabalaması, yer yer gerçektenlik duygusunu zedeleyici tablo çıkarıyor ortaya. Bu da roman evreniyle kişilerin polisiyede olduğu gibi güçsüz, köksüz karakterler olarak sergilediği sığlıktan kaynaklanıyor bana göre. Özetle denebilir ki Karşıdevrimciler, polisiye kalıbıyla örtüşen, uyuşan bir roman. Bu bağlamda görevci yaklaşımla verimlenmiş izlenimi bırakıyor ister istemez yapıt. Oysa Reenkarnasyon Kulübü, polisiyeye karşı ayak direyip kendi özgünlüğünü dayatan bir roman. Bu durum, olgusal gerçeklikle sanatsal gerçekliğin örtüşmeyebileceğine, ama öne alınması gerekenin sanatsal gerçeklik olduğunu anımsatıyor bir kez daha. Diyeceğim, Atkins/Metin’in özelliklerine, karakter yapısına benzer pek çok örneğe rastlanabilir olgusal yaşamda, ama bunun sanatsal gerçekliğe dönüştürülmüş, gereksinirlikleri karşılanarak roman evrenine yerleştirilmiş olanı gerekiyor bize. Bu yapılmadığında, olgusal yaşamdaki kişilerin bununla karşılaştırılabilmesinden de uzaklaşıyor karakter. Bir ölçüde zorlamalar çıkıyor denebilir ortaya… HER ROMAN, KENDİ KİŞİLERİNDEN ASILIR... Reenkarnasyon Kulübü, yazarın yarattığı ilginç karakterlerle dikkati çeken bir roman. Gelin şimdi, hem sondan başa doğru okumaya girişelim yapıtı, hem de roman karakterlerine eğilelim daha yakın mercekle… Roman, psikiyatrici anlatıcı yazarın da yer aldığı kızıl bayrakların dalgalandığı mitinge birden Serhat’ın da karışıp bir bakıma bu saflara katılışının ipuçlarıyla son buluyor. Kimdir Serhat? Bilişim teknolojisi alanında çalışan bir işçi. Anlatıcının onunla ilişkisi, bunun giderek önem kazanması reenkarnasyona inanmasıyla, rüyalarını ona anlatmasıyla başlar… Anlatıcı Serhat’a söylemese de bunlar İbrahim Kaypakkaya’nın yaşadıklarını anımsatır ona, bu doğrultuda 2011 Yapılandırma tekniği açısından siyasal romanlarla polisiyeler arasında birebir koşutluk kurulabileceğine değinmiştim. Bu nedenle böylesi metinlerin sondan başa doğru da denetlenmesi, sağlamayla gözden geçirilmesi, verimleyici açısından neredeyse zorunluluk. Biz polisiyeleri okurken karakterlerin serüvenlerini biraz da yabancılaşmışlık duygusuyla izleriz. Çünkü derinlikli çözümlemeler yerine ilineksel düğümler, katmanlar yerine yüzeysel bağlar öne çıkar anlatılarda. Bulmaca, satranç gibi hep bir son öncelemesinin baskısını yaşarız… Katil kimdir, yakayı nasıl ele verecektir? Bir siyasal roman için de ayırt edici yan burası galiba. Nitelikli bir siyasal romanda, yazarın dünya görüşüne, ideolojik yaklaşımına karşın karakterler, yazarının doğrudan müdahalesine kapalıdır yine de. Kukla veya kartonlaşmaktan çıkıp psikolojik oylumuyla romana yayılır kişiler. Bu çerçevede Dostoyevski’nin, Kafka’nın, Joyce’un, Faulkner’ın vb. yapıtları birer siyasal roman olarak okunduğunda böyle bir yargıya varmamak olanaksızdır herhalde. Bu çerçevede bizden örneğin Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf’u, Orhan Kemal’in Murtaza’sı da birer siyasal roman örneği halinde okunduğunda aynı derinlikli tadı almak olası. Ne ki örneği çokça görüldüğü üzere, yazarların belirli bir reçeteye göre ya da kalıp modelinden kalkarak verimlediği kitaplarla da karşılaşırız siyasal roman yazınında. Bunlar, bulguru, buğdaydan değil kavuzundan yapmaya girişilmişçesine bir sığlığın önüne çıkarır bizi. Tanrı romancının vazettiği polisiyelerde de gördüğümüz bu değil midir bir bakıma? ROMAN KARAKTERİNİ “O KİŞİ” YAPABİLMEK... Kaan Arslanoğlu’nun Reenkarnasyon Kulübü (İthaki, 2011) ile Mehmet Eroğlu’nun Kusma Kulübü (Agora, 2005) üzerinde durmuştum önceki haftaların birinde. Bu iki romanı, “kulüp” olgusuna odaklanışları bağlamında değerlendirmeye girişmiştim. Bu kez sondan başa yapılmış bir okumayla siyasal romancılığımızda kendilerine özgü yer tutan bu iki yazarımıza dönmek istiyorum yeniden. Ancak bu hafta Arslanoğlu’nun önceki romanı Karşıdevrimciler’e de (İthaki, 2008) değinerek Reenkarnasyon Kulübü’nde sondan başa doğru bir okuma yapalım. Sonrasında Mehmet Eroğlu’na da döneceğiz, yeni okumalarla… Kitaplarına alınan yaşamöyküsünde, Kaan Arslanoğlu ile ilgili olarak şu tümce dikkati çekiyor: “Tüm çalışmalarında üstünde en çok durduğu konular politika, psikoloji, kişilik ve insan doğasıdır.” Yazarın bu alanda verimlediği kitaplar, ele aldığı konulara yaklaşımının karmaşık bir çetelesini de çıkarıyor ortaya. Arslanoğlu, bunlarda roman kişilerinin, yazarların oyuncağı olamayacağını söylerken, her SAYFA 26 ? 22 ARALIK onun Kaypakkaya’nın ruhunu taşıyor olması gerekeceğini düşünür. Anlatıcı için aslında “patolojik bir yalancılık değilse eğer, delilik”tir (284) ruh göçü anlayışı. Ancak akılcı insanların kahve falına karşı sergilediği meraka benzer biçimde anlatıcı da dinlediklerinin yanında sorularıyla da ağır ağır içine çekildiğini duyumsar konunun. Serhat’ı, devrimci çevresinden Ferdi aracılığıyla tanımıştır anlatıcı. Serhat, gördüğü rüyalarla karabasanlardan şikâyetçidir başta. Bir başkasının ruhunu taşıdığını, “Sen de bizdensin” diyerek ona fısıldayan kunduracı ustası Enver’den öğrenmiştir. Enver Usta Atatürk’ün ruhunu taşıdığını söyler ona. İkisi de aynı mahallede oturmaktadır, burası anlatıcıya da yabancı değildir, İstanbul’dan ayrılmadan önce oturduğu semtlerden biridir. Romanın sonundaki “Miting” bölümünün hemen öncesinde Enver Ustanın bir araba kazasına kurban gittiğini öğreniriz. Üstelik kazayı yapanla ilgili herhangi ipucu bulunamamıştır. Ama mahallenin “deli”si Salim, kaza sırasında Enver’in yanında olan, başından yaralanan mahallenin köpeği Hayta’yı tanık göstererek ustanın öldürüldüğünü, bunu yapanları söyler: “Hayta görmüş. Herkes öyle diyor… Sarıklı Amerikalılar.” (287) Şimdi bu üç karakteri, ilişkilenişleri bağlamında kaba da olsa çözümlemeye, değerlendirmeye girişelim… Anlatıcı karakteri, Kaan Arslanoğlu’nun, doğrudan kendisinden kalkarak dönüştürdüğü, sonuçta başarıyla yapılandırıp yeniden yarattığı bir roman kişisi; psikiyatrici, üstelik romancı da. Mesleği bırakıp İstanbul dışına taşınmış olsa da sıklıkla İstanbul’a gelir, ilişkilerini sürdürür. Alaya alışları olsa da yaşananlardan ötürü bir ölçüde karamsardır. Solun toparlanamayışı, ötesinde toplumsal muhalefetin bir türlü kendini ortaya koyamayışı nedeniyle burnundan soluyan, neredeyse çatacak yer arayan, ama bu arada kendisiyle de dalgasını geçen biridir. Önceki dönemlerin anlatılarında mahallenin eczacısı, doktoru, öğretmeni vb. gibi meraklıdır da… Hayalleriyle savrulan, sıkıcılığına karşın yine de sevimli, sonra takıntılı, biraz da “saf”tır… Bu yanıyla da iyimserdir… Usunda yazacağı romanlar, önüne çıkan her durumdan kendine fırsatlar yaratmaya çalışan bir serüvenci, kurgucu… Biraz da onun bu kurgulaması üzerinde duralım… BAŞARILI BİR ROMAN: “REENKARNASYON KULÜBÜ”... Serhat’la Enver Ustayı anlatıcı yazarın kurgulamasıyla tanırız. Serhat, inancına, bunun gereklerine bağlı biridir. Çevresindeki insanlarca sevilmesinde bu da etkindir elbette. Ama onu belirgin olarak öne çıkaran yanı iyiliksever, halim selim oluşudur. Karısının kendisini aldattığını bilse de ne ona ne de birlikte olduğu adama kötülük düşünür. Çalışkanlıkla örülü küçük dünyasında, Enver Ustayla ilişkisi yoğunlaştığında da kendini mutlu sayar. Doğudan gelerek İstanbul’a yerleşmiş bir ailenin çocuğudur. Ayakları üzerinde durabilmek için verdiği yaşam kavgasının yanında kendine alan açabilmeyi de bu yetenekleriyle başarmış olmalıdır. Ye Enver Usta? Kuşkusuz romanın en ilginç karakteri o… Anlatıcı, ayakkabı onarımı yapan kunduracı ustası olarak “Avrupa işçi sınıfı ve sosyalist hareketinde” “özellikle kunduracıların” aldığı yoğun yeri de vurgular ayrıca. (30) Daha ilk ilişkilenişinde reenkarnasyoncuların “kaçık” olduklarını düşünmekle birlikte bu nedenle ona sıcaklık duyar. Bir sorusu üzerine Serhat, şöyle aktarır onu: “Eskiden, gençliğinde 68 kuşağındanmış. O zaman Beykoz Kundura’da işçiymiş. Devrimci gençlerle tanışmış. Çoğunu tanıyor. Deniz Gezmiş falan… Eylemlere katılmış bayağı bir zaman. Sonra Ecevitçi olmuş bu. Ondan sonra ANAP’a oy vermiş. Son yıllarda ufak ufak sola sempati duyuyordu gene.” (284) Gerek Serhat’ın gerekse Enver Ustanın reenkarnasyona inanışlarındaki nedenlerin rasyonel ipuçlarını döşemeyi öne alıyor Kaan Arslanoğlu. Sözgelimi, ölümü sonrasında yalnız yaşayan Enver Ustanın evine gittiklerinde anlatıcı, “en az beş bin kitap” bulunan bir kütüphaneyle karşılaştığında evde, ötesinde kendi kitaplarının bile yer aldığını gördüğünde burada, yaşadıklarının “birinci sınıf bir kamera şakası” olduğunu düşünür elinde olmadan. (281, 283) Anlatıcı böyle bir göndermede bulunmaz, ama bir yan anlam olarak ipucu bırakır. Serhat, onun bu kitapların çoğunu okuduğunu söylerken (282) okur olarak bizim, Enver’in bunları okuya okuya böyle bir duygu yaşamaya koyulabileceği düşüncesine gitmemizi sağlar. Serhat ise, kendisiyle öylesine barışıktır, erdemlidir ki, inancını yerine getirirken öteki insanlara karşı bunu kalkan yapmaz. Görevini en iyi şekilde yerine getirmeyi, çevresine yardımcı olmayı yeterli görür. Baskılara, zulümlere karşı enikonu direnç kazanmıştır. Geçmişindeki yoksunlukların da payı vardır kuşkusuz isyancı yapısında. Devrimci Ferdi’yle ilişkisi de buna bağlanabilir. Bu çerçevede, böyle birinin, ayırdında olmadan namus anıtı bir insanla özdeşleşmesi, rüyalarında onunla haşır neşir olması doğal sayılmalı. Gerek Serhat’ın gerekse ustanın, ülkede yaşananlar karşısında duydukları tedirginliklerin birer dışavurumu, toplumsal refleksinin yansıması bağlamında alınması da olanaklı bunun… Sayageldiğim bu özelliklerinden ötürü, Reenkarnasyon Kulübü’nün, sonuçta siyasal romanımız içinde tutarlı bir yere sahip olduğu düşünülebilir. Çünkü bu kişilerin, herhangi yönde zorlanmadığı çok açık. Yani biz, anlatıcıyı da ekleyerek bu üç temel karaktere dayalı romanı okurken, roman sanatı açısından gereksinilen zorunluluk bağlarının yerli yerine oturtulduğunu görüyoruz. Böylece hem gerçektenlik duygusu yükseliyor romanda hem de yazardan yayılabilecek herhangi söylem baskısıyla estetik zedelenmeye rastlanmıyor. Başarılı bir siyasal romandan beklenen de bu değil midir… Söylemiyle değil söyleme biçimi, biçemiyle kendini kabul ettirip, önce roman olmayı başarmak! ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1140