23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Umberto Eco’dan ‘Genç Bir Romancının tirafları’ Bu ‘gence’ kulak verin! yor kendini? Bu soruyu siz sormadan yazar yanıtına girişiyor hemen daha ilk sayfada: “Bu konferansların başlığı ‘Genç Bir Romancının İtirafları’; aslında neden böyle diye sorabilirsiniz, çünkü ne de olsa yetmiş yedi yaşıma doğru yol almaktayım. Gelin görün ki ilk romanım olan Gülün Adı 1980’de yayımlanmıştı, demek ki romancılık kariyerime başlayalı sadece yirmi sekiz yıl olmuş. Bu bakımdan, kendimi bugüne kadar sadece beş romanı yayımlanan, önümüzdeki elli yılda da daha pek çok romanı yayımlanacak olan çok genç ve kesinlikle umut vaat eden bir romancı olarak görüyorum.” diyor Eco, kitap boyunca sıkça tanıklık edeceğimiz “ironik” üslubunu asla bir kenara koymadan ve ekliyor: “(…) makalelerimden ziyade kurmaca yapıtlarıma odaklanacağım, oysa mesleğimin akademisyenlik olduğunu düşünüyorum, bana kalırsa romancılığım amatör bir uğraş.” (s. 7) Böyle amatörlüğe can kurban deyip kitabı didiklemeye başlayalım. ÜÇGENDEKİ TRAFİK Umberto Eco’nun böyle bir konferansa katılıp böyle bir kitap yayımlamasındaki amacı “ (…) okurların metinlerini daha iyi anlayabilmelerinden ziyade her yaratıcı sürecin tahmin edilemeyen yönünü anlamalarına yardımcı olmak. Yaratıcı süreci anlamak demek, aynı zamanda metindeki bazı çözümlerin tesadüfen ya da nasıl işlediğinin farkına varılmayan tekniklerle ortaya çıktığını anlamak demektir.” (s. 56) Bunun faydasını ise bir metnin nasıl geliştiğini, yazarın onları kaleme alırken neler yaşayıp hangi sulardan geçtiğini anlama noktasında önemli olduğunu vurguluyor Eco. Yazarın, “Örnek Okur” diye nitelediği cinsten okuyucuların merakla eline alacağı bir kitap bu yönüyle Genç Bir Romancının İtirafları, çünkü her satırında bir “bilge romancının” yol haritasının izini sürdüğümüz hissini yaratıyor okuyanda. Eco’nun kitapta bu bağlamda ele aldığı konuların başını ise yazar, okur ve eleştirmen üçgenindeki trafik çekiyor ve yazar daha çok yorumcu üzerinde durarak onun, metnin en önemli unsuru olduğunu vurguluyor. Buna dayanarak metnin de; “(…) okurlarından kendi işinin bir kısmını üstlenmelerini isteyen tembel bir makine, yani yorum sağlamak üzere tasarlanmış bir araç” (s.34) olduğunu söyleyerek aslında okuyucunun romanın her şeyi olduğunu, onun yorumlarıyla romanların roman olarak değer kazanabileceğini vurguluyor. Ancak, romanı bile “kısıtlama”, bir “çerçeve” olarak gören yazar, yorum konusunda da okuruna kendi sınırlarını çiziyor: “(…) ‘sınırsız semiyoloji’ fikri, yorumun hiçbir ölçütü bulunmadığına götürmez, Unutulmamalıdır ki, sınırsız yorum sistemlerle ilgilidir, yöntemlerle değil.” (s.35) KENDİSİNİN ELEŞTİRMENİ Okur yazar ilişkisi bağlamında, okuyucuların ve eleştirmenlerin kitaplarında kendi yakalayamadığı ya da tamamen bilinçaltına yerleşmiş içgüdüsel hareketlerle kaleme aldığı satırları da ortaya döküyor Eco. Böylelikle, bu iki taraftan herhangi birinin olmadığı bir edebiyatın, asla edebiyat olmayacağının altını çiziyor. Kitapta eleştirmenler ya da kendi metinleri hakkında yorumda bulunan okuyuculara önemli bir yer ayırıyor yazar. Bunların kimisi kendinin dahi gözünden kaçırdığı bir ayrıntıyı gün yüzüne çıkaran biri için “tebrik” kimisi de yazarın yorumaşırı yorum farkını gözler önüne sermek için kullandığı eleştirmenlerin bazı yorumlarından meydana geliyor. Buna, yazarın öne çıkardığı en güzel örnek olarak da sanırım Giosue Musca’nın Foucault Sarkacı için yazdığı eleştiri yazısını gösterebiliriz: “(…) benim aklıma gelmeyen ama çok inandırıcı olan başka bağlantılar buluyor ama okuru yanlış yönlendirebileceklerini bilsem de aksini kanıtlayamayacağım ilişkiler yakalayarak paranoyak okur rolü oynuyor.” diyor onun için Eco. Mesela romanın kahramanı Jacopo Belbo viski seviyor, adının baş harfleri de ne tuhaftır ki JB. Eco, yazma süreci boyunca, onun adının Jacopo değil Stefano olduğunu ve son anda Jacopo’ya çevirdiğini söyleyerek itiraz etmesinin de artık bir anlamı olmadığını söylüyor ama “yapmamak” istediği şey çok açık: “J&B viskisine gönderme falan yapmıyorum.” (s. 55) Bunun gibi daha pek çok durumu gözler önüne seriyor yazar kitap boyunca. Okuyucular, Eco’nun kendi yaratıcı yöntemleri arasında gezintiye çıkarıyor adeta Genç Bir Romancının İtirafları’nda ve yazar kendi roman dünyasını nasıl yarattığının ipuçlarını veriyor. Bu bağlamda Eco’nun kendi kaleminden çıkan her neyse ona nasıl hâkim olduğunu da görüyoruz. Kendini, sanatını ve sanatı hakkında konuşulanları böylesine net bir şekilde karşılayıp açıklayabilmesi Eco’nun sığ sular yazarı olmadığını bir kez daha kanıtlıyor. Ayrıca kitapta, kendi romanlarının eleştirmeni rolünü üstlenmesi, onun bazı evreleri çoktan aşmış olduğunu da kanıtlıyor. KÜÇÜK SIRLAR Kitabın bir diğer önemli bölümünü de kendi roman yazma tekniklerini okuyucularına açmak ve yazarken nelere dikkat ettiğini vurgulamak için ayırmış yazar. İlham denen o “şeye” pek inanmadığını belirterek söze başlıyor. Sonrasında da daha önce yaşadıklarının ve okuduklarının göndermelerle nasıl metinlerine girdiğini deşiyor. Bu bağlamda Eco romanlarının postmodern kapılara nasıl açıldığının da bir seyrini izliyoruz. Çok önemli bir kısım da “mekânın” kaleminde nasıl canlandığını anlatmaya ayırıyor. Eco’nun romanlarına daha önceden konuk olanlar bilir; mekân çok önemli bir “ayrıntıdır” onun için. Mekânın kendisine ayrıntı diyorum, çünkü mekânın ayrıntılarında çok şey saklıdır her zaman. Bir tablo gibi her şey göz önüne sermeyi sever. Bununla birlikte “boyutları” da ihmal etmez. Sadece görünenin değil görünmeyenin de tasviri önemlidir Eco’da. Romanlarından aldığı pasajlarla bu konuyu açımlıyor yazar ve eklemeyi unutmuyor: “Bunu, Emile Zola’nın gerçekliğine öykünmek istediğim için değil, (…) yazmakta olduğum sahnenin gözlerimin önünde bulunmasından hoşlandığım için yaptım.” (s. 42) Bunun gibi Eco’nun roman dünyasına ait birçok küçük sırra da sahip oluyoruz kitapla birlikte. Umberto Eco, kurmaca yapıtlardaki hayali kahramanlara ve bunların gerçek hayatta nasıl algılandığına da kendince bir bakış getiriyor kitapta. Kurmaca ile gerçek arasındaki bu sınırı ise “Kurmaca karakterlerden evrenin bir köşesinde yaşamış gibi nasıl söz ediyoruz?” sorusu ışığında kurcalıyor. Bu soru rehberliğinde Eco, kurmaca metinlerin bir peri masalı ya da bilimkurgu hikâyesi olsalar dahi mekân olarak kendi dünyamızdan çok farklı bir zemini kullanmadığının üzerinde duruyor öncelikle. Sonrasındaysa, önemli yazarların yarattığı “tiplerin” günlük hayatta hâlâ karşımıza çıkabildiğinden bahsediyor. Yani kurgu olanın bu kadar gerçekmiş gibi algılanmasını “tip” kavramına indirgeyerek aslında basit yanıtların her zaman daha doğru olduğunu gösteriyor adeta bize: “Metinden ve içine doğdukları olası dünyadan bağımsız olan bu figürler adeta aramızda dolaşmaktadırlar, biz de onların gerçek kişiler olmadıklarını düşünmekte zorlanırız. (…) Günlük hayatımızdaki birinin Gargantua gibi yemek yediğini, Othello kadar kıskanç, Hamlet kadar kuşkucu, Moliere’in cimrisi kadar cimri olduğunu söylediğimiz olur.” (s.85) Tüm bunların dışında dünyaca ünlü bir bibliyofil ve kitap kurdu olan Eco’nun dünya yazın tarihinden yakaladığı çarpıcı tespitlerin yorumuna ve onun derin edebiyat bilgisiyle başka yazarların metinlerine kendi perspektifinden yaklaşmasına da tanıklık ediyoruz kitap boyunca. Yani sadece Eco’nun nasıl yazdığına dair bir kitap değil elimizdeki. Dünya edebiyatının üst düzey örnekleriyle Eco’nun kendini kıyaslaması aynı zamanda. Bu kendini herkesin içinde kıyasa sokma durumu ise büyük bir özgüven, her şeyden önce de samimiyet gerektirir ki zaten Genç Bir Romancının İtirafları’nın her sayfasında bu samimiyet rahatlıkla duyumsanabiliyor. e.erayak@gmail.com Dünyaca ünlü yazar Umberto Eco’nun, Richard Ellmann Konferansları bünyesinde yaptığı konuşmalar, Genç Bir Romancının İtirafları başlığıyla okuyucuların karşısına çıkıyor. Eco bu kitabıyla bize çok farklı ve yeni dünyaların kapılarını aralıyor. Bu yenilikler sadece Eco’nun romanlarının farklı boyutlarını, içeriklerini, katmanlarını görmemiz adına değil, edebi görülerimizin cilalanıp sağlam bir kalem tarafından tekrar yapılandırılması adına da büyük önem taşıyor. Ë Eray AK mberto Eco’yu romancı kimliğiyle dünyanın herhangi bir yerinde tanımayan, hele bir de edebiyatla az biraz ilgili, çok fazla insan olduğunu düşünmüyorum. Ancak edebiyat denizinde çok açılmadan sadece kıyılarında dahi yüzmüş olanlar bilirler ki Eco, romancı kimliğinin yanında; felsefeci, edebiyat eleştirmeni, ortaçağ ve göstergebilim uzmanı olarak da yetkili bir isimdir aynı zamanda. Hatta kendi kişisel tarihinin büyük bölümünü romancı olarak değil, bir bilim adamı kimliğiyle geçirmiştir. Eco, birçok ünlü yazarın katıldığı Richard Ellmann Konferansları’nda, işte bu uzun yıllarını harcadığı ve “gerçek mesleğim” diye tanımladığı bilim adamı kisvesini bir yana bırakırmış gibi yapıp geçmişi henüz otuz yılı bulmamış kendi romancılığını ve roman anlayışını ele alıyor. Bırakırmış gibi yapıp diyorum, çünkü kitabın sayfaları arasında dolaşmaya başladığımızda Eco’nun bu bilim adamı kimliğini asla elden çıkarmadığını, aksine romancılığının da bu kimliğinden doğduğunu açık bir şekilde görüyoruz. Peki, 1932 doğumlu Umberto Eco neden “genç bir romancı” olarak tanımlıSAYFA 4 13 EKİM 2011 U Genç Bir Romancının İtirafları/ Umberto Eco/ Çeviren: İlknur Özdemir/ Kırmızı Kedi Yayınları/ 192 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1130
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle