26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

maz, ioğlu. com Üninden rmen. utlu, aren Nerede sinebaşda yalm e çe kşam al Film anmış gisi’ne ikler ir. a da bo n var. gibi anal patkullanr iyice özümü e: Çeviri düşünormuş “Çeviri mıydım?” r baş irdiği yayi, onun yansıa akıcılık, şıklık. hem u düşüunu, ruturmak ıkları . Sinema miş, ko bi, epey ... Ama yan slekte it vaat mesleği diği nun sopeten ereği çok fından re arın kapıtının on u Kalk” adlı derlemene Genadlı ¥ rın bu alandaki verimlerinden. Tarzan Öldü (İlk basım Can Yayınları) adlı kitaba ismini veren öyküyle bir kez daha karşılaşıyoruz Kırmızı Yoyo’da. Günışığı Kitaplığı Köprü Kitaplar dizisinin editörü Semih Gümüş, Kırmızı Yoyo’nun başında yer alan “Anıtsal Bir Öykücü” başlıklı yazısında diyor ki; “ Oktay Akblaa, bizim edebiyatımızda öykü deyince akla ilk gelen yazarlardandır. Daha doğrusu, onun önceki kuşakların belleğinde unutulmaz yeri vardır da, bugünün gençlerince yeterince tanındığı söylenemez.” Bugünün gençlerini Akbal’la buluşturan Köprü Kitaplar dizisi daha önce yayımlanan diğer kitaplarıyla 2010 Mehmet Fuat Yayıncılık Ödülü’nü de almıştı. 2011’de yayımlanan Kırmızı Yoyo’daki anı öykülerin her biri aslında herkesin tanık olabileceği “sıradan” durumları konu alıyor. Fakat, Akbal onları öylesine bir ton ve biçemle sunuyor ki, öykü kişileri sayfalardan hoop atlıyor, gelip dipdiri dikiliveriyor yanı başımıza. Bu anı öykülerin çoğu yazarın öykü kitaplarında yer alıyor, Semih Gümüş gençlerle buluşturmak istediği öyküleri bu seçkiye almış, ne iyi etmiş. Okurları yazarın diğer kitaplarına da göndermek ve araştırmacıların işini kolaylaştırmak adına kaynakça sunulması yerinde olurdu diye düşünüyorum. Kırmızı Yoyo da, tıpkı yazarın diğer kitaplarındaki gibi okuru yavaşça kucaklıyor, farklı bir zamana sevinç ve sevgiyle bırakıveriyor. Kırmızı Yoyo’ya adını veren öyküyü daha önce Cumhuriyet Kitapları’ndan çıkan “Düşler Kuruyorum” adlı seçkide okumuştuk. “Düşler Kuruyorum”da Oktay Akbal, Ataol Behramoğlu, Şükran Soner ve Deniz Som’un yazdığı çocuk öyküleri yer alıyordu. Yapıtlarıyla çağdaş edebiyatımıza büyük katkıları olan Oktay Akbal’ın 19651969 yıllarında tuttuğu, deneme niteliğindeki güncesinde, çocukluğu ile ilgili ipuçlarını yakalamıştık (Anılarda Görmek/Alkım Yayınevi), sonrasında Dondurmalı Sinema’da yakından tanıştık o çocukla. Kırmızı Yoyo’da, birinci kişi anlatımı kullanılarak yazılmış on altı anıöykü var; farklı yaş grupları değişik düzlemlerde okuyabilir onları. Oktay Akbal’la yeni tanışacak olan gençler, kaleminden bal damlayan bir yazarın sürükleyici öyküleri gözüyle okuyabilir. Yetişkinler de yüreğini edebiyata adamış bir yazınerini “anlamak” için okumalar yapabilir. İlk öykü, karpuzlara kabak aşısı yapılmayan dönemlerden kalkıp geliyor sayfalara. “…Sonunda kan kırmızısı çıktı ortaya. Dilimledik, başladık yemeye. Şapır şupur suları damlıyordu taşlığa” (s, 15). Benden söylemesi, mis kokulu, kıpkırmızı karpuz çekebilir canınız. Nereden bulursunuz bilmem. “Önce ekmekler bozuldu” sonra karpuzlar, diyesim var bu öyküyü okuduktan sonra. İkinci öykü, yazarın ilkokulu okuduğu Fransız okuluna götürüyor bizi. Okuldan hiç hoşlanmayan bu çocuğu okula bağlayan şeyin ne olduğunu okuduğumuzda biz de o çocukla birlikte heyecanlanıp, mutluluk duygusuna ortak oluyoruz. Kitabın üçüncü öyküsü Can Yayınlarından çıkan Lunapark adlı kitapta daha önce okurla buluşmuştu. Akraba kızları Nimet, Nihal, Oktay Akbal ve babası lunaparkın yolunu tutarlar. Çarklar, salıncaklar, komik aynalar, çarpışan arabalar ve lunaparkta yaşanan karmaşık duygular… “Yaşam bir lunaparktı. Tüm yaşantım lunaparktan farksız bir evrende geçecekti. Çarpışmalar, uçuşmalar, korkular, kuşkular…”(s, 30) Turgut’u Örnek Alsak adlı öyküde futbol oynayan ilkokul çocuklarının arasında düşüncelere dalıp gidiyor yazar. Oyundan çıkarılan Turgut’un yerine koyuyor kendini. “Çok oldu böyle şeyler: Oyundan çıkarılmak, itilip kakılmak, horlanmak, sonra gene oyuna alınmak. Adam yok diye, ille de biri gerekli diye!..”(s, 32) Kendini akıllı, herkesi sersem bilenlere ne çok gönderme var bu güzel öyküde… Son Taş Kavgası’nda yanlış koşullandırmalardan doğan, anlamsız nedenlere dayanan bir sokak kavgası anlatılıyor. Bu kavganın sonuçları, savaşların anlamsızlığına uzanan düşünce denizine davet ediyor okuru. O da diğer öyküler gibi İstanbul kokuyor. “Benim okulum Kumkapı’daydı, bir Fransız okuluydu. Koskoca bir yokuşu tırmanırdık saat dörtten sonra. Bir arkadaşım vardı Fatih’te oturan, birlikte yürürdük. Ben Şehzadebaşı’nda ayrılırdım. Ertesi sabah Çinili Fırın’ın önünde beklerdim yolunu, birlikte inerdik yokuşu.” (s, 36) Kitaba adını veren öyküde 1930’larda hemen herkesin elinde olan bir oyuncaktan “yoyo”dan söz ediyor yazar. (Nedense bu öyküyü okurken çocukluğumun “moda” oyuncağı lak lak geldi aklıma. Bilardo topu ¥ durmalı Sinema Sırpçaya da çevrildi) yaza na yakın büyüklükteki iki top ve bunları birbirine bağlayan sağlam bir ipten oluşurdu. Topları ipin tam ortasından tutup birbirine çarptırarak “lak lak” sesi çıkartıp eğlenirdik.) Oktay Akbal’ın çocukluğundaki “moda” oyuncak yoyo ile ilk karşılaşması, boy boy yoyolar edinmesi, kırmızı yoyonun aklına düşmesi… Masal tadında bir yoyo düşü okuru bekliyor. “Sınıfın yerden tavana kadar uzanan geniş penceresinden gökyüzünü seyrediyordum. Tam karşımda bir balkon vardı. Ara sıra genç bir kadın çıkardı. Çamaşır asar, birisine seslenir, sokağa bir sepet indirirdi. Bazen misafirleri de gelirdi; genç kızlar, kadınlar… Oturduğum sıradan, öğretmene belli etmeden balkonu seyredebilirdim.” (s, 47) Bu tümcelerle başlayan Yabancı Okulda adlı öyküdeki gençle özdeşim kuramayacak genç yoktur sanıyorum. Öğretmenler, yemekhane, okul bahçesi, kızlar, oğlanlar… Acılar, hüzünler, şaşkınlıklar, sevinçler, duyarlıklar, duyarsızlıklar… Yabancı Okulda, gençlere yoldaş olacak bir öykü olarak kitapta yerini alıyor. 1935’te Bir Akşam’da yazar bizi sınıf arkadaşlarıyla tanıştırıyor. Nasıl ki her ev bir ülkeyse, her okul da bir ülke… Belki de her insan bir ülke… 1953’te ilk basımı yapılan Bizans Definesi adlı öykü kitabında yer alan Bizans Definesi, kitabın dokuzuncu öyküsü. Sur dibinde ailece aranan ama bir türlü bulunamayan hayali define, eski zamanların düş izlerini barındırıyor. Dağınık Anılar, ilkgençlik heyecanlarını yansıtan bir öykü. Şehzadebaşı sinemaları, Laleli apartmanları, bozacı, leblebici, yoğurtçu, pekmezci, İstanbul’un nice sesi, rengi, kokusu ve onlara karışan güzel gözlü Leyla, Dağınık Anılar’da selamlıyor bizi. İlkgençlik Sevdaları, hayallere geniş kanatlı kapılar açıp açmamakta kararsız kalınan ilkgençlik yıllarını duyumsatıyor. Nedenini tam anlayamadığımız sevinçler, ilk sevdaların yürek atışları, çabucak parlayıp çabucak küllenen ateş… “Hatta külü bile kalmayan” (s, 64) o günleri, görünenin ardındaki sezdirerek anlatıyor Oktay Akbal. Hayri Bey’li Üsküdar’ı okuduktan sonra Hayri Bey’in filmi çekildi mi diye merak edip araştıracaksınız. “Hayri Bey üç bin lira ikramiye almış” haberi herkesi sevindirir. O parayla neler yapılmaz ki. Hayri Bey’in öyküsüyle ilgili ipucu verip öykünün tadını kaçırmayacağım elbette. Ama onunla tanışmanızı öneririm. Kara Önlükler, okul bahçesindeki önlüklü öğrencilerin yazarın belleğinin yırtmacını aralayıp anıları deşmeleriyle yazılan buruk bir öykü. Tarzan Öldü, uçup giden gençlik çağına yakılan bir ağıt gibi. Yaşadıkça öğrenilen çaresizlikler, küflü tatlar var alt metinde. Zaman ilerledikçe anılar yalnızca hüzün vermeye başlar belki de… Bu öykünün bana duyumsattığı bu oldu. “Hepimiz birer anıyız. Ölü bir anı. Yaşıyoruz diye kendimizi aldatıyoruz. Öldüğümüzü gizliyoruz. Birbirimizden. Kendimizden.” (s, 106) Lokomotifler adlı öyküde çocukluğa uzanan sonsuz hayallerin yerleştirildiği tren katarı var. Kitabın son öyküsü olan Bir Sabahtı, uyumak/ uyutulmak izleğinde gelişen bir metin. İstanbul’a yakışan bir kasım gününde kaleme alınan bu öyküde alt metinler dantel gibi işlenmiş. Deneme tadındaki bu öykünün kitabın sonuna alınması rastlantısal değil elbette. Pekiştirilmiş okuma deneyimleri yaşamış olan okurlara seslenmesi nedeniyle kitabın sonuna koyulduğunu düşünüyorum. Çünkü yazarla ve metinle okurun kuracağı iletişim, yürüdükleri yolun kesişmesine bağlıdır. Bir Sabahtı, okuma, anlama ve eleştiriyi eşanlamlı sayabilen okurlara seslenen bir öykü. “Neleri neleri anlayamadan geçen yıllar. Bir uykuda, bir gecede…” (s,115) Melih Cevdet Anday, Gün ve Gece başlıklı bir denemesinde der ki: “Aydın olmayan özgür olamaz. Kişiler için de, toplumlar için de doğrudur bu. Bilisizlik (karanlık) içindeki toplum, bir köleler toplumudur. Özgürlük nedir anlamaz, düşünmez, körü körüne yaşar, kendisine aşılanmış dogmaları bellemiştir, seçme yeğleme gücü yoktur.” Oktay Akbal, farklı temalardaki bu öyküler toplamında, aydınlığa giden yolun nitelikli okumalar yapmaktan geçtiğini bir kez daha duyumsatıyor. Gençlerin kulağına fısıldıyor: Körü körüne değil, aydınlığa giden yolda ilerleyin. Değerli ustamız Oktay Akbal’ın yapıtlarını geleceğe bırakacak alanlardan biri olan gençlik ve çocuk yazınına emek vermeye devam etmesini yürekten dilerim, nice kitaplara… www.maviselyener.com *Kırmızı Yoyo, Oktay Akbal, Kapak Resmi: Huban Korman, Günışığı Kitaplığı Köprü Kitaplar Dizisi, 116s, 2011, 14+yaş Mavisel Yener Ata Cad. Defne Sok. No: 1 D: 1 Balçova zmir www.maviselyener.com [email protected] 1130 CUMHURİYET KİTAP SAYI 13 EKİM 2011 SAYFA 25 1130
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle