27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yasemin Küçükkaya’dan ‘Darbe Şakacıları Sevmez’ ‘Darbe şakaya gelmez!’ durum. Polis aramaları, baskınlar var, o yüzden öldü mü kaldı mı bilmiyorlar. Bazen hiç haber gelmiyor. Aslında abimin öyle bariz bir olaya karışmışlığı yok ama hep böyle çeşitli suçlar üzerine atılmak istenmiş. Olay sadece içerde yatmak da değil, işkencede bir sürü kişi öldürülüyor o zamanlar. Bir de biraz lider konumunda görünüyor abim, okulda da öyle, biraz gözü kara. “ÜLKÜCÜ KUŞATMASI ALTINDAYDIK, ÜZERİNE BİR DE ALEVİYDİK” Ülkücülerin ağırlıkta olduğu bir mahallede oturuyorsunuz üstelik. Evet, mahallemizde genelde Çorum, Yozgat Alevi köylerinden gelen bir kesim var, o mahalle de tam iki ülkücü mahallenin arasında kalmış. Dolayısıyla ülkücü kuşatması altındaydık, üzerine bir de Aleviydik ve biliyorsunuz o dönemde AleviSünni olayları, çatışmaları körükleniyordu. Mahallemiz de buna karşı korunmak için ne yapabiliriz diye düşünüldü ve bir örgütlenmeye gidildi. Ülkücü zulmü arasında kurtarılmış bir bölge yaratılıyor adeta... Her gün mahalleyi tarayarak geçiyorlar, akşamları silah sesleri eksik olmuyordu. Kahvehaneler, bakkallar taranıyor, baskınlar düzenlenip, sloganlar atılıyordu. Sonra kızlarınızı kaçıracağız şeklinde tehditler de savuruyorlardı. Oğullar içeride, anne Döndü Hanım dışarda işkencede! Kesinlikle. Ağlaması, ağıtları olaylara göre değişiyordu. Başlarda oğlum yakalanacak, gencecik yaşında hapse girecek diye üzülürken, işkence görmeye başladığında ise işkencede öldürecekler oğlumu, bugün gittim oğlum soğuk yerde yatıyor, yüzü gözü mosmor diye ağlıyordu. Cezaevi dönüşlerinde artık önce hastaneye gidilip anneme iğneler yaptırılır olmuştu. Sürekli ağladığı için göz damarlarında çatlama oluyor, bir dönem ağlasa da ağlamasa da gözlerinden sürekli yaş geliyordu. Nedense psikolojik tedavi yöntemini kimse düşünmemiş. Ve biz acımızı otuz yıl boyunca içimizde yaşadık. OĞULA SOPA, ANNEYE ÇİVİLİ ZİNCİR! Annenizin başına çivili sopayla vuruluyor bir de değil mi? Sadece manevi acı değil fiziki şiddete de maruz kalıyor Döndü Hanım. Öyle ki oğlunun yanında gitmek zorunda annem okula kadar, can güvenliği yok çünkü. Hüseyin abimin okulu da ülkücülerin kontrolünde. Bir gün, arbede çıkıyor ve abimin başına sopayla vuruyorlar, bayılıyor abim. Annem abimi korumak için üzerine kapanıyor ve o esnada başına çivili zincir geliyor, başı yarılıyor.. Bu olaylardan dolayı Yeter ablamı okutmamaya karar veriyor ailem. Mamak’ta işkence görüyor Hüseyin abin ama önce Selami abin giriyor değil mi cezaevine? Evet Selami abim daha önce yakalanıyor. Önce kafes denilen yere götürülüyor. Saçları, çalışmayan bir tıraş makinesi ile yolunarak kesiliyor. Dayak, falaka sürekli var. Kafeste bir gün tutuluyor, 24 saat işkence görüyor. Ertesi gün alınıyor içeriye. Aslında herkes diyor ki biz üç dört gün kalırdık içeride, çıkamayan olurdu hatta o nasıl çıktı diye. Çıkıyor çünkü ertesi gün darbe oluyor. Hüseyin abi darbeden sonra içerde... Teslim oluyor, annemler artık baskınlara dayanamıyorlar. Babamı da içeri almakla tehdit ediyorlar. Abimi öldürmekle yani vur emri çıkarmakla, kaçtı vuruldu deriz diye tehdit ediyorlar. ‘BABAMA İŞKENCEDEKİ OĞLUNUN SESİNİ DİNLETTİLER’ Babanız Başali Bey o nedenle oğlunu kendi elleriyle teslim ediyor... Tabii öldürülmesin diye, çünkü kaçak durumunda abim. Babam da düşünüyor abimin karıştığı büyük bir olay yok. Hüseyin masum nasılsa, ifadesini verir çıkar diyor. Abim de bir seferinde haber göndermiş; çok fazla üstünüze gelirlerse direnmeyin, yerimi söyleyin diye.. Bunun üzerine babam da askerlere yerini söylüyor ama söz alıyor, dövülmeyecek, işkence edilmeyecek diye. Askerler söz veriyorlar ve gerçekten de onlar dokunmuyor, ama polisler dokunuyor! Karakolda dayak, işkencenin bini bir para. Babam gidiyor ve oğlum iyi mi, sesini duymak istiyorum diyor. Tamam o zaman diyorlar ve aşağıya alıyorlar. İşkence yapılan abimin çığlıklarını dinletiyorlar. O anda babam üzüntüden sol kolum tutmadı diyor. Sonra bayılmış. Hatırlıyorum eve geldiğinde ablamlar babamın koluna, omzuna masaj yapıyorlardı güç gelsin diye. Abilerin ne kadar kalıyor içeride? Hüseyin abim on dört gün karakolda işkenceden geçiyor. Sonra Emniyet Müdürlüğü ve altı gün de oradaki işkenceden sonra, Mamak Cezaevi’ne götürülüyor. İki abim farklı nedenlerle içeri girdiler ama Mamak Cezaevi’nde aynı koğuşta yattılar. Selami abim, mahalleye ait olan silahı yanında taşıdığı için ki o silah aslında kendisine ait değildi ama üstlenmek zorunda kalmış, üstlendiği için de ruhsatsız silah taşımaktan içeri alındı. Aslında bunun altı ay gibi bir cezası varmış ama tutuklu yargılanıyor ve toplam on üç ay yatıyor. Sonunda da cezasını fazlasıyla çekmiş olarak çıkıyor. DARBE YİYEN ÇOCUKLUK! Ya diğer kardeşlerin neler yaşadı? Tüm kardeşlerim yaşları ne olursa olsun evde ve mahallede yaşanan acılarla geçirdiler çocukluklarını, gençliklerini. Gerginlikleri, saldırıları, korkuyu, gerilimi biliyorlardı. Hatta bir seferinde Yeter ablam, abilerimin yerini soran polislerce gözaltına alınmaya bile çalışılmıştı. Yıllar sonra bu kitabın yazarı olacak, o günlerin küçük Yasemin’ini sormadan olmaz. Biraz da kendini anlat bize... Evin en küçüğü olduğum için en çok benimle ilgilenilse de o şartlarda arada kaynadığım olurdu. Annemin durumu malum, biz çocuklar neredeyse birbirimize bakar hale gelmiştik epey bir zaman. Yeter ablam benim için anne gibi olmuştu. Çok küçük olsam da silah seslerini, belki ülkede yaşanan fırtınayı değil ama evde yaşanan fırtınayı gayet iyi hatırlıyorum. Hatta bir gün polisler Hüseyin abimi bana bile sormuşlardı. Evimize çok yakındaydı Mamak Askeriyesi. Eskiden bahçesinde koşup oynardım. Sonraları abim içerdeyken ziyaretine birkaç kez gitmiştik. Bir keresinde tel örgülerin arkasından Selami abim beni kucağına alıp sevmek istedi, izin vermediler. Çok ağlamıştım. Abilerim hapisten çıktıklarında yine bir gün abim polislerle birlikte geldi, perişandı. O kadar çok dövmüşler! Bana bir telefon numarası verdi, git bunu ara ve polisin beni gözaltına aldığını söyle dedi. Dane ablalardaki telefona ulaşmak için nasıl çıktıysam evden ayakkabılarımı bile giymeyi unutmuşum. Böyle bir çocukluk! “BÖYLE BİNLERCE AİLE VAR” İşkenceyi anlatmak tabii kolay olmasa gerek... O dönemde böyle bir devrimci ruhu vardı, kızlara bacı diye hitap edilirdi, işkencede çözülmemek diye bir tabir, anlayış vardı. Anlatılmazdı, yaşanan yaşanırdı. Ama bu yaklaşım doğru değil tabii, içlerine attılar hep, sağ kalabilen insanlar ne travmalarla boğuştu yıllarca. Abim de kendi başına bu durumun üstesinden gelebileceğini düşündü sanırım. Bazen bu kitaptaki bilgileri bile nasıl anlattırabildiğime şaşırıyorum. İşkencelerden bazılarını elektrik vermeler, pislik dolu çukurlara kafalarına basıla basıla batırılmaları gibi anlatamadı Hüseyin abim. Anlatabildikleri yaşananların çok küçük bir bölümüydü. Otuz yıl önce tek başına yaşanan yalnızlıklar, korkular ve acılarla aile olarak otuz yıl sonra bile olsa yüzleşilmesi de aynı zamanda bu kitap. Kitapta bu bağlamda yaklaşımın da önemli. Tüm bunlar yüz binlerin yaşadığı ortak acılardır denilerek ve asla demagoji yapılmayarak anlatılıyor. Aynılarını veya beterini yaşayan sayısız insana saygı gösterilmesi, kendini öne çıkarmama söz konusu. Kesinlikle, bir mağdur edebiyatı söz konusu değil. Yaşanan trajik bir dönem, yaşananlar trajik olaylar ama acıklı bir dille karşılaşmayacak okurlar. Darbe ve darbeciler, bizim gibi sıradan bir ailenin fertlerine ayrı ayrı neler yaşattı, nasıl bir travmaya yol açtı onu yansıtmaya çalıştım. Köyden kente göçen, hep kendi başının çaresine bakmaya çalışmış, tek yürek olmuş, bilgelikleri ve cahillikleriyle sıradan, maddi durumu pek iyi olmayan, bol çocuklu bir ailenin çocuklarını okutmak üzere geldikleri Ankara’daki tutunma mücadelesini de yazdım. Bu benim ailem ama böyle binlerce aile var demek istedim. Darbe öncesi ve sonrası ortamda nasıl sürüklendiler, nasıl bir mücadele verdiler ortaya koymak istedim. Okuyan pek çok kişinin kendisinden izler bulacağınıdüşünüyorum. Umarım böylesi kitapların artmasına vesile de olabilir bu kitap. [email protected] Darbe Şakacıları Sevmez/ Yasemin Küçükkaya/ Cumhuriyet Kitapları/ 166 s. Yüz binlerin bir canının ya hapiste, ya işkencede, ya kör kurşunla yittiği 12 Eylül darbesi öncesi ve sonrası dönem, Şakacı ailesi gibi sıradan bir ailenin fertlerine ayrı ayrı neler yaşattı, nasıl bir travmaya yol açtı? 12 Eylül insanlarla birlikte insani anıları da nasıl askıya aldı? Gazeteci, yazar Yasemin Küçükkaya, Darbe Şakacıları Sevmez adlı kitabında bu toplumsal travmanın, özelinde en küçük ferdi olduğu, sekiz çocuklu Şakacı ailesinin, genelinde de ülkenin üzerine çökerttiği kara bulutları yazıyor. Satır aralarındaysa köyden kente göçen, hep kendi başının çaresine bakmaya çalışmış, bunun için tek yürek olmuş, bilgelikleri ve cahillikleriyle sıradan, maddi durumu pek iyi olmayan, 8 çocuklu bir ailenin çocuklarını okutmak üzere geldikleri Ankara’daki tutunma mücadelesini de okuyoruz. Yasemin Küçükkaya ile Darbe Şakacıları Sevmez adlı kitabını konuştuk. Ë Gamze AKDEMİR ilen uzun süre susmuş, yok sayma anlamında değil ama konuşulmamış. Aradan otuz yıl geçtikten sonra nasıl konuşuldu tüm bunlar, ortaya nasıl getirildi. Dolayısıyla bu kitap nasıl yazıldı? 1980’de 5 yaşında küçük bir çocuktum ama hep izliyordum. Küçük bir çocuk olarak tabi daha çok annemi izliyordum. Annemde hep bir endişe, panik hali vardı, hep hastaydı, sürekli ağlıyordu. Bir çocuk olarak korkuyordum, olağanüstü bir durum olduğunun az biraz farkında olmakla birlikte, ne olup bittiğini tam anlamıyordum. Ağlamalar artık böyle ağıtlar yakma şekline dönüşmüştü, “Hüseyinimi öldürecekler, bugün yine gelmedi, ne oldu, öldü mü kaldı mı?” diye. Başlangıçta yani hapse girmeden önceki süreçte abim tabii sürekli saklanıyor, kaçıyor falan böyle bir SAYFA 16 13 EKİM A Gamze Akdemir ve Yasemin Küçükkaya... 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1130
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle