Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Özcan Yurdalan’dan gezginlere Bir yolcu gördüm... Durur yollarda “Zor olan başlamak değil, bitirmeyi bilmektir. Çünkü başlamaktan ziyade bitişler yolculuğa dahildir.” (Kitaptan) Ë Semih POROY zcan Yurdalan’ın onuncu kitabı bu. Bir fotoğrafçı (teknik bir yazı olmadığı için ‘fotoğraf sanatçısı’ demeyeceğim ama siz öyle okuyun lütfen) ve bir gezgin olarak gördüklerini, tanıklıklarını edebiyatla harmanlayarak yazmayı seviyor. Kitaplarına fotoğrafları da eşlik ediyor. Böylelikle bir yolculuk yalnızca bir yolculuk olmuyor. Fotoğraflar da fotoğraftan ötesini imliyor. Bir Seyyahın Kaybolma Kılavuzu‘ndaki yazılar, birbirinden bağımsız okunduğunda birer “kısa hikâye” tadında. Hoş, bir arada okunduklarında da öyle ya... Öteki kitaplarından da bilirim; Yurdalan’ın, “büyülü gerçekçilik”le süslediği “öykücü” bir yanı vardır. Bu öykücülük onda, çevresine toplanmış meraklılara “eski insan sözleri”yle (Ah, Tevfik ağabey! Tevfik Akdağ!) meraklı hikâyeler uyduran bir anlatıcı kimliği de kazandırır. “Üç yolcu gördüm...” diye başlayanı saymazsak, kitaptaki seksen dokuz öyküyazı “Bir yolcu gördüm...” diye başlıyor. Okuma sürdükçe, yazılar birbiri ardına geldikçe bu sözün etkisi de git gide artıyor. Özcan Yur Ö Özcan Yurdalan dalan’ın “gördüğü” yolcuların bir bölümü yolculuklarını “anlatan” türden. Kimisi ise “ben yazarım”, bir başkası “ben hem yazarım hem anlatırım” diyor. Başka bir yolcu, yolculuğunu unuttuğunu söylerken bir diğeri “ben dinlerim” diye susuyor. Ne çok yolcu türü varmış, bilmezdim. Her yolcu kendisini anlatırken başka bir yolcuyu anlatıyor sanki... Ya da Özcan Yurdalan’ın yaptığı gibi her bir yolcuda bütün yolcular... Bir körü yazmış, kör kendisi. Yine bir yolcuyu yazmış, yolcu o. Bütün bunları, bir fotoğrafçıya anlatmak için yazmış; fotoğrafçı kim? Yolculuğu severim. En sevdiğim de yolda olmaktır. Varmaktan çok gitmek. Varmak geçici bir şey. Sonra yine yola çıkma zamanı gelir. Galiba aslolan gitmektir. Yolcu yolunda gerek diye boşuna dememişler. Öylesine söylenmiş gibi duran nice sözün tozunu toprağını üfleyince altından çıkan yeni anlamlara hâlâ şaşırıyorum. Yurdalan’ın gördükleri gitmeye hazırlanan ya da gidip dönmüş yolcular. Hiç birisi bir taşıtta değil. Yürüyorlar, oturuyorlar, anlatıyorlar, susuyorlar; sonra yine gidecekler. Eski yolculuklara kimi zaman ressamlar eşlik edermiş, kimileyin de yolculuğun baş kişisi bir ressam olurmuş. Böylelikle, fotoğrafın bilinmediği zamanlarda kuş uçmaz kervan geçmez nice yerin “suret”i çıkarılabilmiş. Çok zamandır bunu gezgin fotoğrafçılar yapıyor. Yoksa, fotoğrafçı gezginler mi demeliyim? Hem, yazıyorlar da... Gezgin de fotoğrafçı da “görme”yi bilen insandır. Görebilen insanın çektiği fotoğrafı, yazdığı yazıyı önemsemek gerek. Yurdalan’ın “yolcu”larından biri, bir yerde, başka bir yolcuya “...fotoğrafını çekmiş olabilirim, ama seni hiç görmedim, tanımıyorum...” diyor; “...benim işim tanımak değil fotoğrafını çekmek” diye devam ediyor. Burada duraksadım. Yurdalan gittiği yerleri, oradaki insanları tanımayı ister. Öyleyse, gördüğü her “yolcu” kendisi değil! Böylece baştan beri duyduğum kuşku biraz dağılıyor. Ama öyle mi? Fotoğrafçı, resmini çektiği her kişiyi tanımak zorunda mıdır; yoksa kişiyi çevresiyle, bir kadraj içinde mi saptamalıdır? Ya, Elias Canetti’nin “...bir edebiyatçının görmediği şey olmamış demektir...” sözü?.. Burada karşılaştırmalı, kocaman bir “deneme” konusu yatıyor. İş büyüyor, iyice fotoğrafa kayıyor. Oysa, mümkün olduğunca yolculuk teması içinde kalmayı istiyorum. Bir yolcu var... Fotoğraf da çekiyor. Bellisiz bir yerde karşılaşıyorlar. Yazara çektiği fotoğrafları gösteriyor. Sayısız boş fotoğraf kartı... Yazar mırıldanıyor, “Karşımda duranlar, onun kurduğu hayâllerdi.” Evet, galiba insan yolculuğa çıkmadan hayâller kurar; sonra, çok yıllar sonra zaten herşey hayâl olur. Özcan Yurdalan İspanya’dan Nepal’e, Güney Asya’dan Kuzey Afrika’ya birçok dünya coğrafyasında fotoğraflar çekti, dolaştı. Anlattı, dinledi, sustu, yazdı. Türkiye’nin yedi bölgesini gezdi, fotoğraflar çekti. Anlattı, dinledi, sustu, yazdı. Yetmedi, çocukları topladı, toplamadığına gitti, fotoğrafı sevdirdi, öğretti. Zamanımızın insancıl bir gezgini, fotoğrafçısıdır. Bu alanlardaki yaşamalarını özenle yazar. Bir Seyyahın Kaybolma Kılavuzu bunun yeni bir örneğidir. Başkalarında kendi fotoğraflarını çeken, deklanşöründe daktilo tuşu tadı olan bir gezgindir. Kitabı okuyup bitirdikten sonra, başa dönüp kaldığınız yerden okumaya devam edebilirsiniz. Sonsuz yolculuk. Zaten o da bir başka yolcunun ağzından öyle diyor: “... Yeryüzünde mümkün olan tek yolculuğu yapıyorum ben. Yalnız başıma gideceğim yeri arıyorum. Orayı bulduğum zaman geldiğim yerde olacağım.” Bir yolcu gördüm... Bir Seyyahın Kaybolma Kılavuzu/Özcan Yurdalan/ Agora Kitaplığı/ 214 s. SAYFA 9 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1093