Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
D debiyata felsefeden bakmak ayrıcalıktır. Felsefe dizgesini denemede yumuşatarak edebiyat eserini değerlendirmek, gevşek bir sıkıdüzen içinde edebiyatı ele almak, sıradan bir okura yeni bir görüş kazandırabilir. Füsun Akatlı, bir bunalım toplumunda yaşamanın sıkıntıları içinde, soluğu artık göğsüne sığmazken, Cumhuriyet’teki köşesine yetiştirmek istediği yazısını kızı Zeynep Altıok’a yazdırırken, yaşamaya direnmek gerektiğine inanıyor, ölümü hiç aklına getirmiyordu. eğinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN Bir eleştirel deneme ustası: Füsun Akatlı E kanaati uyandırır sizde. Düşünmenizi engelleyen, sizin görüşlerinize kapıları kapatan, pencereleri örten baskıcı bir yönetmi benimsememiştir.” Eleştirel denemede kesin yargılardan uzak, yorumlarımızda çoğalan bir anlatış biçimi vardır. Füsun Akatlı buna “gülümseyen alaysama” diyebileceğimiz bir biçem özelliği kazandırmıştır. Kırıcı olmamaya özen gösteren bir biçem özelliği... Bir yazar önce kendine şu soruyu sormalı: “Kimin için yazıyorum?” Bir yazar önce kendi için yazmalı. Yazarın ilk okuru gene kendisidir. Ama bu “kendi” başka okurlara da açılmak, kendini tanıtmak, beğendirmek durumundadır. Bunu başarmak için okurun düzeyine mi inmek gerekecektir, okuru kendi düzeyine çıkarmak mı? Okurun düzeyine inen şiir de, anlatı da yozlaşır. Yeni bir şiir, yeni bir anlatı okurun düzeyini yükseltmeye yaramalıdır. Yoksa yazılanlar edebiyat eseri olmaktan çıkar. Nitekim işin kolayına kaçan ozan hormonlu şiirlerle, bir anlatı yazarı ucuz duyarlıklarla okurları kazanmaya, adını yaymaya çalışır. Füsun Akatlı “Kırmızı Gagalı Papağan” denemesinde yazının değişik boyutlarını irdelerken bu konuyu da ele alır. ANDAY’IN ŞİİRİNİ YORUMLAMAK Yalnızca şiir eleştirisi üzerinde durmak bile Füsun Akatlı gibi bir deneme yazarı için altından kolay kalkılmayacak bir edebiyat alanıdır. Hele Melih Cevdet Anday’ın şiirini yorumlarken böyle bir işe girişmek daha da zorlu bir iştir. Çünkü Melih Cevdet Anday zaman sorununu irdelerken felsefeyi şiire sokmuş görünür. Yalnız zaman sorunu da değil. Şiirin zor kaldıracağı daha nice sorun Melih Cevdet Anday’ın şiirinde tartışma konusu olabilir. Füsun Akatlı diyor ki: “Şiire düşünceyi, tarihi, mitolojiyi, felsefeyi getiren; ama bu son derece tehlikeli yolda, şiir dilinin, şiir musikisinin, imge üretiminin yordamından hiç ayrılmayarak yürüyüp düzehatta doruklaraçıkabilen bir şair olarak okuruz onu” (Mitos’tan İmge’ye). Demek öne geçmesi gereken felsefe değil, şiirdir. Gene Füsun Akatlı’ya göre: “Felsefe ağırdır en ağırıdır kolay kolay bileşime katılmaz, dibe çöker. Üstelik şiire zarar verdiği gibi, kendi de şiirden zarar görür. Oysa Melih Cevdet Anday’ın şiirinde bu karşılıklı bozuşmanın izlerini görmüyoruz” (Melih Cevdet Anday’ın Şiirinde Tarih ve Zaman). Bunun nedenini Melih Cevdet Anday şöyle açıklıyor: “Felsefi temalar, bana şiir yazma olanağı tanıyor. Diyebilirim ki mistik bazı öğeler de şiiri çok daha kolay açıklayabiliyor. Bunlar şiire birer vesiledir benim için.” Anday bu görüşüne yeni boyutlar kazandırıyor: “Her şiirin düşünsel bazı temelleri, bazı öğeleri vardır. Fakat bu temel öğeler, kalkar ortadan. Şiir bir ses araştırmasıyla başlar. Düşünsel öğeler ancak belli bir teknikle, belli bir disiplinle birleşerek belli bir yolda yürümesine yarar şairin.” Bu sözler şiirin hiç eksilmeyecek ana sorunlarıdır. Dize kurmanın aruz ya da hece ölçüleriyle ilgisi yoktur. Sözcüklerin dizedeki yerini bulması ozanın hünerine kalmış bir uyum işidir. Her sözcük dizedeki yerini, durumunu beğenmelidir. Bir sözcüğün “i” hali bile o duruşu bozabilir. Belki de şiirin büyüsü ozanın özel yeteneğiyle ilgilidir. İçerikle bütün üzerine Melih Cevdet Anday şöyle düşünüyor: “İçerikle bütünü ben bir türlü ayrı düşünemiyorum. İçerik demek, bence, sesle biçimin birleşmesi demektir. İkisi birleşince, içerik ortaya çıkıyor. Eğer yalnız içerik var da ses ve biçim birliği yoksa içerik de yoktur. Şiirde içerik, ancak böyle vardır.” Füsun Akatlı, şiirin hep tartışılan bu sorunlarını sağlam bir dizge içinde irdelemesini biliyor. “İKİNCİ YENİ”NİN ÜÇ ASI Melih Cevdet Anday üzerinde durmak, Turgut Uyar ile Edip Cansever şiirin çözümlenmesine bir “giriş” olarak yorumlanabilir. Türk şiirinin sayılı doruklarından olan Turgut Uyar’a, Edip Cansever’e, Cemal Süreya’ya bir de Füsun Akatlı’nın gözüyle bakmalı. Arada dost olmanın kazandırdığı incelikler var. Şiire bakmayı kolaylaştıran anılar var. Edebiyatımızın hanımefendisi olarak hep el üstünde tutulan bir Füsun Akatlı var. Bütün bu özellikler Füsun Akatlı’nın gözüyle edebiyata bakmayı kolaylaştırıyor. “Cemal Süreya’ya Sesleniş”inde beni hep düşündüren bir şey var: Bir ozanı yaşamaya bağlayan cinsellik midir? Böyle bir özlem içinde yalnızlığa düşen bir Cemal Süreya mı vardı? Füsun Akatlı diyor ki: “Erotizm, yalnızlığın hüznünü seyreltir Süreya’nın şiirinde. Derin ve yeğin dil duyarlığı, erotizmin dozunu şiirsel düzeyde tutar. Usun ve zekânın dile dolanıp şiirsel olanı zedelemesine engel olan ise lirik bilinçtir. Bakarsanız, erotik öğenin de yeri hüzünlerdedir.” Cemal Süreya’daki özgünlüğe ancak Füsun Akatlı kadın sevecenliğiyle bakabilirdi. “Cemal Ağabey” diyordu ona. “Bir kehanete benzeyen ölümüyle” dost olmanın da bir sonu olduğunu anımsatan Cemal Ağabey. Cemal Süreya’yı böylesine yorumlamak yalnız şiir birikimiyle ilgili değildir. Gönül insanı olmanın kazandırdığı duyarlığın da bunda payı var. ANLATI USTALARI Şiirde her bir sözcüğün dizede duruşunun özel bir anlamı var da, düzyazıda yok mu? Anlatı ustaları dile nasıl özen göstereceklerinin bilincindedir. Füsun Akatlı, özellikle üç öykü ustasını yeniden keşfetmemize olanak tanıyor: Nezihe Meriç, Bilge Karasu, Tomris Uyar. Onların üçü de Türkçeyi kullanmanın ustasıydı. Edebiyatın dili işleme hüneri olduğunu söylememiz boşuna değil. Özellikle Bilge Karasu edebiyatımızın bir gizli gömüsüydü. Füsun Akatlı olmasaydı o gömüyü nasıl bulacaktık? Füsun Akatlı o gömünün üstünü açmanın ustasıydı: “Türk edebiyatının yazısında en çok ‘felsefe’ taşıyan; ama felsefeyi edebiyatına taşıtmayan denge ve doz ayarını meleke haline getirmiş ustası Bilge Karasu’nun edebiyat dünyasına girmek, derinlikler ve zenginlikler ülkesinde heyecanlı bir yoluculuğa çıkmak gibidir. Yolculuğun sonunda, adeta bir ruh eğitiminden geçmiş olan okurun elinde birçok yaşam sırrının anahtarı birikmiş olur” (Bilge Karasu’yu Tanımak Bir Serüvendir). Özgün gülümsemesiyle, içtenlikli bakışıyla yazının gizlerini sezen ustalığıyla çağdaş edebiyatımızın önemli bir eleştirel denemecisiydi Füsun Akatlı. O üzgün gülümseyiş, içtenlikli bakış yazılarına sinmiş gibidir. Türkçenin gizlerine varmak için doğru kullanılması yetmez. Dilin derinlerindeki duyarlığı da sezmek gerekir. Ama dil yanlışlarıyla uğraşmaktan o duyarlığı keşfetmeye zaman kalmıyor ki. Dilin doğal akışını kullanan bir yazardı Füsun Akatlı. Çeviri, yazım, konuşma yanlışlarında, dilin kirlenmesinde girişilen savaşım öylesine kanıksandı ki, artık bunları yinelemenin de yararı yok. Böylesi yanlışlarla uğraşmak Füsun Akatlı’yı da yordu. Bir de, bilgi aktarmakla yetinen kimi yazarlar bunu kültürlü olmanın gereği sanıyor. Oysa gerçeğin altını Füsun Akatlı çiziyor: “Bilgi biriktirmek bir öğrenme ve hafıza işi ise, kültür bir bilinç işidir. Onun için işte, kültür enjekte edilmez, aktarılmaz; kazanılır ve kaybedilmez. Bilgi elenir, ayıklanır, hatta unutulur ve ‘kültür’ olur” (Kültürsüzlüğümüzün Kışı). Yazıyı Doğan Hızlan’ın sözüyle noktalayalım: “İşte Füsun Akatlı’nın yazılarını okuduktan sonra inanıyorum ki, edebiyata da, edebiyatçılara da daha donanımlı biri olarak bakacaksınız, çünkü ününüzde yeni ufuklar açılmış olacak.” Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: Ama 2010 yılı, onu elimizden alıp ölüme bıraktığı acımasız bir yıl oldu. Füsun Akatlı öldüğü zaman (19462010) 64 yaşında genç bir eleştirel deneme yazarıydı. Kuşkusuz genç insandı daha. Eski bir anlayışa takılıp kalmadığı, yeni görüşlere yöneldiği için genç bir insandı. Üstelik 65 yaş nedir ki! Bunalım zamanları zincirlerini sürüyerek geçiyor üstümüzden. Bir kişi daha eksildiğimizi anlıyoruz. Hiç olmazsa yazdıkları yaşıyor. Füsun Akatlı’yı yazdıklarıyla aramızda görmek zamana katlanmayı kolaylaştıracaktır. Belki de bunalım zamanlarını eleştirel denemelerin gücüyle aşacağız. KİMİN İÇİN YAZMALI? Füsun Akatlı’nın Metin Altıok’la evliliği akılla duygunun birbirini beslediği bir evlilik oldu. Bu iki özellik Zeynep Altıok Akatlı’da bütünleşti. Ama sonra onlar kendi yollarında yanlız yürümeyi seçti. “Kırmızı Yayınları” Metin Altıok’un da, Füsun Akatlı’nın da yazdıklarını yeniden yayınlayarak anılarını canlı tutuyor. Füsun Akatlı’nın kırk yıllık yazdıklarından seçmelerle çıkan kitap, yalnızca onun anısını yaşatacak bir denemeler toplamı değil, edebiyata nasıl bakmamız gerektiğini gösteren bir birikimin ürünü (KIRMIZI GAGALI PELİKAN, Kırk Yıldan Kırk Sesleniş, Kırmızı Yayınları, 2010). Şiir, anlatı, düşünce, dil gibi alanlar edebiyatın bütününü kapsar. Yalnız şiir alanında derinleşmek bile kolay değilken, Füsun Akatlı, bu derlemeler kitabında edebiyatın her alanına nasıl bir yetkiyle baktığını kanıtlamıştır. Önemli olan yeni bir bakış edinmektir. Doğan Hızlan kitaba yazdığı “önsöz”de bu gerçeğin altını çiziyor: “Denemelerinde; edebi ve felsefi spekülasyonları, kendi bilgisini, birikimini teşhir etmeyi amaçlamaz. Yaşama biçimiyle, dünyaya bakışıyla, onu algılayışıyla ilgili bir edebi sörftür onun yazdıkları. Önyargılı değildir, ilk cümlesi bu SAYFA 22 Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1093