01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K B ütün yazarlar, aslında tek bir kitabı, yani kendi yazarlık kitabını kurmaya, yaratıp yazmaya, bir bakıma kendi resimlerini, yontularını tamamlamaya bunu yeniden yeniden biçimlendirip kendileriyle uyumlu hale getirmeye çabalıyor. Hoş bunu, yeryüzüne dağılmış bütün insanlar yapıyor… Bu yüzden bir tiyatro oyuncusu bedenini nasıl büyük istekle, sabırla çalgı aracına dönüştürüyor, bu bilinçte kullanıyorsa, yazar da kitabını elbette buna karşılık gelecek bir kavrayışla yansıtmak gereği duyuyor. Bundan daha doğal ne olabilir? itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA bir kasaba özelinde farklı kültürlerin girişmesiyle böylesi bir yaşam kavrayışının bireydeki yansımaları da gelecektir önümüze. Romanda, Yıldız Hemşire ile atlı Doğan Bey’in özöyküsel aktarımları birbirine sarmal dolanmış halde sürerken buna azımsanmayacak kişinin yine özöyküsel aktarımlarının katılışı neredeyse her roman kişisinin kendi iç sesiyle verilmesi bir ölçüde yadırgatıcı oluyor. Oysa çok açılı bir kitap bu. Bir oyunda sahnenin yatıştırıcı, buluşturucu ortamında karakterler kendine özgü bir biçemde konuşma örgüleriyle önümüze geldiğinde bu doğal karşılanabilir. Örneğin bir Çehov oyununda, karakterlerin dıştan görünen durgun yüzeyleri altındaki fırtınalı iç dinamikleri bir biçimde kendi tutum, davranışlarıyla, sözleriyle açığa çıkabilir. Ne ki romanda tek sesli, bir Tanrı romancıyla baş başa kalmışız, okur olarak bizim etkinliğimiz edilginliğe dönüşmüş gibi bir duygu yaşıyoruz ister istemez. Çünkü yazar bunları zaten dıştan bakışla kaleme almışken, bir de iç ses olarak kahramanına söyletmesi bir “iç sekmesi” değilse eğer, yalnızca söylenmişliğiyle kalmayacak mıdır? Ancak vurgulamadan geçmeyeyim; soyutlayımla, dönüştürümle metnine yaşam katmayı, sonuçta anlatısını yazınsallaştırıp ona farklı değerler yüklemeyi her kitabında yeniden başarıyor yazar. Ayrıca bize yazarların sinematografiden yararlanması gerektiğinin de ustalıklı örneklerini veriyor. Sözgelimi Yıldız Hemşirenin, Melek Hanımın bakımı için gittiği apartmanın tırabzanlarını tutunarak basamakları çıkışı, daire kapısından ilerleyip balkona, kadının yanına gelişi tam bir sinema akışı olarak alınabilir bana göre. (48, 49) Nefis bir erotizmin de yazınsal açıdan tatlar tozutarak bize eşlik ettiğini söylemeliyim bu okuma şöleninde. “GECE SEVGİLİSİ”… Gece Sevgilisi’nde bir araya getirilen öyküler, iki ayrı bölüm oluşturuyor: “Gece Sevgilisi”, “Ege Öyküleri”… İlk bölümdeki öyküler, nicedir yaşadığımız çatışma ortamına yönelik trajik açılımlar getiren örnekler. İkinci bölümdeki öykülerde, bu kez doğanın acımasız koşulları ekleniyor söz konusu trade gik öğelere: “Orada kıpkırmızı bir toprak parçası gözüküyor. Ona eski bir sevgiliye bakar gibi bakıyorum.” (22) Toplumun tümü bu topraklara sevdayla bağlıyken, ülkede süregiden bu çatışmayı anlayabilmek olası mı? “Belki bir gün barış iki savaş arasındaki süreç olmaktan çıka”caktır (28) öykü kişisinin vurguladığı gibi… Yazınsal özünü hiçbir biçimde zedelemeden, bir çırpıda anlatıverme, deyiverme ya da boşboğazlık yapma, kendini ayaküzeri dedikoduya kaptırma tuzağına düşmeden anlamlandırma temelinde yapılandırılmış öykü örnekleri bunlar. Özünal, öykülerini okurla paylaştığı olgusal aktarım temeline dayalı olarak kurmuyor. Aynanın arkasına, anlattıklarının ötesine geçerek döşediği artalan verileriyle bunu okurun kendisine kurduruyor, en azından bu doğrultuda çaba harcıyor öykülerinde. Sözgelimi “Balık Hikâyesi”ni örnekleyebilmek olanaklı bu konuda. Öykü, öykü kişilerinin dıştan anlatıma dayalı gereçlerle kurulmuyor da, bunlardan kalkılarak bir başka yönde, adeta söylene dönüşen bir başka öyküye ulaşılıyor sanki gide gide. Evet, severek okuyabileceğiniz bir roman, bir öykü demeti… Sahi, orada bir yazar var aslında, romanlar kaleme almış, öyküler yazmış; çok mu uzakta o? Bir büyülü giz gibi kucağımıza bırakıverdiği verimleri sonra: Aşk Zamana Doğar, Gece Sevgilisi… Ya biz neredeyiz? SAYFA 21 Bir yazarın bütün portresini çıkarmak lışmamış değilim. Sayıca yeterli sayılmasa da bu. Ama şöyle dönüp baktığımda böylesi çalışmalara iştah göstermekle birlikte, daha çok yazınımızın genel bağlamda haritasını çıkarmaya çalışıyormuşum gibi geliyor yaptığım iş bana. Bıraktıkları yontuyu değerlendirmeye ya da yaşamlarının bir evresinde bütünsel portrelerini çıkarmaya girişmem demek söz konusu yazarların bütün verimlerini okumuş, başka yazarların verimleriyle bunları karşılaştırabilir değerler üretmiş olmam anlamına geliyor elbette. Mucize Özünal, böylesi geniş yelpazede okuduğum yazarlardan biri. Bugüne dek üç roman, dört öykü kitabı, üç de gençlik romanı verimleyen Özünal azımsanmayacak ciddi bir kitap dağarına sahip. Romanları; Alayın Kızları (Can, 2000), Kullanılmış Hayat (Can, 2005), Aşk Zamana Doğar (Cumhuriyet, 2008), öyküleri; Kızkovalayan (Karşı, 1991), Park Öyküleri (Karşı, 1994), Gün Tutulması Öyküleri (Kaynak, 1997), Gece Sevgilisi (Tudem, 2009), gençlik romanları: Kara Cümle /Cahit Arf (Tudem, 2004), Dar Köprünün Dervişi /A.Adnan Saygun (Tudem, 2005), Kalpak ve Kartal / Mahmut Esat Bozkurt (2007; ikinci basım, Tudem,2007). Andığım kitapları okumak bir yana, ilk iki romanı, sonra üç öykü kitabı, ayrıca Cahit Arf’a özgülediği gençlik romanı üzerine yazdım da. Bu kez yayımladığı son romanıyla son öykü kitabını birlikte değerlendirirken yazar olarak Özünal’ın bütünsel bir portresini de çıkarayım istiyorum aynı zamanda, hiç değilse bir özet halinde. Özünal romanlarında temel sorunsal anlamında zamanı, buna bağlı olarak değişim gösteren değerler dizgesiyle, örtük bir vicdan olgusunu alıyor görebildiğimce. Bunun roman evrenlerinde gelişip ortaya çıkabilmesi için de roman kişilerinin anılarından, çağrışımlarından yararlanıyor sıklıkla. Öykülerinde ise daha çok tragedik açılımlara ulanabilecek olgusal, durumsal, içsel ama sonuçta yoğunluklu anlarla yüzleştiriyor bizi… Bu veriyi, yazarın hem öyküleri hem romanlarındaki temel duruşu bağlamında alabilmek olanaklı. Bu özsel saptamanın yanına pek çok ilineksel öğe de eklenebilir kuşkusuz… Sözgelimi bütün verimlerinde, öykü, roman evrenleri olarak kendisine geniş bir coğrafyayı seçtiği, karakter yelpazesinin geniş olduğu, bunlara farklı kültürlerle yörelere yönelik zengin açılımlar eklediği ilk ağızda söylenmesi gereken saptamalar. Bu çerçevede aşk, zamanın kıskacında değişimlere uğramakla birlikte bir romantik duyarlıkla kol kola, ona yüklenen nitelikle uyumlu bir sanrılar, yanılsamalar ama aynı zamanda aldanışlar, çelinmeler toplamı olarak birer yaşam eşiği halinde yorumlanabilir pekâlâ. Şimdi gelin bu öne sürüşlerin kapısından girerek son romanıyla son öykü kitabında bir gezintiye çıkalım birlikte… “AŞK ZAMANA DOĞAR”… Mücize Özünal’ın hangi kitabına, anlatısına yönelsem, usta bir yazarın dıştan alçakgönüllü görünen, ama içeriden bakıldığında bir o kadar vakur, kunt duruşlu kale edasında bir tutumla karşılaşıyorum hani neredeyse. Özünal, Aşk Zamana Doğar adlı romanında bu kez ilk gençlik yıllarında buldukları, yakaladıkları aşklarındaki başarısızlıklar nedeniyle geçirdikleri uzun bir kapanış evresi ardından olgunluk çağında, Yeşilırmak kıyısında bir kasabada tanışıp bir aşk eşiğine ulaştıklarını düşünen iki kahramanla çıkıyor karşımıza. “İçinde yıllarca taşıyıp durduğu erginleşmemiş bakir kadın” (82) halinde kırkına basmış, düş kırıklıkları içinde canla başla insanların yardımına koşarken geçmişte yaşamayı sürdüren, emekliliği gelmiş hemşire Yıldız (54) ile ellisini geçmiş (46) Doğan. O da, varlıklı bir babanın desteğinde yurtdışında okurken tanışıp evlendiği, yaşça kendisinden büyük dansçı Janet’i yitirişi ardından babasını da yitirince, evliliğinden doğan kızını Janet’in ablasına bırakarak kasabasına dönmüş, babadan kalan işine, bağcılığa, şarapçılığa dalarak içine kapanmıştır. Sanıyorum, aşklara, ama özellikle zamanla bağlantılı olgunluk çağı aşklarına yönelik yücelik katan bir romans olarak da okunabilir yapıt. Bu çerçevede, yazarın özellikle üzümle şarap arasında kurduğu süreçsel koşutluğa benzer biçimde aşkla zaman arasında kurduğu bağıntı, baştan bu yana zamanı, verimlerinde temel sorunsallardan biri olarak aldığını gösteriyor yine açık biçimde. Bunu romana serpiştirdiği düşünce uçkunlarıyla da yayıyor apaçık. Sözgelimi Doğan şarapla aşk arasında şu şekilde ilintiler kuruyor: “Üzümü olgunlaştıran, şırayı şarap yapan zamandır. Ama gel gör ki bizlerin zamanı sınırsız değil.” “Vakit dirhem dirhem gelir, rüzgârla geçer gider zaman.” “Denge hassastır ve kısa sürer, sonra geçer, yok olur gider…” “Aşk yaralı bir kuştur, çabuk ölür bu yüzden.” “Yani insan da üzüm misali yaşadıkça bir dengeye kavuşuyor, o dengeye katkısı olacak birini arıyor.” (60, 64, 65) Bunlara pastoral bir hava da eşlik ediyor ayrıca. Yapıt, ilerleyen bölümlerinde bunun sorgulanışına da dönüşecektir enikonu. Öte yandan akan zamana, bu arada elbette yitip giden yaşama karşın farklı açılımlarla aşk kadar bunun zorunluluğu olarak cinsellik er ya da geç yakalanırken, Mucize Özünal Nitekim bütün büyük yazarlara, aslında kendi yaratımlarının birer kitabı bağlamında bakmak da olası görünüyor bana. Shakespeare, Dostoyevski, Kafka, Faulkner, Joyce, Beckett vb. yazarlar nasıl tek bir kitap bırakıp gittilerse, bizden de sözgelimi Nâzım Hikmet, Sait Faik, Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Haldun Taner, Melih Cevdet Anday gibi yazarlar da öyle yaptı, “külliyat”larını tek bir kitapla somutlayıp bunu emanet ederek ayrıldı bizden… Akşit Göktürk’çe söylersem, her okur, nasıl ki kendini okuyor, varlığını öyle kanıtlıyorsa her yazar da kendini kazıyıp yazarak var ediyor. Derken somut, bütünlüklü yontu olarak bir kitap bırakıyor geride kalanlara. İster yaygın bir okunma, dolaşım olanağına sahip olsun yazar isterse okunmakta isteksizlik görsün sonuç değişmeyecektir. Hep okunanla hiç okunmayan yine de kendi yazarlıklarının yontusunu ortaya çıkararak bir yazın yaşamı çizecektir kendilerine… Giz, yazarın güncel zamanını, zaman aşırı bir yapıt ortaya koyarak dönüştürebilmesinde yatıyor herhalde. İşin bir başka yanı da, yaşamları sürerken yazarların bu yontuları üzerine bir “son” yazılamayacağı… Ancak bir son yazılamamakla birlikte buna değgin veriler ortaya konabilir yine de… Bu çerçevede yazarlar üzerine yapılan monografik çalışmalar, yazarların verimleri üzerine tutulan kayıtlar büyük önem taşıyor. Bir yazarın ürettiği bu yontuya değgin bütünsel bakışa varabilmek amacıyla başkalarının tuttuğu kayıtlar, yazınımızda olduğu kadar bir biçimde öteki yazarların kendilerini denetleyip yönlendirebilmesinde de önemli işleve sahip kuşkusuz. O halde yazarların bu anlamda portresini çıkarmaya dönük çalışmaların sayılamayacak denli yararı olmalı. BİR YAZAR OLARAK MUCİZE ÖZÜNAL... “Kitaplar Adası”nda kimi yazarların bütünsel anlamda portresini çıkarmaya ça CUMHURİYET KİTAP SAYI 1093
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle