01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Hazırlayanlar: Nilay Yılmaz, Aytül Akal, Mavisel Yener, Çiğdem Gündeş, Mustafa Delioğlu. ÇOCUKGENÇLİK OKUMA Dil acarı Zekeriya Kaya’dan çocuk öyküleri Bir Nisan Sabahı’nda yer alan on bir öykünün ortak noktası, çocuk okuru yaşamın farklı boyutlarına sıçratması. Öyküleri okuyunca, bir dil acarı ile karşılaştığınızı görüyorsunuz. Zekeriya Kaya, gerek kurgusu, gerek diliyle çocuk yazınına anlamlı ve önemli bir katkı daha yapıyor. Ë Mavisel YENER Kitabın ilk öyküsü “Aptal(!)Karga” bir karga güzellemesi. Her şey, kardeşi Çetin’in ödevine yardım ederken sinirlenen Sevil’in ona “Aptal, kargalar bile senden daha akıllıdır” diye bağırmasıyla başlıyor. Ah şu dersler! Çetin okuyarak anlayamıyor, ille de birinin ona anlatması gerek. Bu kişi ablası Sevil’se olanlar oluyor, iki kardeş birbirine giriyor. Anne ise her zamanki gibi Çetin’den yana. “Ne olur sanki bir kez daha anlatıversen,” diyerek Sevil’in sabrını o da zorluyor. Sevil “karga” sözüne kafayı öylesine takmış ki, karşısında konuşan bir karga görünce çok da şaşırmıyor. Karga ona kendini tanıtmak ve kargalarla ilgili bilgi yanlışlarını düzeltmek istiyor. “Öteki kuşlar gibi doğaya pek çok katkı sağlarız. Bu arada, sesimizin güzel olmadığını biz de biliyoruz. Ama bununla alay edilmesi de gerekmez değil mi? Biz öterken insanlar şarkı söylediğimizi sanıyor. Bu, yanlış bir bilgi. Ötüşümüz, bizim iletişim aracımız. İnsanlar konuşarak, biz de pek çok kuş gibi ötüşerek haberleşiriz. Sesimiz insanlara çirkin geliyorsa bu onların sorunu, bize çirkin gelmiyor. İnsanların hepsinin sesi güzel mi sanki?”(s, 12) Karga, bilgisayar aracılığı ile Sevil’e kendilerini tanıtan belgeler gösteriyor; ne denli zeki olduklarını kanıtlıyor. Sevil’in gördüğü bir düş mü, yoksa gerçekten karga onunla konuştu mu? Öyküyü okuyanlar bunun kararını kendileri verecek elbette. Aptal Karga’da, karga sözcüğüyle ilgili dil varsıllığımıza da değinilmiş. İşte bunlardan birkaçı: “Karga, bülbülü taklit edeyim derken ötmeyi unutmuş”, “Karga sesli”, “Besle kargayı oysun gözünü”, “Karga ağızlı”, “Kargacık burgacık”. Kitabın ikinci öyküsünün adı: Bir Sesleniş. Bu öykü, yüreğimize kocaman sorular koyan, çok katmanlı bir öykü. Doğuştan engelli olan biri, bu durumun ayırdına ne zaman varır? Hiç eziklik duymadan, herkes gibi yaşayabilmesi olanaklı mıdır? Sağ bacağı tutmayan çocuk, arkadaşının yeleğine iliştirilmiş gözboncuğunu gördüğünde merak eder. “Ben de isterim” diye tutturur. Aldığı yanıt ona alacakaranlık duygular yaşatır: “Senin nerene göz değecek? Değecek kadar değmiş. Bir bacağın tutmuyor.” Çocuk, bir bacağını cansız bırakan o göz değmesinin nasıl bir şey olduğunu düşünmeye başlar. Onu göz değmesinden korumayan ailesini suçlar. “Demek beni sevmiyorlardı. Sevmedikleri için de göz değmesine karşı önlem almamışlardı. İçten içe kızmaya başladım onlara. Bir gözboncuğunu esirgemişlerdi benden.”(s,18) Uzun süre yaşayacağı karabasandan onu kim, nasıl kurtaracaktır? Engeli, şansı olacak mıdır? Öykü, gerçek engelin ne olduğu konusunda düşündürürken, toplumsal önyargılarımızı da yüzümüze vuruyor. Zekeriya Kaya, aydınlık bilinci ve bu toprakların çocuğu olmanın duyarlığı ile “engellerin” bireye kazandırdığı “yaratma gücü”nü Bir Sesleniş adlı öyküde vurguluyor. Yürekten kâğıda düşen acıları çocuk okura vermek kolay değildir, Kaya bunun yanı sıra, umutları sevinçleri de katıyor kurgu hamuruna. “Yazmak” gibi büyük bir gücün farkındalığı ile okurunu her rengi barındıran bir yolculuğa davet ediyor. Kardan Kız öyküsünde lapa lapa yağan karla birlikte, buz gibi bir iklimde buluyoruz kendimizi. Öykünün sonunun baharı adımlayacağı aklımıza bile gelmiyor doğrusu. Sürprizlerle dolu bu öykü, okura bir şeyler öğretmeyi değil, esinlemeyi öngörüyor. Öykü bir araba yolculuğu ile başlıyor, yaşamın bir yolculuk olduğunu çocuk okura duyumsatıyor. Araba yolculuğunun sonunda, güzel bir köy, yüreği sevgi dolu bir dede ve kardan kız yapma oyunu var. Öyküdeki dedenin kardan kızı yontarken gösterdiği başarı, onun eski bir köy enstitülü oluşu ayrıntı gibi görünse de, alt metin okumasında önemli. Kardan kız yapılır da gözleri, kaşları olmaz mı, mantosuna düğmeler yapılmaz mı? İri taneli tohumlar bunun için biçilmiş kaftan. Dede, torununa tohumları veriyor. Kardan kız, pek güzel oluyor doğrusu. Öykünün burada biteceğini sanıp yanılıyoruz, çünkü yazar doğanın sürprizlerle dolu olduğunu iyi biliyor. Torunun dinlencesi bitiyor, kardan kızı köyde bırakıp Ankara’ya dönüyor. Yaz olup da yine köye gidince, gördüklerine inanamıyor. Kardan Kız’ın ona armağanları var… Bu armağanlar, çocuk okurların umuda dokunmasını, çiçek kokulu düş dünyasına konuk olmasını ve kendi yaşamlarına farklı bakmalarını sağlıyor. Kent yaşamının tek rengine kapılmış çocuklara soluk aldırıyor Kardan Kız. Köpek dövüştürdüğü için “Köpekçi” takma adıyla tanınan, gerçek adı Sami olan adam köydeki çocukların karabasanı. Sami, nerede yalnız bir çocuk görse ağzını alabildiğince açıp tek tük kalmış dişlerini göstererek hırıltılı sesler çıkarıyor. Anneler çocukları “Köpekçi geliyor, seni ona veririm” diye korkutuyor. Öykünün anlatıcısı olan çocuk, insanların yaşamına Köpekçi’nin son verdiğini bile düşünüyor, çelişkiler yaşıyor. Ona duyduğu kin büyüyor. Büyüyünce ondan öcünü almaya kararlı. Öykünün şaşırtıcı sonu, ulaştığımız nokta, görünmeyeni görebilme konusunda çarpıcı bir ileti veriyor. Köpekçi’nin kalabalıklar içindeki yalnızlığı, varoluşsal sıkıntıları, değersizlik duygusu ve korkularıyla nasıl savaşım verdiğini gördüğümüz an, öykünün aynasına baktığımız an oluyor. Çocuk yazınında işlenmemiş, zor bir konunun başarıyla kaleme alınmış olması da Köpekçi adlı öyküyü öne çıkaran etmenlerden biri. Her toplum kesitinden bireyin karakteristik özelliklerini yansıtması açısından, bireylerin varoluşsal koşullarına göre nasıl devindiklerinin örneğini gösteren bir öykü Köpekçi. Yalnız bir insanı çocuk okura anlatırken, öykünün taşıdığı felsefi derinliği unutulmaz bir kurguyla sunuyor Zekeriya Kaya. “Her yıl sonunda toplanıp dünyada yaşanan olaylara, durumlara hangi rengin uyduğunu belirleriz. Bazı yıllar, özlemler ya da dilekler belirler yılın rengini. Her renk kendinden söz eder, insanlardan oluşan seçici kurul da dinler. Dinler ve sonunda, simgesel olarak birimizi ‘yılın rengi’ seçer. Biz rengiz; ama kendi kendimize yılın rengi olamayız. Yılın rengi, insanların davranışlarına göre değişir. Belirleyici olan, insanlardır.”(s,57) Renk Çemberi adlı düşlerle harmanlaşmış öyküde gerçeküstü bir dünyaya konuk oluyoruz. Ana renkler, ara renkler toplanmış, hepsi de kendinin “yılın rengi” olması gerektiğini savunuyor. Mavi’nin savunması pek hoş doğrusu: “Benden başka renkler de var; ama uzaydan bakanlar beni görüyor.”(s, 53) Hangisi yılın rengi olacak diye düşünüp renklerin bencilliklerine içerlerken bir de ne görelim… Hayır, söylemiyorum, okuyanlar öğrenecek! Elindeki şemsiyeyi cama dokundurarak “Baba, bunu vurup trenin camını kırsam ne olur” diye soran bir çocuğa nasıl yanıt verirdiniz? Kitaptaki Trende adlı öyküyü eğitimcilerin gözden kaçırmamasını dilerim. Öykünün sonunu okumadan herkes bu sorunun yanıtını kendine verip sonra öyküyü okumalı. Öyküyle sınıf içi çalışmalar yapan eğitmenler de bu soruyu çocuklara sorduktan sonra Trende öyküsü ile onları buluşturabilir. Bunu eğlenceli bir çalışmaya dönüştürüp çevremdekilere sordum, ne yanıtlar aldım bir bilseniz… “Küfrederdim”, “Bir şey demez, ters ters bakardım”, “Kır da gör gününü, derdim”, “O bizim malımız değil çocuğum, derdim”… Bu yanıtlar uzar gider. Kitabın altıncı öyküsündeki baba “görevli amca seni döver,” diye yanıtlamayı yeğliyor. Çocuk eğitimi ile ilgilenenlerin çocuk yazını yapıtlarını okumaları gerektiğini zaman zaman vurguluyorum. Çocuklarla konuşurken dikkatli olmak gerekir. Örneğin ona “bu bizim malımız değil…” dediğinizde vereceği yanıt açık: “O halde, bizim malımız olanı kırabilirim!” Öyküdeki çocuğun yanıtını ve yaşananları anlatacak değilim ama hem eğlenceli hem de düşündürücü bir öykünün sizi beklediği muştusunu verebilirim. İyiliğin Eli, Sevginin Dalı, anı çağrışımlarıyla yüklü bir öykü. Üniversitede öğretim görevlisi olan Sedat Bey, odasının penceresinden görünen çiçeklerin yanına gidince bir ağaççıkla karşılaşır. Yabanıl bitkilerin arasına sıkışıp kalmış bu gövdenin çevresini temizler, onu rahatlatır. Minicik erik ağacının ondan yardım istediğini düşünür. Erik üç yıl içinde boy vermekle kalmaz bir de sürpriz yapar. Sedat Bey, eriğin kulağına ne fısıldadı? Ağaçla Türkçe mi konuştu, erikçe mi? Bunun kararını, öykünün akışına kendini bırakan okurlar verecek. İyiliğin Eli, Sevginin Dalı, diğer öykülerdeki gibi, başarılı betimlemeleriyle, diliyle dikkat çekiyor. Zekeriya Kaya, kurduğu tümcelerde, seçtiği sözcüklerde estetik duygusunu okura veren bir yazar. Bu da öyküyü sayfalardan kurtarıp yüreklere kazıyor. Sedat Bey’in erik ağacı ile kurduğu iletişim, öyküyü yaşamın içinden bir nesneye dönüştürüyor; yazarın gözlemlediklerine tanık olurken tabaktaki caneriği neredeyse dişlerinizi kamaştırıyor. Öykü kişisi Sedat Bey’in erik ağacıyla dostluk kuracak denli kendi içindeki çocukla bütünleşmesi, yazarın öyküye eklediği alt okuma katmanlarından yalnızca biri. Okurun “okuma keyfi”ni düşünüp öyküye bu kadar değinmekle yetinelim. Özlem adlı öykünün dokuz yaşındaki kahramanı hasta oluverince bütün ilgiyi toplamaya başlar. Böylesi bir ilgi kimin hoşuna gitmez ki? Kahramanımız iyileşmeyi istememeye başlar. Dahası, iyileştiğini ailesinden saklar. Evdekiler ondan kuşkulanana değin bu oyununu sürdürür. Çocuk okurun bir öyküyü sevebilmesi için öykü kişilerinden en az biriyle özdeşim kurabilmesi önemlidir. Okula gitmeyip evde kalıp kitap okuyabilmek için hasta olmayı iple çeken bir çocuk olduğum için bu öykünün kahramanı bana hiç de yabancı gelmedi doğrusu! Salondan Fırtınaya, hurma çekirdeğini evdeki saksıya gömen Zeki Bey’le tanıştırıyor bizi. Üç yıl sonra filizlenecek olan hurma, mutlu bir ağaç olabilecek mi? Fırtınalarla sallanmak, yağmurlarla ıslanmak istemez mi? Hurma simgesi üzerinden, özgürlük kavramı tartışılıyor. Öyküde, kent yaşamına kısılıp kalmış bireylerin yanı sıra, Yiğit, Bilgesu gibi, arada bir de olsa doğayla bütünleşebilme olanağı bulan çocuklara da yer verilerek yapbozun parçaları bir araya getirilmiş. Bir ağaç insanlara ne öğretir? Kitaptaki Yanlışlar Güldürüsü isimli öykü de aynı izlek üzerinden yoluna devam ediyor. Kentteki kaldırımda bir ağaç dut verse, o dutları yer misiniz? Yoksa da kentin bütün kiri üzerinde, diye yemez misiniz? Bakalım mahalleli dut ağacının geleceği üzerine ne karar verecek. Bu arada, en iyi sazın dut ağacından yapıldığını da öğreniveriyoruz. Dut ağacı, ağaç olarak yaranamadığı insanların ruhlarını besler, duygularını eğitir belki de… Zekeriya Kaya, ödül alan, Kır Çiçeği adlı romanında da bir çiçeğin öyküsünün gerisinde, insanların yaşam öyküsüne göndermeler yapmıştı. Okumamış olanlara bu çocuk romanını salık veririm. Kitaba adını veren öykü adı gibi sürprizli. Ilık bir nisan sabahındayız, belki de 1 Nisan şaka günündeyiz… Ankara’da, BatıkentTuzluçayır arasında çalışan halk otobüsündeyiz. Otobüse inip binenler, çarpıcı ayrıntılarla birlikte anlatılmış. Kent insanı, bütün sahiciliğiyle orada. Öykünün en büyük özelliği, otobüste yaşananlar sırasında öykü kahramanının içinden geçenlerin okura iletilerek sürekli bir merak öğesi oluşturulması. Otobüse binen altmış beş yaşlarında, tombul, yıpranmış kirli giysili, herkesle iletişim kurabilen adam, otobüstekilere şirin görünüp onlardan para mı isteyecek? Memlekete dönecek parasının olmadığını anlatıp kendini acındıracak mı? Öykü anlatıcısının iç sesini okurken sahiciliğin pekiştirildiği bir alana çekiliriz. Bir yandan olayları dışarıdan izlerken öte yandan “iç ses” açısından izleriz. Öykü türünün olanaklarından yararlanılmış, sonuna değin merak öğesi diri tutulmuş. Zekeriya Kaya, öykülerinde anlatacaklarını özenle seçen, çocuk okurun ciddiye alınması gerektiğini bilen bir yazar. Kitaptaki öykülerin birbiriyle kesişen, örtüşen ortak yönleri, ortak özellikleri de var. Bunları tek tümceye sığdırmaya çalışsam, derim ki; çocuğa görelik, yalınlık, yoğunluk, dil özeni, yazınsallık, çok katmanlılık. İyi okumalar! www.maviselyener.com *Bir Nisan Sabahı, Zekeriya Kaya, resimleyen: Serap Deliorman, Phoenix Çocuk, 104s, 2010, 9+ Nilay Yılmaz İstanbul Bilgi Üniversitesi İnönü Cad. No: 28 Kuştepe/ İstanbul Tel: 0216 381 17 50 www.nilayyilmaz.com [email protected] SAYFA 24 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1093
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle