29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Mehmet Zaman Saçlıoğlu ile ‘İki ve Keçi’ üzerine ‘İnsanoğlunun içindeki keçiye güveniyorum’ Keçiden, sayılardan, yıldızlardan söz ederken insana odaklanan bu kitapta, zaman içinde değişen ve değişmeyen yanlarımız, tutkularımız, korkularımız, aşklarımız, yaptığımız kötülükler ve iyilikler bir keçinin öyküsünde, fantastik, yalın ve sıcak bir dilleanlatılıyor. Mehmet Zaman Saçlıoğlu’nun sanatla felsefe, keçiyle insan, varlıkla yokluk, bedenle bilinç, geçmişle gelecek arasında gezinen düşüncesi, okuru düşle gerçek arası bir atmosferde, kendi varlığı üzerine düşünmeye yöneltiyor. Saçlıoğlu ile İki ve Keçi adlı kitabını konuştuk. Ë Gamze AKDEMİR on kitabınız Sur ve Gölge’den sekiz ay sonra İki ve Keçi adlı kitabınızı yayımladınız. Bu kitap hazır mıydı, ne zaman yazıldı ve neden “İki ve Keçi” adını aldı? Önce keçiden başlarsak, kitabı henüz okumamış olanlar için keçinin esin kaynağı neydi? Sur ve Gölge’yi 2009 Temmuzu’nda İş Bankası Kültür Yayınları’na, editörüm Ruken Kızıler’e teslim ettikten sonra bir grup arkadaşla birlikte Hisarönü Körfezi’nde mavi yolculuğa çıkmıştık. Dişlice adlı küçük adaya demirlediğimizde iki renkli bir keçi gördük. Kıyıya plastik bir bidon bırakılmıştı gelip geçen su, yiyecek versin diye. İnsana yaklaşmıyordu. Adada yalnızdı. Bu bir tür tutsaklıktı. Doğanın en özgür ruhlu hayvanlarından birinin böyle bir tutsaklığa mahkum edilmesinin bir nedeni olmalıydı. Evet, basit bir neden olabilirdi. Ancak bir keçinin yiyeceğini karşılayabilecek küçük bir adada iyice semirmesini beklemek ve sonra gelip almak... Bu da insanın bencilce davranışlarından biri demekti. Ama keçinin yarıya kadar siyah, yarıdan sonra beyaz olması duruma fantastik bir boyut katıyordu. İlk anda Yin ve Yang geldi aklıma. Keçi, karşıtlıkları içinde barındırıyordu. İyikötü, doğruyanlış gibi... Gece ay çok geç çıktı. Pırıl pırıl bir gökyüzü vardı. Ay çıkmadan hemen önce Oğlak Takımyıldızı’nı gördüm. Uzaklardan sanki adaya bakıyordu. Keçiyle birleşti yıldızlar zihnimde. Sonra aklıma Pan geldi. Yarısı insan yarısı keçi olan Pan. Eski Yunancada Pan, bütün anlamına geliyor. İki karşıtlığı kendinde birleştiren bir bütünlük, keçininki gibi… O gece ve kalan günlerde bu düşünceler aklımda döndü durdu. İstanbul’a geldiğimizde hemen çalışmaya başladım. Kitabın ikinci ve üçüncü bölümleri ham haliyle bir haftada bitti. Bir şey eksikti. Birinci bölüm bu eksiği üç ay kadar sonra tamamladı. Hiç hesapta yokken bir başka çalışmanın arasına giren bir kitap oldu İki ve Keçi. Şakacı, oyuncu bir oğlak gibi yanıma geldi, kendini yazdırıverdi. “BİZ BİRAZ TANRI OLACAĞIZ, TANRI BİRAZ İNSAN…” Peki “iki” nereden geldi? İki, keçinin iki renginden geldi. Ama yalnızca bu kadar değil tabii. İki sayısı ve kavramı, tarih boyunca, “bir” gibi üzerinde hayli düşünülmüş bir sayı ve kavram. İki, kendinde hem karşıtlığı hem de çift olma halini; eş, ikiz ya da kopya olma durumunu taşıyor. Çift sayıların en küçüğü. “Bir” ise tek sayıların en küçüğü ve Tanrı’yı çağrıştıran kavram. Bir, bütünlük demek aynı zamanda. Tek olma durumu, her şeyi içinde barındırma gücü. Bir olma, birleşme, birlikte olma hep bu bir sayısından ve kavramından çıkıyor. “Bir” keçinin “iki” niteliği içinde barındırması ve bu niteliklerin birbirine karşıtlığı kitabın temel çıkış noktası oldu. Keçinin Pan’a dönüşümü, Pan’daki insan taraf, insan ve hayvanın karşıtlığı ve birlikteliği gibi birçok yan konu çıktı bunların çevresinde. Kitabın “İnsanoğlu yüzünden acı çeken hayvanlara” ithaf edilmesinin nedeni adadaki keçinin terk edilmişliği mi yalnızca? Yalnızca o değil. İnsanoğlu hayvanlara da insanlara da çok acılar çektiriyor bilerek ya da bilmeyerek. Saymaya kalkarsak onlarca örnek çıkar. İlkçağlarda kölelik vardı. Dünyada yasaklanmasının üstünden yüz yıl bile geçmedi. İnsanın insana yaptığı kötülükler biçim değiştirdi yalnızca. Şimdi kötülükler daha incelikli yapılıyor, yasalara uygun olarak. Hayvanlara ve çocuklara davranışımızın insanca değerlerimizin bir ölçütü ve göstergesi olduğuna inanıyorum. Birinci bölümde ilginç bir babaoğul ilişkisi var. Bunu çok da sürprizini bozmadan biraz açabilir miyiz? Baba ve oğul ilişkisi Hıristiyanlıktaki Tanrı ve insan ilişkisinin bir yansıması aslında. Yaratan ve yaratılanın arasındaki ilişkinin bir örneği. Hepimiz babamıza önce karşı koyar sonra ona benzemeye başlarız. Babalarımız önce bizi biçimler, sonra karşı çıkışlarımıza kızar ama daha sonra karşı çıkmamızı, ipleri elimize almamızı bekler. Çünkü babamızla, Tanrı’yla, otoriteyle çatışmamız bir ölçüde kendimizi kanıtlamamız, haklılığımızı sınamamız için bir yoldur. Tanrı’nın da insanoğlunun kendisine karşı çıkmasını büyük bir keyifle izlediğini sanıyorum. İnsan ancak tüm dogmalara karşı aklını kullanırsa rüştünü ispat edebilecek. Bu yüzden Tanrı’dan korkma düşüncesi yerine Tanrı’yı sevme düşüncesini öne çıkarmamız ve bu sevginin bir baba oğul sevgisi gibi olduğunu düşünmemiz gerek. O zaman yaratan ve yaratılan karşıtlığı bütünlüğe yani Pan’a ulaşacak. Biz biraz Tanrı olacağız, Tanrı biraz insan… “ÖYKÜLERİMDE DENEMEYE YATKINIM” Pan’ın korkulan bir yaratık olmaktan sevilen birisi olmaya dönüşmesi bu düşüncenin ürünü sanırım. Tamamen öyle. Dünyamız korkular üzerinde duran bir dünya. Tüm ilişkilerimizin temelinde bir korku var. Oysa tüm ilişkilerin temelinde sevme ve anlamaya çalışma olmalı. İki kişinin asla tam olarak birbirini anlamayacağını bilerek anlamış gibi saygı duyma, insan uygarlığının inandığım ideal amacı olan eşitlik düşüncesi için çalışma ve sevginin en kutsal değer olduğuna inanma bence insanoğlunun içselleştirdiği bir yaşama biçimi olmalı. Örneğin, kolluk kuvvetlerinin, politikacıla S rın, parti başkanlarının, her kurumdaki yöneticilerin, babaların, amcaların, ağabeylerin yani başka insanlar üzerinde geçici ya da kalıcı güç kullanabilecek olanların arasında en zavallıların, yanındakileri ve altındakileri ezen, korkutan insanlar olduğunu düşünüyorum. Uygarlığımızı korku uygarlığından sevgi ve anlama uygarlığına dönüştürmek ana amacımız olmalı. Daha önceki öykülerinizde de, ama özellikle “İki ve Keçi”de mitolojiye epeyce yer vermişsiniz. Bir bölümünü de yeniden yazmışsınız sanki. Bildiğimizden farklı bir Pan öyküsü var. Mitolojiye ilginiz nereden kaynaklanıyor ve eski söylenceleri kullanırken metninizin özgünlüğünü nasıl koruyorsunuz? Mitoloji en eski masallarımız. Kim bilir ne kadarını da yitirdik bu masalların. Her kültürün, her topluluğun farklı ama kimi zaman birbirine benzeyen masalları var. Bir bölümü yaratılışla ilgili. Tüm insanlık durumlarını, açlığı, savaşı, nefreti, sevgiyi, intikamı, vicdanı, adaleti bu masallarda buluyoruz. Kıssadan hisseler de bu masalların içine gizlenmiş olarak bize sesleniyor. Dinler de öyle. Onlar da insanoğlunu doğru yola getirmeyi amaçlayan kutsal metinler sunmuş. Bu metinlerin içinde birçok anlatı var. İnsanın hayal gücünden yola çıkan ve insana yeni hayaller sunan tüm bu eski metinler kültürel kökenlerimizi oluşturuyor. Yani dikkat edecek olursak tüm yazarlar, öteki sanatçılar bu eski metinleri bir biçimde kullanmış oluyoruz. Doğrudan ya da dolaylı olarak... İki ve Keçi üçüncü bölümüyle belki mitolojik bir kitap da sayılabilir çünkü doğrudan bir keçiinsan öyküsü. Zaten kitap keçiyle insanın birbirinden pek de farkı olmadığını savunuyor, aynı şeyiz diyor. Yalnızca mitoloji değil felsefe de var kitabınızda. Kolaylıkla kuru ve sıkıcı bir metne dönüşebilecek konuları edebi bir yapı içinde ve sürükleyici bir anlatı haline sokmuşsunuz. Diliniz pürüzsüz ve okurken insanı durdurmuyor. Dil ve kurgu sizin için ne demek? Öykülerimde denemeye yatkınlık baştan beri var. Bu benim düşünce biçimimden kaynaklanıyor. Ayrıca otuz yılı aşkın bir zamandır öğretim üyesiyim. Yani bir konuyu, hiç bilmeyen gençlere sevdirmek ve anlaşılır kılmak, daha başkalarını öğrenmeleri için onların merakını uyandıracak biçimde anlatmak zorundayım. Bu sözlü ve yazılı anlatımımda bir yalınlık ve sadelik oluşturdu. Edebiyata şiirle başladım. İki şiir kitabım var. Şiirlerimde de yoğunlaştırma ve yalınlaştırmayı kullanıyorum. Şiir, bana sözcükleri hem ekonomik kullanmayı hem de sözcüklerin anlam ve imgeleri arasındaki ilişkileri öğretti. Öykülerimde şiir dilini kullanmasam da şiirin bu özelliğini, yani sadeleştirmeyi ve yoğunlaştırmayı kullanır oldum. Bu, öykülerimin art alanlarını genişletme olanağı, çağrışımlar sağlama olanağı da verdi bana. Farklı okuma katmanlarına açık olduğunu sanıyorum metinlerimin. Örneğin İki ve Keçi’yi felsefik arka planı bağlamında çözümleyebilirsiniz ve var olmaya, inançakıl karşıtlığı ve bütünlüğüne ilişkin epeyce ipucu bulabilirsiniz. Keza korku ve sevgi bağlamında, aşk ve erotizm bağlamında vb. incelenebilir bu kitabım. Her kitapta birtakım bilgiler bulunur doğal olarak. Önemli olan bu bilgilerin hangi dozda önde görüneceğidir. Örneğin kitabın ikinci bölümünde Pan’ın öyküsünü anlatan sanat tarihçinin kitabın içinde didaktik kalmamasını sağlamak için bu bölümleri defalarca yazdım. Öğretici üslup fazla kaçarsa öykü ya da roman başka bir şey oluyor. Dilin ve kurgunun ¥ SAYFA 8 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1071
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle