29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Derman Bayladı’dan ‘Tanrıların Öyküsü’ Tanrının öyküsü insanın öyküsüdür Mitoloji ya da dilimizdeki anlamıyla “efsane bilimi”, ilkel insanın doğa olaylarını, dolayısıyla yaradılışını araştırması ve yorumlamasının ürünlerinden oluşur. Tanrıların Öyküsü, efsaneler konusunda ilk akla gelen Yunan mitolojisinden söz eder. Kitap kuru bilgiler yerine, karanlık çağdaki insanın hayalinde yarattığı ölümsüzlerin doğuşlarını, evreni paylaşmalarını, aşklarını, kıskançlıklarını, kavgalarını, entrikalarını anlatıyor. mekânda doğru. Bu nedenle iki kere ikinin dört ettiğinin doğru olduğunu söylemektense “uygunyararlı” olduğunu söylemek daha anlamlı. İnsanoğlu bilemediği, anlayamadığı, denetleyemediği doğa güçlerine tapmış, iman etmiş. Önceleri Güneş’i açıklayamamış, doğup batmasını kontrol altına alamadığı için ona tapmış. Bugün ise onun ne olduğunu bilir ve yarın belki de onun doğup batmasını kontrol altına almak isteyecektir. En nihayet, hayal etmek yapmanın yarısıdır. Arthur C. Clarke’ın Jüpiter’i patlatıp ikinci bir güneşe dönüştürme ve böylece uydularından birinde yaşama elverişli yeni bir dünya yaratma hayalinin yarın gerçek olmayacağını iddia edebilir misiniz? Biz bugün bunu becerebilsek Afrika’nın ya da Güney Amerika’nın balta girmemiş ormanlarında yaşayan ve belki de güneşe tapan “ilkel” insanlar, ikinci bir güneşleri olmasını doğaüstü bir olay olarak algılayacaktır. ÖLÜME ÇÖZÜM: TANRI! Eskiden güneşe tapıyorduk, şimdiyse onunla ilgili hayallerimiz var. 100 bin yıl önce bunu hayal edebilir miydik? Eğer insan cenneti yeryüzüne getirmeyi hayal ederse onu da yapabilir. Cenneti öte dünyaya yerleştiren de belki kendisidir. Hasan Sabbah “kötü” niyetliydi. Başkaları belki bunu “iyi” niyetle yapacaktır. Önce gök cisimlerini, atmosferik olayları, sonra ağaçtan, taştan oydukları cisimleri, sonra da soyut kavramları Tanrı yapan belki de aynı insandır. Einstein’ın özel görelilik kuramını ortaya atabilmesini sağlayan şey hayal gücüdür. Einstein ışık dalgasının üstüne binmenin nasıl bir şey olacağını hayal etmiştir. Bu hayali onun 19. yüzyıl biliminin durağan evren anlayışını yıkmasını sağlamıştır. İnsanoğlu doğa yasalarını, evrenin yasalarını anlamakta ilerlediği sürece, hayal ettiği, aklına koyduğu şeyleri yapacaktır. Bunun sınırı hiçbir zaman olmayacaktır. Winston bu kitabında tarihöncesi avcıtoplayıcı toplumlardan modern uluslara dek her türlü insan toplumunda şu ya da bu biçimde bir Tanrı fikrinin var olduğunu belirtir. Yazara göre, Tanrı’nın var olup olmadığı tartışmaya açık bir konu olmakla birlikte Tanrı Fikri’nin varlığı tartışmaya kapalıdır, çünkü bu fikir her türlü insan toplumunda gerçekten vardır. Winston bu fikrin tarih boyunca insanları bazen böldüğünü bazen birleştirdiğini belirtir. İnsan belki de 100 bin yıl önce bireylerin ölümden sonra yeni bir hayata adım atıyor olabileceklerinden, 30 bin yıl önceyse kendisini aşan birtakım büyük güçlerin var olabileceğinden kuşkulanmaya başlamış. Kim bilir, Güneş’in doğuşunu ve batışını denetleme fikri gibi Tanrı fikri de insan imgeleminin bir ürünüdür? Tanrı fikri, belki de insan zekâsının ölüm denen soruna bulduğu bir çözümdür. İşin kötü yanı, bunun böyle olup olmadığını belki de hiçbir zaman kesin olarak bilemeyecek olmamız. ? Tanrıların Öyküsü/ Derman Bayladı/ Say Yayınları/ 326 s. Ë Sinan KÖSEOĞLU irminci yüzyılın başlarında fizikte kaydedilen gelişmeler, insan aklının zaten epeydir, sski Yunan’dan bu yana kuşkulandığı “mutlak doğru” kavramının iyice şüphe götürür hale gelmesine yol açtı. Görelilik ve kuantum kuramlarının felsefeye yansıması, “mutlak doğru” kavramının yerine “uygunyararlı” kavramının konmasına ve nedensonuç diyalektiğinin tartışılır hale gelmesine yol açtı. Bu gelişmelerin ayırdına varmış önemli çağdaş bilginlerden biri olan Robert Winston, Tanrı’nın öyküsünü nasıl bir yöntemle araştırdığı konusunda bize şu cümlelerle ipucu veriyor: “Ben bir tanrıtanımaz değilim. Tanrı’nın doğasını anlamış gibi yapmıyorum; ahlak kurallarımızın insan yapısı olup olmadığını, bir genetik programın parçası ya da Tanrı’nın armağanı olup olmadığını bilmiyorum. Ruh kavramını tam olarak anlamıyorum ve ölümden sonra bir yaşam olup olmadığı hakkında da hiçbir fikrim yok ama Tanrı’nın var olabileceğini kabul etmeye hazırım.” Winston’un araştırma yönteminin ardında yatan yaklaşım bence hem bilimsel kuşkuculuğun hem de yukarıda özetlediğimiz yeni bilimsel iklimin çok iyi bir örneği. Evet, artık hiç çekinmeden “mutlak doğru” diye bir şey yok diyebiliyoruz, sadece “uygunyararlı” olan var. Hiçbir kuram, varsayım, fikir zamandan ve mekândan bağımsız şekilde var olamaz. Bu felsefi önermenin, bundan 2 bin yıl önce ortaya çıkmış bir inanç sisteminin 2 bin yıl sonrası için de doğru kabul edilemeyeceği ya da Tanrı diye bir şeyin olmayabileceği görüşünü destekler. Çünkü Tanrı bir “mutlak”tır. Tanrı’nın varlığı iki kere ikinin dört etmesi gibi bir şeyse eğer, bu varsayıma fazla güvenmemek gerekir, çünkü iki kere iki her zaman dört etmeyebilir. İki kere ikinin dört ettiğini söylemek belli bir zaman ve Y SAYFA 20 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1071
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle