Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Emel Koç’la unutulmaz bir devrim kadınını, Behice Boran’ı konuştuk Önce insan sonra Türk... Behice... Mücadelenin adı... 77 yıllık yaşamında bir an bile inançlarında en ufak bir sapma olmadan yoluna devam eden, barışta insanlığın refahı ve aydınlanması, savaşta saldıranların, güçlünün yanında değil de ülkesini ve hakkını savunanların yanında yer alan siyasi bir kişilik, bir bilim insanıydı Behice Boran... Emel Koç’un kaleme aldığı Behice: Bir Devrimci... Bir Kadın... Bir Anne... adlı biyografi kitabında imlediği gibi ömrünce olayların tam ortasında yaşadı. Yaşamakla kalmadı, olayların akışını, hızını etkiledi, doğrultularını değiştirdi. “Eğer bir şey yapılacaksa, onu iyi yapmak gerekir...” dedi ve dediğini de yaptı. Koç ile çocukluğundan eğitim hayatına, usta akademisyenliğine, siyasi kişiliğine, yargılandığı davalara, beraatlarına, sürgününe dek Behice Boran’ın hayatını kaleme aldığı kitabını konuştuk. Ë Gamze AKDEMİR ehice Boran, sınıfsal olarak değerlendirildiğinde, küçük burjuva kökenli bir aileden geldiğini ifade ediyor. Yetişme çağının ortamına gönderme yapmak anlamında sorarsam nasıl geliyor bu ifadesinin ardı? Evet… Behice Boran ailesini sınıfsal olarak tanımlarken, “küçük burjuva kökenli” bir aileden, “küçük burjuvazinin aydınlar veya memur/subay kanadından değil de diğer kanadından” geldiğini söyler. Bursa’da zahirecilerin toplandığı halde dükkânı olan Sadık Bey, Bursa ile ilçeleri arasında ticaret yapar. Zengin sayılmasalar da o günün koşullarında çocuklarına iyi eğitim koşulları sağlayacak kadar varlık sahibi oldukları söylenebilir. Ailenin en önemli özelliği, çocuklarının entelektüel gelişimine, öğrenimine özellikle de yabancı dil öğrenmelerine önem vermeleri. Evlerine her gün iki gazete girer, Kurtuluş Savaşı’nın dalgalanmalarını ve siyasi hayatı yakından takip ederler. Evlerinde bir de piyano vardır. Rum gençler, Arnavutköy’de evlerinin köşebaşına gelerek gitarla Rumca şarkılar söyleyip “Zito Venizelos” diye bağırarak, arada sırada cam şişe kırarak gösteri yaptıklarında, Sadık Bey büyük kızını piyanoya oturtur, Behice’ye de marşlar söyletirmiş. Böylelikle Behice, hayatının ilk direnişini, işgal yıllarının İstanbul’unda Rumlara karşı yapar. İLK HAYAL KIRIKLIĞI: SOSYOLOJİ Bu bağlamda Behice Boran’ın doğduğu ve büyüdüğü yılların panoramasını mutlaka sormalı. Özellikle bağımsızlık ve yurtseverlik tutkusunun nasıl deSAYFA 18 Boran önemli bulduğu bu iki noktayı “Ekonomik yapıyla üstyapı arasındaki karşılıklı ilişkiler” ve “Marksizmin ekonomik yapıyı esas almakla beraber, ekonomik determinizm olmadığı”nı diyalektik açıdan açıklamak için çalıştı.. Boran’ın bu seçimini belirleyen, aldığı sosyolojinin yarattığı hayal kırıklığı olduğu kadar 1930’larda Amerikan toplumunda gözlemlediği çelişkilerdi. Büyük Buhran sonrasının Amerika’sı Boran’ı etkilemişti. Bir tarafta lüks ve refah vardı diğer yanda işsizlik ve sefalet. Ama üretim boldu. Tam da bu tezatlar onu aradığı cevaba götürebilirdi. Karşıtlıkların büyüklüğü Boran’ın aradığı laboratuardı. Üretim yapılıyordu ama nasıl oluyordu da işsizliği, yoksulluğu ve bunalımları önleyemiyordu? Boran buradan hareketle yaptığı çalışmaların sonucunda Türkiye’nin çağdaş uygarlık düzeyine erişmesinin sanıldığı gibi Batı’nın kapitalist ülkelerini örnek alarak değil, tam aksine bu yapının radikal olarak değiştirilmesiyle mümkün olabileceğini düşünmeye başladı ve “Çağdaş uygarlık Batı’nın kapitalist ülkelerinin uygarlığı değil, çağdaş uygarlık sosyalist düzendedir” sonucuna vardı. “ARADIĞI YANITI MARKSİZMDE BULDU” Behice Boran’ın doktora yapmak için gittiği Amerika’da vardığı sonuç da çok önemli ki bu sonuç onu bugün bile haklı çıkarıyor. Anlatır mısınız? Boran toplumunu aydınlatmak ve değiştirmek için nasıl bir yol izlenmesi gerektiği sorusunun yanıtını sosyolojide değil Marksizmde bulmuştu. Kazanmaya başladığı sınıfsal bakış açısı onu neyin nasıl yapılması gerektiği konusunda aydınlatmıştı. Sonraları Lenin’i okuduğunda fikirle eylem arasındaki ilişkiyi, pratikte neyin nasıl yapılması gerektiğini kavramaya başladı. Artık Boran’a göre bir fikir sahibi olmak demek, o fikri hayata geçirmek demekti. Doktorasını tamamlamış genç bir sosyolog olarak ülkesine döndüğünde “Hayatta fikirlerin yansıması sadece bireysel düzeyde olmaz, hele bir toplumu değiştirmek, geliştirmek istiyorsanız örgütlü bir biçimde çalışmanız, bir örgüt içinde olmanız lazımdır. Yani bir parti içinde çalışmanız lazımdır” sonucuna varmıştı. Nasıl bir öğretmendi? 1940’lı yılların başında DTCF’nin yeni açılmış olan felsefe kürsüsünde sosyoloji dersi veren, Amerika’da doktora yaparak büyük ideallerle ülkesine dönmüş genç bir sosyoloji öğretmeni... Öğrencilerine Avrupa feodalizmini, toplum türlerini, modern toplumu anlatan, konusunda bilgi yeterliliği her halinden belli, neşeli, parlak ve nükteli ders sunumuyla öğrencilerinin ilgisini, sempatisini üzerinde toplayan bir öğretmen... Konulara daha özgür bir bakış açısıyla yaklaşan, söyleyecek yeni şeyleri olan, sosyolojinin de deneylerle okunabildiğini, öğrenilebildiğini gösteren bir öğretmen. 1940’lı yılların başında öğrencilerini Ankara’nın gecekondu bölgelerine göndererek araştırma yaptıran bir öğretmen. Dersleri okul dışından, ziraatta, siyasalda okuyan öğrencilerin de hatta asistanların da gelip dersini izledikleri bir öğretmen. Ama bana kalırsa Boran’ın en büyük farkı, fakültede ders verirken kendi düşüncelerini duyurabileceği Adımlar, Yurt ve Dünya gibi dergiler çıkararak ilerici bir yaklaşımla yurt meselelerini ele alan yazılar yazmasıdır. Üniversitede kolokyumlar, fakülte dışından izleyicilerin de katılabildiği toplantılar, seminerler, konfe¥ ranslar dizisi hazırlayan bir öğret B rinleşmeye başladığını açmak adına da nasıl bir ortamdı, tüm tedirginlikleri, dengeleriyle nasıl bir dünya, nasıl bir ortam hâkimdi? Çocukluk ve ilk gençlik dönemi Birinci Dünya Savaşı’nın, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanışının ardından ülkesinin var olma ve bağımsızlık savaşı verdiği, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu, yeniden yapılandığı sancılı yıllarda geçti. Eskişehir düştüğü zaman evinde duyulan telaşın ve üzüntünün dokuzon yaşındaki çocukluk anıları arasında yer alması, 12 yaşındaki bir çocuğun sınıf arkadaşı Rum kızlarıyla Lozan müzakerelerini tartışması, ülkesinin sorunlarını içinde hissederek büyümesi insanı farkında olmadan politize eder. O kuşağın çocukları, üzerinde yaşadıkları toprakların işgaline, onca yokluğa rağmen yurdunu savunmaya çalışan halkının onurlu direnişine tanıklık ederek, Boğaz’ın sularında topları saraya çevrili demirleyen itilaf donanmasını gözleri yaşlı izleyerek büyümüşlerdi. Boran da bağımsızlık ve ülkeye borcunu ödeme duygusuyla çok yurtsever bir genç oldu. Ama asla şoven, milliyetçi olmadı. Onun için her zaman insan olmak önde geliyordu. Önce insan sonra Türk olmak... Sosyoloji eğitiminin onda yarattığı hayal kırıklığının temeli neydi ve bu onun yolunda nasıl bir ray değişimi yarattı? Boran, omuzlarına gönüllü olarak “Türkiye’yi muasır medeniyetler seviyesine ulaştırma” sorumluluğu yüklenen yirmilerindeki bir genç olarak ABD’de Michigan Üniversitesi’ne burslu olarak doktora eğitimi için gittiğinde önce sosyolojiye yoğunlaştı. Bu bilinçli bir seçimdi. Çünkü Boran ülkesinde yaşadığı toplumda değişime ihtiyaç olduğu sonucuna ulaşmıştı ve toplumsal gerçekliğin ne olduğu, genelinde toplumların nasıl geliştiğini, değiştiğini öğrenmek istiyordu. Sosyolojinin toplumlar hakkında bilgi vereceğine ve ne yapılması gerektiği konusunda ışık tutacağına inanıyordu. Ancak sosyolojinin derinliklerine indikçe sosyolojinin yaklaşım ve yorumlarının daha çok varsayımlara dayanan mantığı onu rahatsız etmeye başladı. Yanıtı sosyolojide bulamıyordu. Bu onda hayal kırıklığı yaratmıştı. Bu da Boran’ı yeni arayışlara itti. Marx ile tanışma... Marksizmin peşine düşüşü... Behice Boran’ın konuyu iki noktadan ele aldığını belirtiyorsunuz kitapta. Hem bunu hem de vardığı sonucu anlatır mısınız? Doktora sırasında Boran’ın ele aldığı konu Marksizm üzerine yapılan tartışmaların en temel konusu olan “temel yapı” ile “üstyapı” arasındaki ilişkiydi. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1071