29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Server Tanilli’yle ‘Ne Olursa Olsun Savaşıyorlar’ üzerine ‘Kadınsız demokrasi olmaz’ Kadın sorunu, “cinsel” bir ayrımcılığa dayanır; dünya çapında ve hep günceldir. Nerede olursa olsun, erkeklerle kadınlar arasında derin bir eşitsizlik güdülür; çapı, ülkesine göre değişmek üzere, çalışma yaşamında, eğitimde, siyasal iktidarı paylaşmada, daha da vahim olanı kadınların, yine toplumlara göre farklı, korkunç bir cinsel açlığın, bu arada dinmez bir şiddetin sultasında yaşaması: Aile içi şiddet, töre cinayetleri kadınların tarihi, genel tarihten olduğu gibi erkeklerin tarihinden de ayrılmadan, her iki cinsin eşitliğine doğru ağır ağır yürümüş bir tarih; 19. ve 20. yüzyıllardan beri yaşanan da bir devrimdir; “Kadınlar Devrimi”! Server Tanilli’nin de önemle belirttiği gibi; ona karşı çıkmak mümkün değil ve bu devrime gecikerek de olsa, Türkiye de katıldı. Bu süreçte, kesin ve radikal adımları atan da, Aydınlanma’dan gelen, bağımsız, laik ve demokratik Cumhuriyet’tir, kazandırdığı da başta Medeni Yasa ve kadınların davasına açılan ufuklardır. Kadınların başta İslamcılar olmak üzere yeminli düşmanları da var ve kadın yazıktır ki hâlâ “ikinci sınıf” ülkemizde. Yolları asıl açacak olan, her şeyden önce kadınların bilinçlenmesi ve eylemi olacak kuşkusuz. Tanilli kadınların, kadınlarımızın da, bu uğurda, ne olursa olsun savaştıklarını yazıyor kitabında. Server Tanilli ile Ne Olursa Olsun Savaşıyorlar adlı kitabını konuştuk. SAYFA 4 Ë Gamze AKDEMİR ayın Tanilli, 2006 yılında basılan Ne Olursa Olsun Savaşıyorlar adlı eserinizin çalışmalarınızın içinde apayrı bir yeri olduğunu biliyorum. Bu kitapta, “kadın sorunu”nu başlı başına konu edinmiştiniz. Yalın dille hiç dolandırmadan sorarsak sizce kadın sorunu nedir ve neye dayanır? Kısaca, kadın sorunu, “cinsel” bir ayırımcılığa dayanır. Nerede olursa olsun, erkeklerle kadınlar arasında derin bir eşitsizlik güdülür; çapı, ülkesine göre değişmek üzere, çalışma yaşamında, eğitimde, siyasal iktidarı paylaşmada... Aile içinde şiddet, töre cinayetleri bundan doğar. ‘KADININ DOĞASI’, ‘EBEDİ KADIN’ DİYE BİR ŞEY YOKTUR S Gerçekten fizyolojik dayanaklar mıydı ön planda gelen? Hayır, kadının doğasından değil, tarihten gelen bir durumdur söz konusu itiliş. “Kadının doğası”, “ebedi kadın” diye bir şey yoktur; “kadın olarak doğulmaz, kadın olunur!” Öte yandan, kadınların tarihi, genel tarihten olduğu gibi erkeklerin tarihinden de ayrılmadan, her iki cinsin eşitliğine doğru ağır ağır yürümüş bir tarihtir; 19 ve 20. yüzyıllardan beri yaşanan bu tarihe de, “Kadınların Devrimi” olarak bakılıyor. Bu gelişmelere bakıp Türkiye’de olup biteni nasıl özetlemeli? Şöyle: Batı’da söz konusu devrime, gecikerek Türkiye de katılmıştır. Bu süreçte, kesin ve radikal adımları da, Aydınlanma’dan gelen, bağımsız, laik ve demokratik Cumhuriyet’tir; kazandırdığı da, başta Medeni Yasa ve kadınların davasına açılan ufuklardır. Özellikle Medeni Yasa devrimini bir yana koyarak, hiçbir adım atılamaz. Konu bundan ibaret mi? Ülkemizde, kadın özgürlük hareketinde, 1980’lerle başlayan ve Avrupa’daki rüzgârlara duyarlı değişimin getirdiği zenginliğe de sahip çıkmalı hiç kuşkusuz. Ne var ki, ülkemizde yarım yüzyılı aşan laik ve demokratik devrime karşı bir direniş de görüyoruz. Başta da İslamcılar, erkekkadın eşitliğine direniyor. Ne demeli bu tavra? Türkiye’de, kültürün her konusunda, Cumhuriyet’in her konusunda yeniliklere olan düşmanlığı biliyoruz. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın bitişinden başlayarak, bunu tanıyoruz. Gerçekten, 2000’lere girerken, korkulan da başa geldi. 2002 Kasım’ında, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidara geçti. “Muhafazakârlık” etiketi altında da, ulusal birikimi tasfiye ve bireyci kazanç bulunuyordu. “Muhafazakârlıkla uyutup liberallikle soymak” da çok geçmeden gerçekleşti. Bu savrulmaya, devlet kadrolarını A’dan Z’ye imam hatip mezunlarıyla ve tarikatçılarla doldurmaya kadar başka sapmaları da eklemeli. Böyle bir iktidarın, kadın hareketimizin, 1980’lerde gerçekleştirdiği değişimi daha ilerilere götürmesi düşünülebilir mi? Türkiye’de, kadınların kimliğinin odağında, evlilik ve aile ilişkileri yer alır; değişen Türkiye’de değişen aile de, evliliğe ve aile ilişkilerine damgasını vuruyor. Bunlara eklenerek neleri hatırlatmalı: Ülkemiz, kahredici çelişkiler içinde. Kabaran yoksul kitleye, gitgide çoğalan işsiz milyonlar eklenmiştir değil mi? Ekonominin sürekli büyüdüğü haberleri bu insanları doyur muyor; onun sonucudur ki, evlilikler de “kriz”e girdi, boşanmalar katlanarak arttı, icralar ve intiharlar çoğaldı. Bir de, aşırı nüfus artışı ve köylerden kentlere akan denetimsiz göç korkutuyor. Böyle bir ortamda, yüklerin ağırlığını taşıyacak olanların kadınların omuzları değil midir? Tarım kesimindeki kadınların derdine, kentlerde başkaları ekleniyor. Dışarıda, örneğin Almanya’da kadınlarımızın, kız çocukların soruları diz boyu... Ya Kürt analar? Onların yaşamı, acılarla dolu başka bir yaşam demek. Onu, biliyoruzdin de ezdi, ağa da. Başucunda terör ağlatır ya da töre cinayetlerinde katledilen kadınların, kızların cenazeleri. “Töre cinayetleri” evet, kuşkusuz terörün en serserisi… Toplumumuzda kadın, ailenin içinde olsun ya da olmasın, açık bir sömürünün, korkunç bir cinsel açlığın, bu arada dinmez bir şiddetin sultası altında. Kadın, kaçma ile de kurtulamıyor; “töre cinayetleri”, kendisini arayıp buluyor ve insanlığı da aşağılıyor. Son olarak, yakın zaman önce Adıyaman’ın bir köyünde ömrünün baharında Medine’ye yapılanları unutmak mümkün mü?Olayların incelenmesinde erkeklere çıkarılan “zimmet” gerçekten korkunçtur ve çok cephelidir. Bu zimmete karşı ceza yasalarının söyleyeceği vardır, ama bir noktaya kadar! Olsun, cezanın yıldırma gücüne başvurmak da gerekiyor. Özellikle “töre cinayetleri”ni, yürürlükteki görünüşüyle birkaç yıllık bir infaz hikâyesiyle kapamak iğrenç. Dahası var: Yargıçlar, “namus” cinayetlerinde indirim yapıyor, yani verdiği cezanın miktarını azaltıyor. Neden? Erkek egemen kültürün bir başka yargısı mı ortadaki? “KADINSIZ, KASVETLİ VE MAÇO BİR MECLİS” Kadınların verdiği emeği de hatırlamamak olur mu? Kadınlar ne koşullarda ve ne pahasına çalışıyor ülkemizde? Kalkınmayla birlikte, kadın, hem eğitim olanaklarına daha kolay ulaşabiliyor hem de edindiği donanma sonucu ekonomik özgürlüğünü kazanma şansını yakalıyor. Ne var ki, öğrenim düzeyi yükseldikçe iş bulma olanakları artsa da, evlilik, kadınlar için sosyal güvence kazandıran bir kurum olma niteliğini bugün de koruyor, dolayısıyla evlendikten sonra çalışmama hâlâ yüksek. Bu arada yürürlükteki öğretim sistemi, iş yaşamının ihtiyaç duyduğu nitelikte emek sunulmasını engelliyor. Kadınların eğitimden aldıkları payı nasıl yorumluyorsunuz? Cumhuriyet devriminin, millî eğitimde açtığı çığırı biliyoruz. Cumhuriyet, 1940’lara kadar olan dönemde, erkeklere de kadınlara da elinden geleni yaptı. Sonraki yıllar ise bir sapma yılları ve sonucu da şu: Kadınların eğitim olanaklarından yararlanmada bir eşitsizlik açık. Bu eşitsizlik ise sınıfsal, bölgeler ve kırkent arası farklılıklardan geliyor; onlara tutucu ideolojilerin etkilerini de katmalı. İktidarların bugüne değin gideremedikleri eğitimde cinsel eşitsizlik, kırsalda, özellikle de Doğu’da ve Güneydoğu’da korkunç boyutlarda ve günahını da başta kız çocukları çe ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 1071
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle