Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ş Deniz Kıyısındaki Ev Yolculuk burada bitiyor: artık çığlık atamayan ruhun ikiye bölen umarsız kaygılarında. Artık dakikalar tulumba kolu gibi şaşmaz bir düzenle inip çıkıyor. Bir çekiş, yükselen su gürül gürül akıyor. Bir çekiş daha, yeniden su ve bir gıcırtı. Yolculuk burada bitiyor, art arda gelen yumuşak dalgalar altındaki bu kumsalda. Denizin üzerinde yalnızca puslu bir hava Esintilerle boşluklar yaratıyor ve zaman zaman bu dingin sessizlikte havanın göçebe adaları arasında kambur Korsika ya da Capraia beliriyor. iir Atlası CEVAT ÇAPAN Eugenio MONTALE/ Şiirler/ Çeviren: Cevat ÇAPAN ‘Ama geç, her gün biraz daha geç’ İki hafta önce ilan çokluğu yüzünden bir bölümünü yayımlayamadığımız Montale şiirlerinin çevirilerini bu hafta yayımlıyoruz. üç beş adam, nerdeyse kımıldamadan ağ atıp topluyorlardı. Elini şöyle bir uzatıp görünmeyen karşı kıyıda doğduğun yeri göstermiştin. Sonra bir kanalı geçerek is içinde parlayan, cılız ve belleksiz bir baharın düzlükte battığı şehrin tersanesine gitmiştik. Ve bir eski zaman yaşayışının tatlı, Doğuya özgü bir tedirginliğe dönüştüğü bu yerde sözlerin can çekişen bir barbunyanın pulları gibi bir gökkuşağı çakmıştı. Senin bu tedirginliğin fırtınalı akşamlarda deniz fenerlerine çarpan göçebe kuşları hatırlatıyor bana: yumuşaklığın da bir fırtına senin, görünmeden dönenen ve nerdeyse dönmek bilmeyen. Bilmem, böyle bitkin, nasıl dayanıyorsun, kalbin olan bu kayıtsızlık gölüne, belki de dudak boyanın, pudranın, tırnak törpünün yanına sakladığın bir büyü koruyordur seni: fildişinden yapılmış beyaz bir fare; böylece var oluyorsun, II Şimdi çiçek açan mersinleri havuzlarıyla senin Carinzian’da, eğilerek ürkekçe ısıran sazan balıklarını seyrediyorsun, ya da ıhlamur ağaçları üstünden, eski kuleler arasından akşamın ilk ışıklarını izliyorsun, rıhtımdaki iskelelerin ve pansiyonların saçakları yansıyor sularda. Nemli körfezin üzerine uzanan akşam motor homurtularıyla kazların çığlıklarını getiriyor yalnız ve bembeyaz fayanslarla kaplı ev içi senin değişmeni görmüş kirli bir aynaya kılın kıpırdamadan yaptığın yanlışları anlatıyor, süngerin ulaşamadığı bir yere kazıyarak. Senin öykün bu, Dora! Şimdiden yazılı bu öykü, yaldızlı çerçeveler içinde, ince favorili adamların portrelerindeki bakışlarında ve kırık bir ağız mızıkasından yükselen her notada, karanlığı her gün biraz daha geç geçiren saatlerde. Orada yazılı. Mutfağın yaprağını dökmeyen defnesi duruyor yerinde, ses değiştirmiyor. Ravenna uzakta, acımasız bir inanç damıtıyor zehrini. Nedir istediği senden? Sesten de öyküden de yazgıdan da vazgeçilemeyeceğine göre . . . Ama geç, her gün biraz daha geç. Her şey anıların böyle ince bir sis perdesinde mi eriyip gider; diye soruyorsun, her yazgı böyle bir uyuşukluk anında ya da iç çekişle mi son bulur? Hayır demek isterdim sana, seni zamanın ötesine taşıyacak an sana koşuyordur; belki de yalnız sonsuz olmak isteyen, kim bilir, belki de sen, yapabilirsin bunu; ben değil. Sanırım çoğumuz için bir kurtuluş yolu yok, ama birileri bir yolunu bulup her engeli aşar, bulur aradığı kendini. Ayrılmadan, bu çıkış yolunu göstermek isterdim sana, çırpıntılı denizdeki köpükler ya da dalgalar kadar güvensiz olsam da. Bir de bu cimri umudumu bırakıyorum sana. Bu yorgunlukla onu geliştirecek durumda değilim. Yazgından kurtulman, özgürlüğe kavuşman için bir güvence olarak. Yol bu kumsalda bitiyor. Suların gelgitiyle kemirdiği yol. Belki de beni duymayan yakındaki kalbin şimdiden yelken açmıştır sonsuzluğa. Liuba’ya, Ayrılırken Cırcırböceği değil, ocak başındaki kedi, darmadağın ailenin o görkemli konağında şimdi yol gösteriyorlar sana, taşıdığın kefenlenmiş ev kafes mi, şapka kutusu mu? göz gözü görmeyen bu zamanda sularda yüzen bu tekne – seni kurtarmaya yeter tufandan. Balkon Kolay bir oyun gibi göründü o bana açık boşluğu hiçliğe dönüştürmek, belirsiz bezginliğe senin o bilinen alevini. Şimdi o boşluğa topluyorum geciken nedenlerimin her birini, o hiçlik üstünde deviniyor seni diri beklemenin tedirginliği. Ölgün ışıklar yayan hayat – bu yalnız senin görebildiğin. Ona doğru uzanıyorsun bu ışımayan pencereden. Dora Markus I Porto Corsini’den açık denize uzanan ahşap iskelenin olduğu yerdeydi, Fiesole Penceresi Burada, cırcırböceğinin bıkmadan bitkisel ipeği deldiği ve kâfuru kokusunun kitaplar arasında toz olan güveleri kaçıramadığı yerde, küçük bir kuş dönerek sıçrıyor karaağacın güneşi hapseden gölgeli yapraklarına. Başka bir ışık, başka bir parıltı yansımıyor o kaynaktan. Ey benim kızıl sarmaşıklarım. şimdiden yelken açmıştır sonsuzluğa. ? SAYFA 23 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1083