22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Osman Akınhay’la ‘Ölülerimiz Bir Tutar Bizi’ üzerine ‘78’liler artık birlikte yürümüyor’ Şu an basın ve yayın dünyasının içindeysem, bunda Osman Akınhay’ın payı oldukça büyük. Taşradan İstanbul’a gelişimin hemen ertesinde, Agora Kitaplığı’nda çalışmaya başladım. İşin raconunu, yayın piyasasının püf noktalarını ondan öğrendim. Gönülde Osman Ağabey, dilde hep Osman Bey oldu. Hem yayınevinde çalışıp hem de Cumhuriyet Kitap’ta başka başka yayınevlerinden çıkan yazarlarla söyleşi yapmama izin verdi. Süreli yayın dünyasına Mesele’yi kazandırdı, onun yanında, yolda birlikte olmak bana büyük mutluluk verdi. Akınhay’ı öncesinde ilk romanı Gün Ağarmasa’dan ve elbette yayın dünyasından tanıyordum. Yanında çalışırken Ölüme Bakmak’ı yayımladı. Kendin pişir kendin ye olmaması için çok istediğim halde, kitabını Cumhuriyet’te konuşamadık. Gönüller bir olsa da, Agora Kitaplığı’ndan iki yıl önce ayrılınca, Akınhay’ın yeni yazmakta olduğu romanının her anında “Ne zaman bitiyor?” kabilinden sorularımla müdahil oldum çevresinden. Sonunda geçen ay bittiğini söyleyip, baskıya gitmeden okuma fırsatı verdi bana. Ölülerimiz Bir Tutar Bizi adını verdiği yeni romanında 78 kuşağı bir kahramanın, gelecek kaygısını, bir kadının gözlerinin içine bakarak yol alışını anlatıyor. Bu romanıyla birlikte nihayet protokol kalkınca aramızda, söyleşiyi gerçekleştirme fırsatı buldum Osman Akınhay’la. Gönüllerin patronu Akınhay’la her daim çırağı olarak söyleştim. SAYFA 4 Ë Erdem ÖZTOP iz bundan önceki romanınız Ölüme Bakmak’ta da (ki daha çok Gün Ağarmasa’da, 78 kuşağının yaralarına yaralanan bir gözle) içeriden baktınız. Üçüncü romanınız Ölülerimiz Bir Tutar Bizi’de de ana izlek bağlamında bu hâkim. Nedir bu yeni romanın diğerlerinden, özellikle de Gün Ağarmasa’dan farkı ? Ölüme Bakmak’ta, onu diğerlerine bağlayan iplikler bulunsa da, bambaşka bir konu işleniyor, babanın ölüsüyle yüzleşme ele alınıyor. Bu bakımdan Gün Ağarmasa ile Ölülerimiz Bir Tutar Bizi birbirleriyle daha akraba metinler. Aradaki fark şu: Gün Ağarmasa geçmiş ile bugün ekseninde ilerlerken, daha ziyade gözünü geçmişe çeviriyor; Ölülerimiz Bir Tutar ise geçmiş zamanda daha fazla eğleştiği halde, bugüne baktığında, “Bir gelecek olacak mı, olacaksa kimin elinden?” sorusunu uyandırmayı dert ediniyor. Buna bağlı olarak, geçmiş yüceltmesi yapmanın, haklı bir mitosu yerle bir edeceği endişesi üzerinde duruyor, ki günümüzde, bilhassa referandum öncesi yapılan ve sonrasında hâlâ süregiden sert kapışmaların da gösterdiği gibi, 1960’ların ve 1970’lerin devrimcilerinin bir blok olarak, aynı safta, barikatın aynı tarafında bir arada durmaları artık hiçbir şekilde mümkün değil. Bunun sebebi de öncelikle sınıfsal elbette. 12 Eylül’den sonra evvela ANAP, sonra AKP üzerinden düzene intisap edenlerin sayılarının hayli fazla olması da esasen sınıfsal nedenlere bağlı. 12 Eylül öncesi işçi hareketi, 1989 Bahar Eylemleri dışında güçlü bir varlık gösteremedi ve ideolojik etkisi neredeyse S çok az oldu. Aşağıdan bir dalgayla beslenmeyen o dönemin sosyalist öğrencilerininse büyük kısmı, o zaman küçük burjuvazi, şimdi orta sınıf diye tabir edilen kesimlerin çıkarlarıyla özdeşleşti. Bugün Radikal’den Taraf’a yaygara koparan ve ‘liberal solcular’ diye anılan kişilerin asıl derdi de, bulundukları yeri bağıra bağıra ilan etmesi. Taner Akçam’ın daha geçenlerde Taraf’ta yayımlanan “bizim mahalleöteki mahalle” eksenli yazısı buna ibretlik bir örnek. ‘GERİYE KALAN SON İPLİK, ÖLÜLERİMİZ’ Ölülerimiz Bir Tutar Bizi, alabildiğine romantik ve bir o kadar melankolik. Doğru mu ifade ettim, bilemiyorum, ama özü itibariyle, geçen üç onyılın ardından anlatıcının karşısına çıkan geçmiş zamandan bir kadın vesilesiyle o yıllara duygusal bir bakış... Ne dersiniz? Geçmişi ve bugünü irdelemeyi sağlayan, hem bir kadınla göz göze gelme hem de gençlikten otuz yıl sonra, eski fakülteli solcuların buluşması. Hem 1980 öncesinin romanesk ve maceralı bir gençliğe tekabül etmesi, hem arada ödenen bedeller, işkenceler, kayıplar, ölümlerin doğurduğu duygusal basınç, hem de otuz yıl sonraki mecalsiz ana hal, koyu bir duygu sağanağıyla beraber okunuyor, gözleniyor; bu doğal. Fakat aynı zamanda bu duygusal örtü, gerçeği görmemizi de engellememeli. Neresinden baksanız, tek tek kişiler dışında, ağırlıklı bir güç olarak tarihsel misyonunu tamamlamaya yüz tutmuş bir kuşaktan Osman Akınhay, Arundhati Roy’un ‘Çekirgeleri Beklemek’ kitabıyla 100’üncü çevirisini yayın dünyasına kazandırdı bahsediyoruz. O yüzden romanda anlatılan buluşmaların özü, yâd etmeden öteye gidemiyor. Kitapta yer yer hissedilebilecek boğucu kederin sebebi bu. Romanın adına Ölülerimiz Bir Tutar Bizi deseniz de aslında geçmişimiz bir tutar bizi demek gayesi içindesiniz, değil mi? Öyle değil. Asıl olarak geçmişimiz bizi çoktandır bir arada tutamıyor, bu olgu artık herkesin çıplak gözle görebileceği bir noktaya ulaştı; geriye kalan son iplik, ölülerimiz. Söylemek istediğim bu. Artık birlikte yürümüyoruz. Sizi yakından tanıdığımdan, son dönemde geçmiş tecrübelerinizden bildiğimiz siyasal bir umutsuzluk içindesiniz. Kitaba başlığı atarken de bunu mu demek istediniz, yaşayan ve aynı siyasi mücadeleyi verdiğiniz arkadaşlarınıza bir eleştiri mi bir anlamda? Kendimi vareste tutarak kimseye bir eleştiri getirmeyi amaçlıyor değilim. Bırakalım da bunu başkaları, ayrıca okur yapsın. Şahsen bir siyasal umutsuzluk içinde de değilim. Fakat iyimser de değilim. Karamsarlığımı da kendimce, başka yazılarımda dile getirdiğim gibi, naçizane analizlerime dayandırırım. Yoksa insanlık önüne artık hiç aydınlık bir ufuk açamayacak gibi bir şeye inandığımdan değil. Mesele tarihsel: Dünya çapında, devrimler dalgasının geri çekildiği otuz beşkırk yıldan beri gerileme halindeyiz. Türkiye’de de 12 Eylül’le başlayan karanlık rejim, AKP iktidarında esaslı bir mutasyona uğrayarak hükmünü devam ettiriyor. İşçi sınıfı hem dağınık, hem de örgütlenme kapasitesi çok sınırlı. Beyaz yakalı kesimler daha ziyade gerici ve milliyetçi güçlerin etkisi altında. İsyankâr bir dinamiğe sahip Kürt hareketi de en kritik kavşaklarından birinin önünde duruyor. Umutsuzluk değil de, tehlikenin iki büyük kaynağı var. Kabaca söyleyeyim: Küresel kapitalizmin bu yeni krizi aşılmış olduğunda, dünyanın hemen her ülkesinde eskisinden daha otoriter yönetim biçimleri yerleştirilecek. Türkiye ise (burada AKP’yi ayırmıyorum, bütün bir egemenler bloğu için söz konusu olarak söylüyorum) ABD’nin stratejik desteğiyle emperyal girişimlerini daha somutlaştırmanın derdinde. Her iki gelişme de aşağıdan gelecek baskıların daha nüve halindeyken ya da fazla yeşermeden ezilmesini gerektiriyor. Avrupa’da tarihsel mücadeleler içinde kazanılmış sosyal hakların budanması esas hedef. Fransa 8001000 Romanı bunun için kovuyor. İtalya Çingeneleri bunun için şeytanlaştırıyor. Küresel işsizliğin patlamasının etkileri, çalışanlara ve işsizlere hem durumlarının müsebbibi, hem de baş etmeleri gereken düşman olarak birbirlerini görmelerinin sağlanmasıyla, patlayıcı bir aleve dönmesin isteniyor. Bizdeki iktidarın siyasal görüşünün İslami ağırlıklı olması ülkeye özgü birtakım farklılıkları da getiriyor tabii, ama tablo ana hatlarıyla aynı. İşçi sınıfının hakları ve hak aramaörgütlenme imkânlarının önü giderek daha fazla ve yeni yasal engellerle kapatılıyor. Zaten cılız bir konumda olan üniversitelerdeki muhalif öğrencilerin her adımı, “ölçüsüz cezalar”la boğuluyor. Referandumun getirdiği yeni ‘özgürlükler’de olduğu gibi, meslek odalarının varlık sebepleri ortadan kaldırılmak isteniyor. Egemenleri ciddi biçimde rahatsız eden Kürtlerin mücadelesi de her yolla pasifize edilmeye çalışılıyor. Burada solu hedef alan sağlı sollu saldırılar ayrı bir öneme sahip. Toplumsal gücü son derece kısıtlı olan solun bunca yaygarayla saldırı altında tutulması size de garip gelmiyor mu? ¥ Çok kişiye öyle geliyor. Ama garip CUMHURİYET KİTAP SAYI 1079
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle