Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K eneme” için yazınsal açıdan “Aydınlanma sanatı” biçiminde getirilebilecek bir nitelemenin, “güneş ısıtır” gibisinden önermeyle eş olacağının ayırdındayım. Deneme, özü gereği Aydınlanmacı değil mi zaten, kuşku duyulabilir mi bundan? İnsanlığın uygarlık dolambaçlarında aldığı nice keskin dönemeçler sonrasında, usun düze çıktığı bir evrende, anlağın dogma boyunduruğundan çıktığı Aydınlanma çağında ortaya çıkması doğal bu nedenle denemenin. Hele günümüz uygarlığının, insanoğlunun bugüne dek sorduğu veya soramayıp usundan geçirdiği sorular toplamı olduğu düşünülecek olursa… itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Deneme ya da sorgulayan anlak bu bağlamda sunduğu estetik şölenle göz kamaştırıyor. Diyeceğim açın Vinci’yi, Erasmus’u, More’u, Voltaire’i, Montaigne’i, Campanella’yı, Alain’i, Huxley’i, Pascal’ı, Eliot’u, Russel’ı Calvino’yu, Eco’yu, Kundera’yı, bu yazarların denemelerinden buram buram yazınsallık yansır, koparır bizi kendi dünyamızdan, yazınsallığın cennet çayırlarına kaçırır ama usumuza doldurduğu sorular eşliğinde… Yine de Öner Yağcı’nın vurguladığı biçimde pek çok yazı, bizde ille bu türe sokulmak istendiğinden deneme bir açıdan melezleştirilmiş, sulandırılmış, düşünsel içerikten, sorudan, dilbiçem şöleninden, yazınsal hazdan koparılıp kimileyin iç dökülen kişisel doyum aracına dönüştürülmüş bulunuyor… Oysa gerek Anadolu Aydınlanmasıyla önü açılan deneme alanında ürün veren yazarlarla ürünleri, gerekse birer Aydınlanma kurumu olarak alabileceğimiz Halkevleri, Türk Dil Kurumu, Tercüme Bürosu, Köy Enstitüleri vb. ne denemenin böyle anlaşılmasına yol açacak tutum sergilemiş bana göre ne de tiyatroda gözlendiğince bir yandan bunu yaygınlaştırmak, öte yandan sanatı bir ölçüde geri tutup siyasal zeminde “yurttaş” oluşturmak için çabalamış… Anadolu Aydınlanmasıyla gelen deneme yazınımıza, yazarlığımıza topluca göz atmak, verimlenmiş ürünleri gözden geçirmek bu kanıya varmak için yeterli bence… len, Gürsel Korat, Sunay Akın, Kemal Gündüzalp, Yusuf Alper, Tahir M.Ceylan, Aydın Şimşek, Hayri K.Yetik, Murat Gülsoy vb. Pek çok eksiği bulunsa da yukarıdaki denemeciler listesi, yazarların yazınsal tür konusunda, kuşkuya yer bırakmayacak ölçüde nasıl bir yazınsal yapı kurdukları, çatı oluşturdukları, sonra bunu nasıl işleyip yapılandırdıkları yönünde ipuçları veriyor kanımca. Diyeceğim bizde şiir, öykü nasıl çok sağlam bir temele dayanıyorsa, deneme yazınımızın da göz ardı edilemeyecek bir birikime dayandığını görmemek için kör olmak gerek. Peki adlarını andığım bu yazarlarımız, sürekli soru mu soruyor denemelerinde? Biraz da bunun üzerinde duralım… “D Ne var ki insanın apaçık soru yöneltme kültürü edinmesi, usuna takılan soruları uluorta ortaya dökmesi çok yeni bir olgu… Aydınlanma öncesindeki yüzyıllar boyunca insanlar sormak şöyle dursun, belirli dogmalar yönünde biçimlendirildi hep. İnsanın temel edimi soru yöneltip aykırı davranmak değil, ne söylenmişse bunu tartışmasız kabullenip, ötesinde benimseyip uyar olmaktı. Toplumsal, sınıfsal, ekonomik, dinsel öğeler tam bir işbirliği içinde insanın gözüne, yüreğine, usuna birer kara bant takmıştı… İnsanlık bu kara perdeyi Aydınlanma çağıyla yırtabildi ancak… Sanatın da bilimler kadar bu çağda gelişip serpilmesinin soruların açtığı kapıdan içeri girmesiyle olanaklı hale geldiği unutulmamalı. Roman, tiyatro, eleştiri, deneme ya Aydınlanmayla çıktı ortaya ya da onunla birlikte adeta yeniden doğdu, gerçek kimliğiyle buluşup salına salına dolaşıma çıktı… Bizde bunların kapısını şimşek çakmışçasına bir anda açıveren Mustafa Kemal oldu. Cumhuriyetle gerçekleştirilen Anadolu Aydınlanması tüm toplumun silkinip kendine gelmesine, soruların zıplayan bilyeler halinde ortalığa saçılmasına yol açtı. Bunun yaratıcısı kuşkusuz Mustafa Kemal’in Cumhuriyetle birlikte getirdiği, sonrasında Hasan Âli Yücel’in ülkeye, topluma kazandırdığı kurumlardı. Bu işleyişledir ki, Aydınlanma enikonu dinamoya kavuşup kurumsallaşabildi. Dilimizin, yazınımızın en büyük denemecileri de bu evrede doğdu, serpildi, dal budak genişleyip ulu çınar halinde günümüze ulandı… DENEME, OKURUN SORU ÜRETME DİNAMOSU... Yazınsal denemelerin soru imleriyle dolu yazılar olduğu düşünülmemeli kesinlikle. Bir yazının sorgulayıcı dil mantığıyla örülmesi ile bunun birbirinden ayrı anlamlara karşılık geleceği unutulmamalı. Denemeyle gelen, açıktan açığa metne sorular yerleştirmek değil, sorgulayıcı dil mantığını egemen kalmak, o kadar. Ama deneme soru sorduracaktır elbette. Kime? Okura kuşkusuz. Denemenin işi soru sormak değil, okura soru doğurtmaktır öyleyse. Buna bakarak söylersek, okurun soru üretemediği yazılar için deneme nitelemesi getirmek bilmem ne kadar doğru olur artık. Bu çerçevede Emin Özdemir’in “Türk ve Dünya Yazınından Seçme Denemeler” olarak hazırladığı Düzyazının Sorgulayan Gücü (Dünya, 2003), bir başucu kaynağı olarak alınabilir pekâlâ. Bu çerçevede Türkçede azımsanmayacak kaynağa sahip olduğumuzu da söyleyebiliriz. Ne var ki deneme adı altında verimlenmiş öyle çok kitap var ki, bunların bu nitelemeyi hak edip etmedikleri tartışılabilir herhalde. Sorgulayıcı dil mantığına dayanmadan, kendilerinden önceki denemecilerin ya da başkalarının metinlerinden hareket eden, çıkarsamalarla yetinilmiş her yazıya deneme gözüyle bakmak doğru mu? Hele genel geçer söylemlere dayandırılan, sav sözlere sığınılan, gücünü yazınsallıktan değil ancak ülküsellikten alan klişelerle, dolgularla yol alan metinler birer deneme olarak alınabilir mi? Teknolojik açıdan onca pırıltı yaşanırken her geçen gün yeni bir ortaçağa doğru gidişle yaşanan umutsuzluk, süregiden düş kırıklığı, sözümona halkı uyandırma amacıyla üretilen basmakalıp, düzmece, yazınsal değer taşımayan sıradan metinler kaleme alıp bunlara deneme demenin gerekçesi yapılabilir mi? Şair, denemeci Mehmet Aydın “Şiirin Yitimi”nde belki bu umutsuzluğun altını çiziyor işte: “Usuma üşüşüyor bin bir sorun/ Ayaza kesmiş dünya/ Kanarken için için/ Onulmaklı güler yüzlü/ Etkili sözler bitti” “Bakındım sağa sola/ Kuraklık sarmış ortalığı/ Egemen ağızlara dilsizlik/ Gelip oturmuş/ Kırağı çalınca şiiri/ Dayanamadım/ Ben de bittim”. (Beşparmak, TemmuzAğustos 2010, s.158) Yine de deneme kaleme alan bir yazar, türün gereklerini yerine getirebilmeli. Masamda bir dizi deneme kitabı var: Emine M.Azboz, Özden Çandır, Zeki Büyüktanır, Murat Özmen, Özgen Seçkin, Recai Şeyhoğlu, Hikmet Alptekin, O. Nuri Poyrazoğlu… Örneğin O.Nuri Poyrazoğlu’nun enikonu Ataç’ı çağrıştıran, şakacı, bu arada kendisiyle de dalga geçen, kıpır kıpır bir dili var. Tam denemecilere yakıştırılacak bir tutum… Ataç’ı öykünüyor değil, ama okurken, siz elinizde olmadan güzel bir esintiyle onu anımsıyorsunuz. Denemenin bir özelliği, “bunu ben de yazarım,” duygusu uyandıracak kavrayışta kaleme alınıp verimlenmesi… Bütün Aydınlanmacı yazarlar, enikonu kendilerini de alaya alıp sigaya çekerek bunu gerçekleştiriyor denebilir. Görüldüğü gibi, bizde ilk kuşak deneme yazarlarının tümü Cumhuriyeti birer yeniyetme ya da çocuk olarak karşılayan insanlardan oluşuyor. Onların deneme yazınımızda oluşturduğu iklim, yarattığı erke, buna eklemledikleri coşkulu, heyecanlı, ülkücü tutum tam bir “deneme çığırı” olarak geliyor önümüze… Bu aydınlanmacı çığırın son büyük temsilcisi ise İlhan Selçuk. Onu da haftaya bırakalım…? ANADOLU AYDINLANMASIYLA GELİŞEN DENEME YAZARLIĞI... Özellikle Halikarnas Balıkçısı ile gür bir damar oluşturan deneme yazarlarımız, Anadolu Aydınlanmasının bir ardılı olarak göründüler hep. Hasan Âli Yücel, Nurullah Ataç, Orhan Burian, Vedat Günyol, Sabahattin Eyuboğlu, Azra Erhat, Melih Cevdet Anday, Cevdet Kudret, Yaşar Nabi Nayır, Ceyhun Atuf Kansu, Orhan Hançerlioğlu, Nusret Hızır, Macit Gökberk, Mîna Urgan, vb. ilk önemli denemeciler kuşağı olarak alınabilir sanıyorum. Ama hemen bu gruba ulananlar da var… Sözgelimi Haldun Taner, Salâh Birsel, Necati Cumalı, İsmet Zeki Eyuboğlu, Attilâ İlhan, Selâhattin Hilâv, Nermi Uygur, Rauf Mutluay, Memet Fuat, Fethi Naci, Cemal Süreya, Mehmet H.Doğan, Akşit Göktürk, Kemal Demirel, Hüseyin Batuhan, Demirtaş Ceyhun, Seyit Ali Ak, Bedrettin Cömert, Atilla Özkırımlı, Füsun Akatlı vb. Ve elbette İlhan Selçuk… Sonra günümüz denemecilerine getirelim sözü. Örneğin Oktay Akbal, Mehmet Aydın, Doğan Kuban, Vecihi Timuroğlu, Mustafa Şerif Onaran, Osman Bolulu, Erdal Atabek, Mücap Ofluoğlu, Leylâ Erbil, Muzaffer İlhan Erdost, Ahmet Oktay, Tahsin Yücel, İonna Kuçuradi, Sevda Şener, Bozkurt Güvenç, Özdemir Nutku, Emin Özdemir, Ferit Edgü, Özdemir İnce, Adnan Binyazar, Cengiz Bektaş, Melisa Gürpınar, Uğur Kökden, Konur Ertop, Doğan Hızlan, Afşar Timuçin, Hilmi Yavuz, Gürsel Aytaç, Selçuk Erez, Emre Kongar, Turgay Gönenç vb… Derken 1940’lılardan başlayıp günümüze ulanan deneme yazarlarımızı anımsayalım… Ahmet Cemal, Murat Belge, Hüseyin Yurttaş, Ataol Behramoğlu, Ahmet Özer, Veysel Çolak, Zeynep Oral, Nurdan Gürbilek, Ahmet İnam, Selim İleri, Nedim Gürsel, Ferhan Şensoy, Ayşegül Yüksel, Öner Yağcı, Enis Batur, Ali Akay, Mehmet Ergüven, Kürşat Başar, Ramis Dara, Şükrü Erbaş, Feridun Andaç, Atilla Birkiye, Semih Gümüş, A.Ömer Türkeş, Kaan Arslanoğlu, Haydar Ergü DENEMEYLE GELEN SORGULAYICI DİL... Kendisi de bir denemeci olan Öner Yağcı’nın yayıma hazırladığı Cumhuriyet Dönemi Denemeler Seçkisi (Kültür Bakanlığı, 2002) deneme yazınımızın nasıl çınara dönüştüğünü, tüm serüvenini gözler önüne sermeye yetiyor aslında… Andığım yapıta kuşbakışı göz atmak, hatta kitabı şöyle bir taraklayıvermek bile, okurun bu konudaki merakını üstünkörü gidermeye yetecek ölçüde beslenmesini, ayrı kollardan farklı verilerle donanmasını sağlıyor. Ancak herkesin birörnek üzerinde uyuştuğu bir deneme türü olduğu da düşünülmemeli. Madem “deneme”, verimler de birbirinden ayrı olmalı değil mi? Şiir, öykü, roman, oyun, eleştiri, gezi yazısı, mektup, günce birbirinden uzak, birbirine ters onca çeşit yansıtırken, kendisi tür olarak zaten sorgulama diliyle yapılandırılan denemenin buna uzak durması olası mı? Öner Yağcı da, andığım seçkide kaleme aldığı “Edebiyatın Bir Türü Olarak Deneme” başlıklı çalışmasına, “Deneme, kesin tanımı yapılamayan bir edebiyat türüdür” (3) diyerek giriyor. Ne var ki pek çok yazınsal türle ilişkilendirilebilecek “anlatı” dururken diyelim şiirin, öykünün, romanın, oyunun, hemen bütün yazınsal türlerin kalıbına girip, girdiği kabın şeklini alabilirken bunu deneme türüne yakıştırmaktan kaçınmak daha doğru değil mi?… Bireyi, sorular ışığında uygarlıkla, bilimle, sanatla buluştururken, yazınsal alana boş verilip bilimsel, felsefesel alana doğru kayıldığı kuşkusu uyanmamalı! Tam tersine deneme, bütün bunları yazınsallığın içinde, buna sıkı sıkıya bağlanarak yerine getiriyor. Soru bilimsel olabilir, ama alan yazınsal yine de. Tıpkı bilim felsefesinin, hiçbir zaman bilimin yerine geçmeyeceği gibi. Çünkü denemenin ilk ağızda yarattığı dilbiçem zenginliği, Emin Özdemir Öner Yağcı SAYFA 20 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1079