22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Nelson Goodman’dan ‘Dünyalar Nasıl Yapılır?’ Sanatın özgül sorunları Dünyalar Nasıl Yapılır?’da Nelson Goodman, yaşadığımız dünyaları ele alıp sorguluyor: Yaşadığımız tek dünya, ayaklarımızın altındaki şu yeryüzü mü gerçekten? Yoksa biz insanlar tarafından inşa edilip oluşturulan pek çok dünyadan yalnızca bir tanesi mi? Bilim, sanat, felsefe ayrı ayrı dünyalardan mı bahsediyor, yoksa hepsi aynı dünyayı mı ele alıyor? Sanat mı doğruyu söylüyor, bilim mi? Her şeyin ötesinde gerçek bir dünya var mı, yoksa her şey kurgudan mı ibaret? Goodman bu sorulardan yola çıkarak düşünceyi en uç noktaya, adeta uçurumun kenarına götürüyor. Sonra birkaç adım geriye giderek, büyük bir açıklıkla ele aldığı tüm meseleleri yerli yerinde oturtuyor. Ë Kaya ÖZSEZGİN ilimde ve felsefede önceden tümevarım yöntemini benimsemiş, bu noktadan yola çıkarak rastlantısal genellemelere yönelmiş ve sonuçta birtakım hipotezlere ulaşmış Amerikalı bir felsefeci Nelson Goodman (19061998). Sanat yapıtlarını göstergebilim açısından ele alan düşünürler grubundan. Dünyalar Nasıl Yapılır? adlı kitabının başında sık sık göndermede bulunduğu Cassirer adı da gösteriyor ki, “çokçu” ya da çoğul evren kuramı, onun dayandığı temel argümanların başında gelir: “Bir dünyada farklı amaçlara hizmet eden pek çok tür olabilir ama çatışan amaçlar, uzlaşmaz vurgulara ve birbirlerine karşıt dünyalara neden olabilir” (s. 18). Ayrımlara ve alternatif versiyonlara açıklama getirirken bilginin doğasından yola çıktığını özellikle belirtiyor (s. 27). vurgu farkları ise görsel sanatlarda çıkar karşımıza. Sanatçılar arasındaki farklılıkların çoğu, bunlarda vurgulanan özelliklerdeki farklılıklardır. Bu yorum da üslup kavramının sanattaki önemli yerine işaret eder. Örneğin yeniden biçimlendirme (deformasyon) üslup oluşturmanın bir yoludur ama bu amaca ilişkin tek yol değildir. Üslup kavramı, birçok bileşenin varlığını içerir sanat eserinde. Burada yazarın yargısına katılmamak elde değil: “Eğer bir yapıt belli bir biçemdeyse, yapıtın konusuna, biçimine ve uyandırdığı hisse ilişkin özelliklerden ancak bazıları söz konusu biçemin öğesi olur” (s. 38). Üslup yalnızca “nasıl” meselesi değil; ne birbirine çok yakın alternatiflere ne de alternatifler arasında yapılan bilinçli bir seçime dayanır. Kısaca yapıtın bütün özelliklerini değil, yalnızca neyi nasıl simgelediğinin özelliklerini içerir. Öte yandan üslup, ancak “bilen göze ya da kulağa, hassas duyarlığa ve meraklı zihne açar kendini yalnızca” (s. 43). Böyle bir yaklaşım, sanat yapıtındaki ayrımsal özelliklerin kavranmasında elbette birtakım ipuçlar sağlayacaktır meraklısına ancak sorulması gereken bir başka ve belki daha önemli bir soru var: Sanat, ne zaman “sanat” olur? Sanatta saflık ne anlama gelir? Bu türden soruların yanıtlarını aradığı bölümde yazarın dayandığı temel kavram, daha önce de işaret etmiş olduğu “simge” kavramıdır. Yazara göre simge, ister “iyileştirici” ister “zihin dağıtıcı” olsun, bilindiğinin aksine, yapıtın kendisinin dışındadır. Temsil edici sanat türü, kullandığı simgeleri dışta bırakır. Genel anlamda ise sanat, göndermede bulunur, bir şeyin yerini tutar, yani onu simgeler. Önemli olan, resmin kendi “içsel nitelikleri”dir çünkü. “Saf” olan, yani temsil etme amacına yönelik olmayan sanat ise bu anlamda simgeleştirme edimini dışlar, hiçbir şeye göndermede bulunmaz. Ancak burada sorulması gereken bir soru söz konusudur gene: Saf yapıt, hiçbir şeyi temsil etmeyen yapıt mıdır? Yazar burada karşıt bir örnek olarak Bosch’un sanatı üzerinde temellendiriyor söylemini; bu sanatçının resimlerinin “temsil” mahiyetinde olmasının kendi dışındaki bir şeyin temsili olmadığını gerektirmez yazara göre. O halde genel olarak bizim soyut ya da figürsüz olduğunu kabul ettiğimiz temsili olmayan resimler de bir duyguyu ya da bir başka niteliği, dahası, bir düşünceyi ifade edebilir (s. 62). Gene yazara göre safçının en saf resmi bile “örneklediği” özellikler nedeniyle bir şeyi simgeler. Nedenine gelince, örnekleme de bir gönderme biçimidir sonuç olarak. Evet, soru önemlidir: Bir nesne ne zaman ve hangi koşullarda sanat yapıtı olma düzeyini kazanır? Burada akla hemen Duchamp’ın ünlü “ready made” objesi geliyor. Bu nesne, sanatçısı tarafından sergilendiği andan itibaren sanat yapıtı düzeyine yükselmişti. Sergilenmenin önemine Goodman da değiniyor. Bütün tartışmaların gölgesinde, onun bu soruya verdiği yanıt, gene simge kavramını öne çıkaran bir yanıt olacaktır: “Bir nesne, simge olarak belli bir tarzda iş gördüğü için sanat yapıtı haline gelebilir ancak” (s. 67). Yapıta tarihçinin ve eleştirmenin bakışı, bu aşamada örtüşmeyecektir kuşkusuz: “Tarihçi, biçeme dair kavrayışını, bir resmin Rembrandt’a mı ait olduğunu ya da bir şiirin Hopkins’e mi ait olduğunu belirlemek için kullanır; eleştirmen ise sanatçıyı belirlemeye, yapıta ilişkin Rembrandt’a özgü özellikleri ya da Hopkins’e özgü özellikleri ayırt etmeye yönelik bir basamak olarak kullanır” (s. 42). İNŞAYA DAYALI YORUMLANAN FARKLILIK Kitabın bir başka bölümünde (V), algılama sorunu üzerinde duruluyor. Gerçek ve zahiri algılamanın hangi etkenlerden kaynaklandığı sorunu irdeleniyor bu bölümde. Başta Paul A. Kolers olmak üzere algı konusunda deneysel araştırmalarda bulunan bilim adamlarının görüşleri temel alınıyor. Ama bu konudaki deney ve argümanların çoğulluğuna rağmen, algı kavramı bugüne kadar bir “muamma” olmaktan çıkmamıştır yazara göre. Örneğin renklerin algılanması da öyle. Deneysel psikoloji B nin bu konuda elde ettiği sonuçlar, bugün de tartışmalı olduğuna göre, algısal değişimin kökenindeki olguları ortak bir açıklamaya dayandırmak güçleşiyor. Özellikle geçen yüzyıldan bu yana söz konusu “muamma”nın çözümüne yönelik çalışmalar sürüyor. Algı psikolojisinin sanat yapıtları bağlamında belirleyici olduğu gerçeği, “var olanın ötesini görmek” biçiminde yazarın bölüm başlığı yaptığı sorunla bütünleşiyor. Biçim ve renk algısı üzerine Kolers’in yaptığı deneyler, burada da yazara birtakım somut ipuçları veriyor. Sanat yapıtı için kurgu ise, simgelerin kullanımıyla inşa edilebiliyor büyük ölçüde. Ancak Goodman, ne dili temel alan bir resim teorisini, ne de resimleri temel alan bir dil teorisini destekler. Ona göre, resimler “dilsel olmayan simge dizgelerine, terimler de resimsel olmayan simge dizgelerine aittir” (s. 98). Dünyaların yapımı, elbet olguların yapımıyla ilgili. Nominalist sınırlandırmalara girmeden, dünyaları oluşturan temel etkenin versiyonlar (değişkeler) olduğuna vurgu yapılıyor burada. Sanatta her farklılık, “inşa”ya dayalı olarak yorumlanır. (Burada da çoğulcu bir düşünceden yola çıkılmaktadır.) Kurgunun önemine ise, tasarım mantığı açısından birçok yerde değinilmiştir. Düzanlama dayalı olmayan araçlarla “dilsel olmayan dizgelere ait başka simgelerin kullanımıyla” yeni dünyalar inşa edileceği yolundaki görüşe yazar da katılıyor. Anlam yetisini geliştirmesi bakımından sanatın, bilimlerden hiç de geride olmadığının altını çiziyor yazar. Goodman’a göre, türü ne olursa olsun bütün sanat dallarını ortak bir mesaj çevresinde birleştiren şey, düz ya da eğretilemeli olarak söylenen ya da resmedilen şeydir. İmlemeye dayalı olsun ya da olmasın, her sanat yapıtı, kullandığı ifade araçlarıyla, bir dünyayı yenileyip tekrar yapılandırabilir. ‘İCRA’NIN ANLAMI Yazar, kitabının sekizinci ve son bölümünde, yine tartışmalı olan bir başka kavramın, “icra”nın anlamını açmaya çalışıyor. Bu kavramın kapsamına salt teknik uygulamalar değil, “dünya yapma ve sunma” yollarının tümü giriyor (s. 103). Doğruluk ve uygunluk gibi kesin yargı gerektiren durumlarda, bilimin kullandığı tümevarım ve tümdengelim yöntemlerine yakınlık duymadığına yukarda değinmiştik. Sözel olmayan sanatsal versiyonların, yani görsel üretimlerin uygunluğunda gözetilecek ölçüler her zaman tartışmalıdır. Örneğin temsilin uygunluğu yoruma göre değişecektir. Böyle bakıldığında, bir resim hiçbir “bildirim”de bulunmaz. Sanat yapıtı temsilden ve ifadeden ne kadar azade olursa olsun, gene de bir simgedir. “Simgelediği şeyler, her ne kadar nesneler, insanlar ya da duygular olmayıp ortaya koyduğu renk, doku örüntüleri olsa da.” Yazarın da önsözde belirtmiş olduğu gibi kitap, baştan sona “düz” bir yol izlemiyor. Verdiği bir dizi konferans, onu böyle bir kitap yapmaya yönlendirmiş; ayrıca ilk dört bölüm ayrı makaleler halinde daha önce yayımlanmış. Ancak öyle olsa da sanatın içeriğinde saklı sorunlar her zaman yeni oluşumlar karşısında yeniden gündeme getirilebildiğine göre, onları her fırsatta açmak, yeni düşüncelere de zemin hazırlayabilir. Kitap, böyle bir işleve katkıda bulunuyor. ? Dünyalar Nasıl Yapılır?/ Nelson Goodman/ Çeviren: Akın Terzi/ Pan Yayıncılık/ 142 s. YAPITIN DIŞINDAKİ SİMGE Bilmek, yalnızca neyin “doğru” olduğunun bilinmesi meselesiyle ilgili değil. Durum böyle olunca yoruma ve bakış yöntemlerinin farklılığına dayalı bir alanda, düz anlatımla eğretilemeli anlatım gibi iki ana yolda karşılaşılacak seçenekler önemli olacaktır. İkinci bölümün ana konusunu oluşturan biçem (üslup) sorununun açımına ilişkin görüşler, bu seçenekleri irdelemenin ilk aşamasıdır. Bunlar arasından “doğru” olanı seçip ayırmak değil yazarın izlediği yöntem. (Nitekim kitabın son bölümünde, doğruluk ve uygunluk gibi kesin yargı gerektiren durumlarda, bilimin kullandığı tümevarım ve tümdengelim yöntemlerinin sav üretmekte yanıltıcı sonuçlar vereceğinin altını çiziyor.) Seçenekler çevresinde gezinirken, hep olası görüşlere de yer veriyor ve bu konudaki tereddüdünü itiraf etmekten çekinmiyor. Ancak değişmeyen bir gerçeğe vurgu yapmadan geçmiyor: “Bir dünya olmasa da sözcüklerimiz mevcut olabilir ama sözcükler ve diğer simgeler yoksa hiçbir dünya mevcut olamaz.” Dünyalar birbirinden pekâlâ farklı olabilir, çünkü birinde bulunan “bir şey” öbüründe bulunmaz. En dikkat çekici SAYFA 14 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1079
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle