Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
D ahit Sıtkı Tarancı’nın dizesi çokkültürlü bir ulusun yaşama düzeninde nasıl yorumlanacak: “Alıştığımız bir şeydi yaşamak.” Anadolu toprağında öyle değişik kültür anlayışları var ki, her insanın öylesine kendine özgü bir yaşama biçimi var ki, onları belli bir düzene alıştırmak kolay olmaz. Yaşama biçimi; giyim kuşamdan davranış özelliklerine, düşünme kolaylığından çalışma düzenine doğru insanı etkileyen özellikler taşır. Alışmadığı bir yaşama biçiminin dayatılması insanı tedirgin eder. Kurtuluş Savaşı’na TürkYunan savaşı gözüyle bakmak yeterli olmaz. Başka yabancı güçlerin yanında kendimizle savaşmak da “kurtuluş”u anlatmak anlamına gelmez. “Kurtuluş”, yeni bir toplum oluşturmak, o toplumdaki yerimizi almak savaşımıdır. Eski bir yazımda bu savaşımı göze alan Atütürk’ün yalnızlığını anlatmıştım (Cumhuriyet KİTAP, Devrimci Yalnızlığı, 6 Aralık 2007). Güvendiği kimi arkadaşları bu değişimi anlamadığı için, kimi gerçek devrimcilerin erken öldüğü için Atatürk’ün yalnızlığı yaşadığı bir yazıydı. Kimi yakınında olanlarla yol arkadaşlığı yapamayacaktı. Onları bıraktı. Ama o bırakılmışlık, Atatürk gibi bir önderi öldürmeyi göze alacak boyutlar kazanıyordu. eğinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN C Cumhuriyetin kazanımları “Kitabın başlığındaki felsefe terimi (...) bu etkinliğin ‘yaşam felsefesi’ olarak adlandırılabilecek, daha genel, yerine göre de belki ‘düşünürlük’ sözcüğüyle ilişki kurulabilecek yönünü ya da uzantısını anlatmaktadır.” Yaman Örs, “felsefe doktorası” da yapmış olan, Ankara Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Deontoloji Kürsüsü başkanlığından emekli bir patolok hekimdir. Atatürk’ün bilimsel felsefe anlayışının oluşturduğu tartışma ortamını bir gizilgüç olarak nitelendiren yazar, karşılaştırma yöntemiyle, bu anlayışı değerlendirmeye çalışıyor. Düşünsel temeli olmayan bir eylem insanı devrim yapamaz. Üstün yetenekli bir asker savaştan başarıyla çıksa da, devrim amacına ulaşırsa gerçek başarı sağlanmış olacaktır. Ancak Burcu Baytemir gibi bir Cumhuriyet kızı bu gerçeğin bilincine varabilirdi. Atatürk’ün düşünce dizgesini yorumlamak bu iki yazarın ortak çalışmasıyla anlam kazanacaktı. Devrim felsefesiyle yola çıkan bir eylemciyi tarihte kolay bulamazsınız. Bir eylem insanı bildiğini sanarak değil, bilerek yola çıkmalıdır. Devrimin kendileri için yapıldığının kimler ayrımına varmıştır? Bir aldırmazlık içinde kendimizin uzaklarına mı çekileceğiz? Burcu Baytemir diyor ki: “Dünyada araştırılacak, gözlenecek, bilinecek ve üzerinde düşünelecek sayısız şey varken insanların bugünkü duyarsızlık, ilgisizlik, tembellik ve kolaycılık dolu yaklaşımları ile dünyaya bakması, hatta çoğu zaman bakma gereği bile duymaması gerçekten geleceğe yönelik olarak insanı korkutucu boyutlara varmış durumda.” Oysa yeni toplumda yaşamanın bilincine varmış olanlar Atatürkçü düşüncenin üç temel üzerinde yükseldiğini bilmelidir: Aydınlanma, laiklik, sömürgeciliğe karşı durma. Ama ümmetçi anlayış içinde yaşamaya alışmış bir toplumu, din kuralarının dışında, yeni bir laik topluma alıştırmak olanağı var mıdır? Halifelik kaldırılınca şeriat düzeni de sona ermiş olacak mıdır? Ne var ki devrimci yasalar kör inançlara engel olamıyor. İnanç, sınırları belli olmayan bir gönül işidir. “Bu ülke şeyhler ve müritler ülkesi olmayacaktır” diyen Atatürk buna engel olabilmişti. “Bu ülke erenler diyarıdır” diyenler insana onlardan geçen bir ruh olduğuna inandılar. “Kanaat önderleri” bu ruhu kullanıyor. “ŞEMATİZMDEN YARATICILIĞA” Dizgeli bir çalışma içinde olmasa da son iki yüzyıldır Türkiye çağdaşlaşma çabası içindedir. Murat Katoğlu “Şematizimden Yaratıcılığa” kitabında, Cumhuriyet Türkiyesi’nde yaşayan bu köklü dönüşümleri ele alır. Murat Katoğlu Cumhuriyet kültürünün oluşmasıyla bütün engellerin aşılacağına inanıyor: “Hayatın gerekliliğine, insana, toplumsal sorunlara yönelen bu bilimsel açılım ve sanat yaratıcılığının eskiye göre gerek içerik, gerek form olarak büsbütün başka bir repertuvar oluşturduğunu söyleyebiliriz.” Her ne kadar toplumsal değişim XIX. yüzyıldan başlamışsa da, sanatla, özellikle yüksek sanatla bütünleşmeyen bu toplumsal değişim başarılı olamayacaktır. Murat Katoğlu Batı müziğinin Türkiye’deki gelişmesine özellikle ilgimizi çekiyor. Kuşkusuz yeni bir toplumun oluşmasında eğitimin önemli yeri var. “Öğretim Birliği Yasası” ile “öğretmen yetiştirme” eylemine geçilmiştir. Daha 1926’da Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati, bütün vatandaşların devlet görevine katılmasını sağlamak için zorunlu eğitimin gerektiğini söylemiştir. (Mustafa Necati’nin erken ölümü üzerine Atatürk’ün “Ölmenin sırası mıydı be çocuk” demesi, eğitim çalışmalarının hızı kesilebilir kuşkularını taşıyordu.) Emrullah Efendi’nin “Tuba Ağacı Kuramı”nı anımsayalım. Yüksek öğrenimin sağlam temellere oturtulması için 1933 üniversite düzenlenmesine geçildi. Özellikle Yahudi kökenli Alman öğretmenlerin Türkiye’ye çağırılması eğitime ivme kazandırdı. Giderek 19331983 arası Türkiyenin değişik bölgelerinde 30 kadar üniversite açıldı. Ama asıl amaç eğitimin köye girmesiydi. Falih Rıfkı Atay, “İçine girilmeyen köy yerinden oynamaz” diyordu. Ahmet Kutsi Tecer’in; “Gezmesek de, tozmasak da O köy bizim köyümüzdür” demesi, köyün canlanması özlemini düşündürüyor. Engin Tonguç, babası İsmail Hakkı Tonguç’un çalışmalarını anlattığı “Devrim Açısından Köy Enstitüleri ve Tonguç” adlı kitabında şu gerçeğin altını çiziyor: “Rejimin ekonomisi ve yönetimi, köye yeni örgütlenme ve eğitim sayesinde girebilir. İşi bu doğrultuda tasarlamak gerekir. Yoksa, köyün toprak ve tarım düzeni, ilk günden beri nasılsa, öyle işleyip gider. Yeni örgütlenme ve eğitim bir anda gerçekleşecek şeylerdir.” ÜÇ ÖZEL KURUM Murat Katoğlu üç özel kuruma ayrıca ilgimizi çekiyor: Halkevleri, Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu. Bu kurumları yapay bulan devrim karşıtları küçümseme alışkanlığı içindedir. Oysa Atatürk “Halkevleri”nin anlamını şöyle açıklamıştı: “Gençlik, gelişen, yetiştiren bir çalışmanın içinde yaratılmalıdır. Millet, şuurlu, birbirini anlayan, seven, ideale bağlı bir halk kitlesi halinde teşkilatlandırılmalıdır. En kuvvetli ders vasıtalarına, muallim ordularına malik olmak kâfi değildir. Halkı yetiştirmek, halkı bir kitle haline getirmek için ayrıca bir milli halk mesaisinin tanzimini ihmal etmemeliyiz.” Cumhuriyet; insanı “kul”luktan “yurttaş”lığa, toplumu “ümmet”ten “ulus”a dönüştürmek bilincinde olduğu için, Türklerin tarih boyunca nasıl yaratıcı, uygar bir ulus olduğunu genç kuşaklara anlatmak gerekecekti. Türk Tarih Kurumu, tarih bilincinin oluşması amacıyla bilimsel çalışmalara girişti. Yeni toplum, Osmanlıca artığı bir dilden kurtulmalıydı. Tükçe, kökleri geçmişe uzanan sağlam, yalın bir dildi. Yeni gelişen toplum, yeni oluşumlar, uygarlığın ilerlemesi Türkçenin de gelişmesini sağlayacaktı. Türk Dil Kurumu, Türkçenin söz varlığını saptamak, yeni açılımlarla geliştirmek için kurulmuştu. Atatürk, Türkçenin halka açılması için Türk Dil Kurumu’nu dernek yapısı içinde kurmuştu. Murat Katoğlu, artık işlevini yitirmiş olan bu kurumların Cumhuriyet Türkiyesi’nde nasıl bir gücü olduğunu belirtiyor. “Şematizimden Yaratıcılığa”, gelişme aşamasındaki Cumhuriyet Türkiyesi’nin çağdaş uygarlığa erişmek için giriştiği savaşımı anlatan bir kitap. (ŞEMATİZMDEN YARATICILIĞA, Kırmızı Yayınları, 2009). GÖRKEMLİ BİR IRMAK Cumhuriyet’in kurulmasından Atatürk’ün ölümüne kadar (19231938) geçen 15 yıllık sürede temelleri atılan, gelişmesi sağlanan bu oluşumlar; karşıdevrim eylemleriyle geriletilmek istendi. Sömürücü güçler, kolay kullanacağını umdukları siyasetçilerin yönetim erkini ele geçirmesine yardımcı oldu. Art arda gelen darbe yönetimleri devrimci güçleri sindirmeye çalıştı. Devrimci güçler, budanan bir ağaç gibi, daha gür gelişti denebilir mi? Yaman Örs ile Burcu Baytemir, Atatürk’ün kişiliğini belirten şu sözün altını çiziyor: “Bu büyük adamın ölümünden sonra dünya artık eskisi kadar ilgi çekici değildir.” Murat Katoğlu yeni toplumu oluşturan kuruluşların gücünü anlatırken bu yaratıcı güçle yetişen kuşakların cumhuriyeti geliştireceğini anımsatıyor. İnanmak gönül işidir. Kimin neye inandığını bir Tanrı, bir de kendi bilir. Ama Cumhuriyet, görkemli bir ırmak gibi, kendi yatağında akmayı sürdürecektir. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: Yeni bir toplum oluşturmak! Osmanlı Devleti’nin 600 yıllık ümmetçi toplumunu yeni bir topluma dönüştürmek olanağı var mıydı? Anadolu insanını böyle bir topluma alıştırmak nasıl olacaktı? Gerçek Kurtuluş Savaşı, erkek egemen toplumda kadının kişilik kazanması anlamına gelecekti. BİRBİRİNİ BÜTÜNLEYEN İKİ KİTAP İncelikli bir eleştirmen, gönül insanı bir öğretmen olan Rauf Mutluay derdi ki, “İyi kitabın zamanı geçmez.” İnsanın yorumlamak istediği kitaplar çoğaldıkça, güncelliği olanlar öne geçtikçe, geride kalanlar unutulmacak mı? Geride kaldıkça onlara sıra gelmeyecek mi? Oysa “yeni toplum”a uyum sağlama çalışmaları kavgaya dönüşürken “yaşama biçimi” olarak yorumlanabilecek kültür değişimlerinin nasıl bağdaşacağının değerlendirilmesi gerekecek. Atatürk’ün okuyan, yazan, düşünen, duyumsayan kişiliğinden yola çıkan Yaman Örs ile Burcu Baytemir, Anadolu insanının ‘yeni toplum’a alıştırmak isteyen bu büyük insanın iç dünyasına bakıyorlar. (ATATÜRK, Felsefe ve Yaşam, Efil Yayınevi, 2010). Çağdaş uygarlığa erişmek söz konusuysa bilimsel felsefeden yana olmak gerekecektir. Yazarlar bu düşünceye açıklık getirmek için Atatürk’ün şu görüşünü anımsatıyor: “Müsbet ilme dayanmayan, sadece metafizik meseleler üzerinde duran düşünceye felsefe değil, ilmi kelam derler.” Yazarlar Atatürk’ün düşünce dizgesini yaşam felsefesi olarak yorumluyor: Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 SAYFA 22 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1078