Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Melike Uzun’dan ‘Ateş Öyküleri’ ‘Benim yaptığım itiraf etmek’ Melike Uzun Ateş Öyküleri adlı kitabında kendisini etkileyen olaylara kadınlık penceresinden bakıyor. Bu, kimi zaman toplumda iz bırakmış yaşanmışlıklar kimi zaman da kadınerkek ilişkileri olabiliyor. Uzun’la Ateş Öyküleri‘ni konuştuk. Ë Emrah POLAT ykülerde tematik bir bütünlük var gibi görünüyor. Kitabı oluştururken dikkat ettin mi buna? Ayrıca öyküleri seçerken aklında dönüp dolaşan niyetler neydi? Evet, tematik bütünlük olduğu söylenebilir. Aslına bakarsan bu, önceden planlanmış, öykülerin yazılma aşamasında gözetilmiş bir durum değil. İçimden geldiği gibi, yüreğimin orta yerinde koca bir kaya gibi ağırlık yaratan ne varsa, belki de birazcık olsun yeğniliğe kavuşmak için 2007’den beri düzenli yazıyorum. Yüreğimin orta yerindeki kayanın ne olduğunu soracak olursan hoyratlık, kötülük ve acı derdim, bir de sanırım ne kadar uzak kalmak istesek de yanı başımızda duran trajedi, bazen de başımıza getirilen, bile bile, göz göre göre gelen trajedi; Sivas gibi, Hayata Dönüş Operasyonu gibi… Yazma düşüncesi çocukluğumdan beri beni bırakmasa da Hayata Dönüş gibi işaret ettiği gösterilenle ironik biçimde çelişen, televizyonlarda herkese canlı canlı izlettirilen vahşet diyelim, başlangıç noktasıdır bende. Kitabın ilk öykülerinde tüm kadınları delirten, anlatıcıyı yazmaya iten, Sumru’yla ilgili iki öyküde kahramanı dingin ruh halinden depresif, histerik bir kadına dönüştüren, “Bok Çukurunda Şiir”de Hikmet’i şiir yazmaktan alıkoyan acıyı, sözünü ettiğin bu ilişkiler yumağına dayandırıyorsun sanırım. Hiç umut olmayacak mı öykülerinde, böyle mi sürdüreceksin? Umut anlamakla ve görmekle başlar. Umut olabilmesi için önce ters giden bir şeylerin olduğunu anlamak, görmek ve itiraf etmek gerekir. Benim yaptığım itiraf etmek diyelim. İşim, asla yalnızca yaşamdaki güzellikleri anlatmak olamaz. Güzelliği görüyorsanız, buluyorsanız yaşarsınız zaten. Aslolan cilalanmış görüntüler ardındaki kötülüğü anlatmakta. Senin romanında umut var mıydı, diye sormak isterim. Senin bakışının da, en azından “Köpek Adamlar”dan yola çıkarak, farklı olduğunu düşünmüyorum. Ancak beni şu hayran bırakır ki geçenlerde böyle bir kitap okudum: Kötülüğün içinden iyi bir yaşam önerisi sunmak. Zor başarılacak bir şey. Sözünü ettiğim kitap, bu yıl Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü alan Ayşegül Çelik’in Kağıt Gemiler‘i. Okuduğumda çarptı beni. Toplumda ayrıksı, dışlanır olma, acı çekme halinden birbirimizi gerçekten severek kurtulabileceğimizi ve bunu yapabilecek gücümüz olduğunu vurgulayan harika öyküler. En başta, masal diyor anlattıklarına yazar, dileklerim gerçeğe dönüşür mü, kaygısını başta koyuyor ortaya böylece. Ama acıya, dışlanmaya karşı açık biçimde dayanışmayı, birlikteliği öneriyor. Benim yapmadığım budur işte. Çıkış ve öneri bulamazsın öykülerimde. Bundan sonraki yazdıklarımda umudun olup olmayacağı sorusuna gelince… Kâğıdın ya da bilgisayarın başına geçtiğimde umutlu bir şeyler anlatayım, diye bir kaygım asla olmayacak. Ancak romanın pek değil de; şiir ve öykünün yazarın kişisel tarihiyle çakıştığını düşünüyorum. Bu açıdan bakıldığında hiçbir yazarın öykülerine, ne zaman, hangi duygu halinin sineceğini bilemezsiniz. Yaşam kadar şaşırtıcıdır öykü ve şiir. Umut olur mu olmaz mı bundan sonraki öyküleMelike Uzun rimde, bilinmez bu açıdan. Özel görüşmelerimizden öyküyü sürdürme isteğinde olduğunu biliyorum, gene de sormak istiyorum: “Roman gibi ölçeği farklı bir türde kendini denemeyi düşünür müsün?” İstersen buna, öyküyü sürdürme kararlılığı diyelim. Edebiyata öyküyle başlayan yazarların yazı yaşamlarını romanla sürdüreceği düşüncesi neredeyse bir kural gibi benimsenmiş sanki. Ortada olgular durunca kurallar kendini dayatıyor sanırım. Bir yazar elbette birden fazla türde yapıt yaratabilir, bunu başarıyla yapmış çok yazar var. “Ancak öyküden sonra roman yazılır”, yargısında iki etkenin rol oynadığını düşünüyorum. Birincisi öyküyü kalem alıştırma gibi sonradan üretileceklerin bir taslağı olarak görme eğilimi, bu açıkça dile getirilsin ya da getirilmesin, var böyle bir anlayış. Ancak bu, gerçek edebiyatı ve edebiyat geleneğini bilenler için kabul edilemez bir durum. İkinci etken, “yazardan sayılmak için illa ki de roman türünde yapıt üretmek gerekir” gibi bir yaklaşım. Rüzgâr ordan esiyor çünkü son yıllarda. Benim gibi “yazar” olmak ya da “yazar” sayılmaktan çok “yazma” kaygısı taşıyan bir insan için böyle bir psikolojik durum da söz konusu değil doğal olarak. Bir de romana şimdilik yaklaşmak istemememde kişisel nedenler de etkili. Romanı yazar yapar gerçekten, öykü ise yazan kişiye dayatır kendini. Bu açıdan roman ciddi bir disiplini gerektirir, çalışma saatleri ve yazdığını düşünerek zaman geçirme anlamında. Bense uyurum, bir şey dürter beni sabaha karşı kalkar yazarım, çok da disipline dayanmaz yani çalışmam. Öykülerdeki kadınerkek ilişkileri neden epey gerilimli? Sanatın öteden beri beslendiği kaynaktır kadın erkek ilişkileri. Kim ne derse desin, her bireyi oluşturan kişisel tarihin yapı taşıdır bu ilişkiler. Bizi oluşturan en önemli unsurlardan biri. Oidipus’tan Medea’dan beri böyledir bu. Yine en eski tarihlerden beri kadın ve erkeğin ilişkisi yaşanan toplumsal değişim, dönüşüm, çalkantıların yansıması olarak şekillendi. Her ilişki çok özgün olsa da her ilişki çok da birbirine benzer bu yönüyle, kadın ve erkek arasında mücadeleden, iktidar ilişkilerinden bağımsız, eşit, salt sevgi ve sevecenliğe dayanan birliktelikler zordur, çünkü iki kişi tek başına yaşamaz aralarında olan biteni, koca bir dünya vardır kurulan iki kişilik alışverişte. Bu yönüyle öykülerdeki kadın erkek ilişkileri, seksen dönemi çocuğu olduğuma göre, seksenden sonra dünyada olan biten ne kadar gerilim varsa taşır bünyesinde. Bencillik, yeni bir dünya umudundan, hümanizmden uzak olma, birlikteliği hep tüketme, alma ve sahiplenme üzerine kurma, yıkma, uyum sağlayamama… Biraz önce konuştuğumuz “umutsuzluk” konusundan apayrı bir şey değil bu aslında. ? Ö Ateş Öyküleri/ Melike Uzun/ Kanguru Yayınları/ 112 s. SAYFA 19 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1078