05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Dosyalarıyla yeni yazarlar, yeni oyunlar... yen toplumsal yapıya, düzene karşı söylemleriyle kendini koyuyor denebilir. Böyle bir yaklaşım, yazarların oyun kişilerine, birer karakter olarak yaklaşmasını engelliyor ister istemez. Sözgelimi Zerrin Polat’ın Sırlar Odası adlı oyununda kişiler, bir ölçüde çizgisel kaldığından oyundaki gerçektenlik yükseklik yitiriyor denebilir. Sonuçta yazarın söylemine dayalı, inandırıcılıktan uzak bir kartonlaşmayla zedeleniyor oyun. Hatice Emel Dinseven de Memiş Gibi adlı oyununda, güzel bir yaklaşımla uzak bakışla oyun evreni kurmaya girişiyor, hatta yer yer aykırı gerçekçi kuşatma da getiriyor. Bu doğrultuda örneğin bilinen güncel olaylar hicvedilirken bunun “anne” imgesiyle harmanlanması çok başarılı bana göre. Ne ki uzayıp giden konuşma örgüsü, kendi içine kapanarak olay aktarısına dönüşen oyun evreni sonunda soluksuzluktan boğuluyor. Gülseren Engin’in Altın Bilezik’i “kadın oyunu” olarak alınabilecek tek kişilik bir kısa oyun. Okumak istediği halde okutulmayıp kasaba eşrafından biriyle evlendirilen kadının bu kez kızı için babanın belirlediği yaşam biçimi karşısındaki tutumu daha önceleri de oyunlarda, öykülerde vb. önümüze gelmemiş değildi. Bunun bir değişkesini Engin’den okumuş oluyoruz yalnızca. Fatigül Balcı’nın İnsanlık Hali de, ortaoyunu kalıbına uygun bir kadın oyunu. Mahmure, beş bebeğini yaşatamamış, kocasına çocuk verememiş taşra kadını olarak kocasının kuma getirebileceği kuşkusu içinde, arkadaşının da dürtmesiyle bir oyuna kaptırır kendini, tanımadığı biriyle yatar. Ondan hamile kalırsa bebeğin yaşayacağına inanırlar. Ancak evdeki hesap çarşıya uymayacaktır. Olay örgüsü, kişiler, bunların birbiriyle ilişkilenişi, oyun evrenine yerleştirilişi, ortaoyunu kalıbına yönelik kanıyı pekiştiriyor. Hızlı, akışkan konuşma örgüsüyle, açmazlı şaşırtmaları, tartımda dağılımıyla uçurucu yanlar taşıyan bir oyun. ERKEK YAZARLARIN OYUNLARI... Gökhan Eraslan, Komiki Şehir ‘Naşit Bey’ adlı oyununda ünlü aktör Naşit’i, aile, tiyatro ortamından kalkarak, hayalleri, yengileri, yenilgileriyle, geri dönüşlerle belgesel bağlamında yansıtıyor. Artzamanlı olmayan bir yerleştirimle kurulan oyunda sahneyi çok yönlü uzam kullanımlarıyla zenginleştiren yazar, bu arada dönemi dille kurmakta buna uyan yaklaşım da sergiliyor. Sonuçta Naşit’in buruk, duygulu, içli öyküsü çıkıyor karşımıza. Ne var ki ünlü aktörün katmanlı, derinlikli bir karakter olarak yapılandırıldığını söylemek zor. Tüm amatör topluluklar, en azından kendileri için bu oyuna çalışabilir… Şahin Örgel’in Uçurum’u, ilginç bir siyasal oyun olarak alınabilir. Yazar, ilk ağızda yazınsal oyun diliyle dikkati çekiyor. Gerçekten sonuna dek, kişilerini de ele veren başarılı dil örüntüsüyle karşılaşıyoruz oyunda. İşkence yapanla işkence gören arasındaki ilişkilenişe odaklanan oyun yok değil. Bütün bu örneklerde etik değerin öne çıkarılabilmesi amacıyla sözel ağırlık odağında konuşma örgüsünün kaçınılmazlığı da doğal. “Siyasal oyun” bağlamında ciddiye alınması gereken bir oyunla karşı karşıya olduğumuz düşünülebilir. Fevzi Günenç Anahtarcı’da bir güldürü yaratmaya çabalıyor ama gevşek dokulu bir oyun bu. Hem zorlama hem gereksinirliklerden uzak bir güldürü. Yazar boşluklarda derinlik yaratamıyor; bu nedenle karakterler yüzeysel olduğu kadar çizgisel de. Öte yandan birörnek gelişim sergiliyor tümü. Ancak bunlara karşın Fevzi Günenç’in işlek bir dile sahip oyun yazarı olduğu da vurgulanmalı. Selçuk Sarısaltık Zuhal’de, bir hastane odasında, yarılmalarla örülü bakış eşliğinde yaşam savaşımı veren bir kadınla tanıştırıyor bizi. Ne ki temel kişinin iç dünyasının kuruluşunda eksiklikler gözleniyor. Oysa yazınsal tat salan bir dili var yazarın. Sıkı örgülü, artalanı zengin, çağıltılı bir dil. Murat Can Kibiroğlu Sarı Köpek’te bilinmeyen bir ülkenin hapishanesinde tutulan iki kişiyi anlatıyor. Ama cüzamla, ussal yarılmayla boğuşan bu kişilerin dramatik örgü temelinde neden orada oldukları, nasıl bir dram yaşadıkları temellendirilemiyor bir türlü. Yalçın Tan’ın Hattuşaş’ta Bir Kovboy adlı oyununu okuyunca, keşke yazar bunu anlatı biçiminde kaleme almış olsaydı diye düşünmekten alamadım kendimi. Öykülemeyi tamamlamış görünmekle birlikte, oyunda dramatik yapıyı gereğince metne yayamıyor bir türlü yazar. Sonuçta oyun, seyredilir değil okunur ve dinlenir yapı yansıtıyor, o kadar. Yine de yazar önce kullandığı dile dönük tutumuyla, bunları hem geçmişi çağrıştırmakta hem de arı dilden yana tutumunda sergilediği içtenlikle dikkati çekiyor. Burçak Üzen’in Çorba adlı oyunu halk tiyatrosu biçemine dayalı tıkır tıkır bir işleyişle gelişiyor. Üç kişi arasındaki çelişkiyi, çatışkıyı köpüklendirerek sayfalar boyu sürdürebilmek kolay değil. Bu çerçevede belirli bir düzeye vardığı görülebiliyor yazarın. Gerçekten yazar, kişilerini ustalıkla konuşturmakta becerikli. Üstelik bu konuşmalar, kişilerin karakterini ele vermekte, onları tipleştirmenin ruhsuzluğundan, silikliğinden kurtarmakta da önemli dayanak oluşturuyor. Böyle bir oyun Abdullah Şahin Halk Tiyatrosu, Ali Erdoğan Kabare Dev Aynası gibi toplulukların ilgisini çekebilir. Serkan Fırtına Meşale’de göstermeci biçemle bir oyun yapılandırıyor ama ne yazık ki bunun gereksinirliklerini karşılayamıyor yeterince. Deniz Gezmiş, Vedat Demircioğlu, Hakan Yurdakuler, Taylan Özgür, Harun Karadeniz vb. devrimci gençlik kahramanlarını bir gençlik oyunu içinde bölümlemelerle anlatmaya girişmesi yazarın, siyasal oyun kavrayışının da ötesinde kuşkusuz değerbilirlik anlamında büyük önem taşıyor. Hele 1968’deki gençlikle 2008’deki gençliği kırk yıl arayla karşılaştırmaya girişmek, koşut kurguyla bunları işlemeye çabalamak elbette güzel, incelikli bir tutum. Ne var ki ABD 6.Filo’nun lanetlenişi, Kanlı Pazar, üniversite işgali, ABD Büyükelçisi Komer’in arabasının yakılışı, devrimci gençlerin SamsunAnkara yürüyüşü vb. pek çok olayın serpiştirildiği dosyanın, oyun kalıbına uygun işlendiğini söyleyebilmek çok zor. Hakan Akdoğan’ın Mutsuzlar Evi, kurgusuyla, dolantıları, çatışkılarıyla, kişileri evreniyle başarılı bir oyun. Daha oyunun girişinde eksiltili, sıçramalı anlatım bileşkesinde geliştirdiği örgülemesiyle dikkati çekiyor yazar. Akdoğan, işini bilen bir yazar kuşkusuz. Aile bireyleri arasında yaşanan çatışma, dünya tiyatrosunda da, zenginliği çatışmanın derinlerinden beslenen önemli bir izlek. Ancak oyun kişilerinin karakter boyutunda karşımıza geldiğini söyleyebilmek zor yine de. Bir yanı aile içinde yuvalanmış, insanı can evinden vuran iç oyun… Bir avuç gencin, özençle, özveriyle sürdürüp yaşamda tek amaca dönüştürdükleri tiyatro tutkusu… Gönüllülük taşımasa da abiler, amcalar, dayılar, teyzeler desteğinde sürdürülen bu çabalar karşısında heyecan duymamak olası mı? Tiyatro dediğimiz sanat, bu büyülü heyecanın ta kendisi işte! Öyleyse perde! ? Gülseren Engin ile Hakan Akdoğan, öykülerini, romanlarını okuduğum, üzerine yazılar kaleme aldığım yazarlardan. Ayrıca Dinseven, Eraslan, Polat da adını bildiklerimden… Hakan’ın tiyatroyla ilgilendiği vardı kulağımın bir yakasında, Gülseren Engin’in tiyatroyla ilgilendiğini, dosyası önüme geldiğinde öğrendim ancak… İşte size on üç oyun dosyası. Ne dersiniz, bir küçük geziye çıkalım mı dosyalar arasında? OYUN YAZARLIĞINA DÖNÜK YOĞUN İLGİ... Yazarlık, hemen bütün alanlarda, türlerde başat ilgi odağı olmayı sürdürüyor görebildiğimce… TV dizi yazarlığından öykü, roman, oyun yazarlığına, ders kitaplarından sipariş kitaba, reklam yazarlığına, pek çok yaşamöyküsü anlatısına, ne bileyim yaşamın her yakasına uzanmış görünüyor yazma eylemi… Bunda televizyon dizileriyle çok satışlı romanların estirdiği rüzgârın etkisi olmalı! Çünkü sanatsal yan değil de tecimsel değer ağır basıyor bunda göründüğü kadarıyla… Nitekim son yıllarda “kişisel gelişim kitapları” adı altında yazarlık öğreten kitaplar dolduruyor ortalığı. Geçenlerde böyle bir kitapla karşılaştım. Necdet Karasevda’nın (d.1975) kaleme aldığı, “Sen de Yazar Olabilirsin!” başlığıyla sunulan bir kitap: Yazarlık Okulu (Popüler, 2010). Elimi uzatmama kalmadı, başkası uzandı benden önce, aldı, kasaya yöneldi. Hah, dedim, galiba yeni bir yazarla daha tanışacağız yakın zamanda… Ne var ki oyun yazarlığı, kimi romanlarla siyasal anlatılarda görüldüğünce tecimsel getirisi yüksek iş değil, bu bir. Sonra alanda farklı yaklaşımlar, tutumlar oyun yazarlarını uyanık da tutuyor sürekli. Sözgelimi Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği’nin, garajistanbul gibi kimi toplulukların oyun yazarlığı üzerine geliştirip düzenlediği özgün etkinlikler bu doğrultuda yazar adaylarını boş bırakmıyor hiçbir zaman, birbirini denetlemelerinin de önünü açıyor bir bakıma. Nitekim okuduğum dosyalar belirli düzey yansıtıyor. Gerçekten de dosyalarda oyun yazmanın gizlerine ermiş yazarlarla ya da yazar adaylarıyla karşılaştım hep. Elbette bunlar arasında kekreliğini henüz atamamış, hamlıklar taşıyan dosyalar da vardı. Dosyalarının bir çırpıda sahnelenivereceği hayaline kaptırmamalı yazarlar kendilerini. Yüzlerce, hatta binlerce dosya vardır, sahnelenemeden, bir yaşam öpücüğüyle buluşamadan öylece kalmış, ölü oyunlar mezarlığına gömülmüş olan. Son yıllarda oyun yazınımızla oyun yazarlığımızda dikkati çeken birkaç özellikten söz edilebilir kanımca… Bunları kabaca şöyle özetlemek olası: 1. Kadın oyun yazarı sayısında gözlenen artış. 2. Şiddete, cinselliğe yönelik gitgide artan ilgi. 3. Güncel konuların sorunsal boyutuna taşınamadan ya da kavramsallaştırılamadan işlenişi. 4.Olup bitenler karşısında bireyin temele alınarak dıştakine. toplumsal olana içerden bakışla yaklaşılması 5..Oyunu ilginçleştirmek adına yarışılması, bu doğrultuda her umara uzanılması. Dosyalar arasında kısa bir havalanmaya çıkabiliriz artık… KADIN YAZARLARIN OYUNLARI... Kadın yazarlar, toplum tarafından özümsenmiş geleneksel kadın kalıbına karşı çıkışları, savaş karşıtlığıyla, bütün bunları besle oman, öykü, şiir dosyaları, olsa olsa yayınevleri arasında dolaşır herhalde. Ama oyun dosyaları öyle mi? Yayınevleri kadar ödenekli, özel, amatör tiyatro topluluklarımız için de dosyaların değer taşıyacağı unutulmamalı. Topluluklar hemen tüm oyunlarını dosyalar arasından seçiyor çünkü. Bu yüzden oyun dosyaları, işin bu yanını bilenler için ayrı bir değere sahip. Diyeceğim kullanım değeri öteki yazın türleriyle kıyaslanmayacak ölçüde yüksek. Nitekim pek çok tiyatrocunun, meslektaşlarına karşı böbürlenme nedeni yaptığı küçük bir dosya koleksiyonu vardır mutlaka… Tiyatrocular bir araya geldiğinde sözün dönüp dolaşıp dosyalara kaydığı olur. Tartışırlar aralarında. Kendi payıma kitaplar kadar önemserim oyun dosyalarını. Hele öykü, roman dosyalarına bile değinirken ben, oyun dosyalarına yer açmaya girişmemden daha doğal ne olabilir? Bu yıl da azımsanmayacak sayıda oyun dosyasıyla buluştum diyebilirim. Hakan Akdoğan’dan Mutsuzlar Evi, Fatigül Balcı’dan İnsanlık Hali, Hatice Emel Dinseven’den Memiş Gibi, Gülseren Engin’den Altın Bilezik, Gökhan Eraslan’dan Komiki Şehir Naşit Bey, Serkan Fırtına’dan Meşale, Fevzi Günenç’ten Anahtarcı, Murat Can Kibiroğlu’dan Sarı Köpek, Şahin Örgel’den Uçurum, Zerrin Polat’tan Sırlar Odası, Selçuk Sarısaltık’tan Zuhal, Yalçın Tan’dan Hattuşaş’ta Bir Kovboy, Burçak Üzen’den Çorba… SAYFA 20 R CUMHURİYET KİTAP SAYI 1078
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle