02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Şansın Tüzün’den ‘İstanbul’un Azizesi’ Şansın Tüzün, Cumhuriyet Kitapları’nca yayımlanan ve ilk öykülerini bir araya getirdiği Havanalı İsa’dan sonra, ikinci öykü kitabı İstanabul’un Azizesi ile okurlarının karşısına tekrar çıkıyor. 2005 Ömer Seyfettin Hikâye Ödülü sahibi Tüzün’le, öykücülüğü üzerine konuştuk. ‘Kadın edebiyatı terimi alaturka’ feminist bir bakış açısıyla anlamlandırabilir miyiz? Ya da toplumda ezilen kadının bu türden cesur davranışlar da sergileyebileceğini mi göstermeye çalıştınız? Öncelikle ben feminist bakış, kadın edebiyatı gibi sınırlamalara karşıyım. Kadın edebiyatı terimini de alaturka buluyorum. Sanki kadınlar toplanmış kek, poğaça, altın günü yapar gibi edebiyat yapıyor! Cinsiyeti elbette insanın yaptığı her işe yansır, yansımalıdır da ama böyle bir ayrım yapmak doğru değil. İsteyen kadın gözüyle yazar, isteyen erkek gözüyle, isteyen Van kedisi gibi bir gözü kadın, bir gözü erkek olarak yazar ki benim için en makbulü budur. Zaten kitaptaki öykülerden bazıları ‘Cumhuriyet Çiçeği’ ve ‘Atlıkarınca’ mesela erkek ağzından yazılmıştır. Cinsellik hemen her öykünüzde karşımıza çıkıyor. Cinselliği ön plana çıkarıp kullanarak, erkek ya da kadın karakterlerinizin hangi yönlerini ortaya çıkarmaya çalışıyorsunuz? Öykülerimde cinselliğin ön planda olduğunu düşünmüyorum. Gerektiği kadar vardır. Yemek yedikleri gibi, gezdikleri gibi, yeri geldiğinde sevişmişlerdir ya da cinsel açlıklarını gidermek için başlarının çaresine bakmışlardır. Bu da karakterlerin normal olduklarını gösterir. Birçok öykünüz Paris, Sicilya, Berlin gibi Avrupa şehirlerinde geçiyor. Bu şehirlerin öykünüze kattıkları hakkında neler düşünüyorsunuz? Bu bakış açısıyla öyküleriniz için “dünyalı öyküler” diyebilir misiniz? Dünyalı öyküler diyebiliriz tabii. Özellikle ‘Günaydın Berlin’de küreselleşmeye vurgu yapmaya çalıştım. Şehirli insanın ortak bir rutini var artık. İnanın Bangkok’ta bir restorandaki masayı alıp Barcelona’ya taşıyabilirsiniz ve etrafında sohbet edip yemek yiyenler hiçbir şey anlamaz. Büyük şehirlerde yaşayan insanlar giderek ortak bir rutin içine girdi. Tıpkı bir pop art afişi gibi her şehre yapışabiŞansın Tüzün Ë Eray AK ykülerinizin çoğunda okurla değişik bir iletişim kuruyorsunuz. Öykülerin içinde konuşuyorsunuz onlarla, sürekli bir diyalog halindesiniz... Evet, bunu seviyorum ben. Belki genel olarak doğallığı benimsememdendir. Yani sonuçta ortada bir yazan bir de okuyan var ve bütün yazılanların kurgu olduğunu her iki taraf da biliyor; dolayısıyla kasım kasım kasılmanın, okuru hiçe saymanın âlemi yok! Ara sıra bu gerçekliğe bir vurgu yapmak, okurla cilveleşmek hoşuma gidiyor. Okumak yazarla paylaşılan bir mahremiyet aslında… Ben de bu özel ilişkinin farkında olarak bunu görmezden gelemiyorum. Kadın karakterleriniz öykülerinizde genelde “yalnız”, kendi ayağı üstünde durmaya çalışan ve güçlü tipler; yaşadığı yerler ise genelde büyük şehirler. Öykülerinizde “şehirli kadının yalnızlaşmasını anlatıyorsunuz” diyebilir miyiz? Ya da öykünüzü besleyen başat öğeleri neler oluştuyor? Öykülerimde yalnızca kadının değil erkeğin de şehir ve iş hayatı içindeki yalnızlığını ve bu yalnızlıktan türettikleri sembolik aşkları, nesnelere yükledikleri anlamları ve onlarla olan ilişkilerini anlatıyorum. Öykülerimde daha çok yaşam iştahıyla beslenen bir dönüşüm yaratmaya çalışıyorum. Hayatta yaşanılan olaylar, insanları dram oyuncusu olmaya itiyor hep; kendisi değilse bile çevresi. Buna direnmelerini istiyorum. Yaşanılan dramlardaki ironiyi, komediyi bulup ortaya çıkarmak önemli benim için ya da çelişkileri yakalamak. Kederleri bir simyacı gibi kahkahaya dönüştürebilseydik keşke… Bunu başaranlar da var tabii: Ephraim Kishon’un gençliği nazi kamplarında geçmesine karşın öykülerinde kıkır kıkır bir mizah vardır. Öykülerinizdeki erkeklerden bahsedelim biraz. Erkekleriniz genelde ezik, kötü niyetli ya da bir kadının peşinden koşan tipler. Erkeklerinize böyle roller çizmenizi, Ö lirler. Bir de dünyada olup bitenlerden sandığımdan fazla etkilendiğimi, günün birinde öykünün bir yerinden fışkırdıklarında anlıyorum. Anna Lindh’in ölümü örneğin. 2003’teki bu suikast, ‘İsveç’in Kıyısından Kartpostallar’ isimli öykümde Anna 4 Ever olarak anıldı. İsveçli iki çocuk annesi ve korumayla gezmeyi reddeden başarılı bir siyasetçinin, bir mağazada herkesin gözü önünde defalarca bıçaklanarak öldürülmesi çok etkilemişti beni. Anna Lindh benim ideal kadın duruşuna politikacılardan vereceğim güzel bir örnektir. Oluşturmak istediğiniz bir kadın duruşu ve dili var mı peki? Öykülerinizin çoğunda böyle bir hava seziliyor... Evet, doğru. Her şeyden önce kadın olmanın gücünü iliklerine kadar hisseden ve kadın olmanın ayrıcalığının farkında olan vakar bir duruşu olmalı kadının. Her kadın bir bereket tanrıçasıdır; üstelik kadın biyolojik olarak daha dayanıklıdır. Anne karnında bile dişi fetus erkeğe göre daha dirençlidir. Kadın biyolojik olarak sahip olduğu bu gücü sosyolojik olarak yeterince hissedemiyor ve bunun çelişkisini yaşıyor. Edebiyat dünyasından Elif Şafak bu konuda çok iyi bir örnek. Kadınlığının gücünü keşfedip bunu eserlerine yansıtabiliyor ve bunu yaparken her yerde karşımıza çıkan kadın edebiyatı tuzaklarına düşmüyor. ‘Aşk Hadımı’ öykünüzden bahsetmek istiyorum biraz. Bu öykünüzdeki karakterin duruşu, davranışı, cesareti çok dikkat çekici. Bu karakteri, yani Fatma’yı (Cleo’yu), nasıl beslediniz? Bu öyküde gerçek bir gözlem dikkat çekiyor. Bu öykü tamamıyla bir kurgu. Yani Paris’te bir randevuevim ve Ömer Şerif hemşerim olmadığına göre… Bu öyküde Mısırlı Fatma ile kurduğu ilişkide erkekliğini kaybeden adamda, ilişki bir metafor. Yani bir erkeğin bir kadında kayboluşunun hikâyesi aslında. O olayın yaşanıp yaşanmaması o kadar önemli değil. Bir kadının dişiliğinde kaybolan, hatta mahvolan erkekler çok anlatılmıştır edebiyatta. Yani, erkeğin zaafıyla orantılı olarak, kadın cenneti de cehennemi de olabilir erkeğin. Ancak, kadın erkek ilişkisinde kadın hep teslim olan taraf gibi algılanır ya da algılatılır. Oysa aslında teslim olan taraf erkektir; kadına karşı savunmasız ve çaresizdir. Biraz bunu vurgulamaya çalıştım ‘Aşk Hadımı’nda. Bir de bu öyküyü yazdıktan birkaç ay sonra, Ömer Şerif Roma’da bir kafede gelip karşımdaki masaya oturdu. İşte hayat da böylesine çılgınca bir şey…? İstanbul’un Azizesi/ Şansın Tüzün/ Cinius Yay./ 160 s. Fransız aşk şiirleri antolojisi olan Seninle Bir Yastıkta adlı kitapta Alphonse de Lamartine, Victor Hugo, Alfred de Musset, Charles Baudelaire, Stéphane Mallarmé, Paul Verlaine, Arthur Rimbaud, Max Jacob, Jean Cocteau, Paul Eluard, Louis Aragon, René Char gibi şairlerin dizelerine yer veriliyor. Fransız aşk şiirlerinden bir seçki: Ë Ahmet NECDET lkemizde Batılılaşma sürecindeki çeviri çalışmaları, başlangıçta tamamen resmî de olsa, 1821’den 1938’e kadar birbirini izleyen kurum ve girişimlerle süregelmiştir. Bunların arasında 1832’de kurulan “Tercüme Odası”, Tanzimatı Hayriye ile 1839’dan sonra âdeta bir okula dönüşmüş ve Türk aydınlanma hareketinde önemli bir rol oynamıştır. Çeviri tarihimizin en köklü ve en kapsamlı çeviri girişimi ise, Cumhuriyet Ü Dönemi’nde kurulan “Tercüme Bürosu” (1938) dur. Bu kuruluş, kısa zamanda Doğu ve Batı klasiklerinden yüzlerce yapıtı dilimize kazandırdığı gibi 1940’tan 1966 yılına kadar çıkardığı Tercüme dergisi ile başta Fransızca, Almanca ve İngilizce olmak üzere Latince, Yunanca’dan çok sayıda çevirinin yayımlanmasına aracılık etmiştir. Çalışmalarını 1973 yılına kadar sürdüren “Tercüme Bürosu”ndan günümüze 891 yapıt ve 87 sayılık bir dergi koleksiyonu kalmış bulunuyor. Ali İhsan Kolcu’nun Türkçeye Batı Şiiri (1999) adlı yapıtında Edebiyatımızın Tanzimat ve Serveti Fünun dönemlerinde Batı dillerinden yapılmış şiir çevirilerinin sayısı 988 olarak kaydedilmektedir (s. 716). Aynı araştırmaya göre, 18591901 yılları arasında yapılan bu şiir çevirilerinin 202 çevirmen tarafından gerçekleştirildiği ve ayrıca elli iki çeviri şiirin de imzasız olarak yayımlandığı anlatılıyor. İlk sıralarda Muallim Naci, Ahmed Rasim ve Recaizade Seninle Bir Yastıkta cı, Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat, İlhan Berk, Can Yücel, Cemal Süreya, Sait Maden, Erdoğan Alkan, Özdemir İnce ve Eray Canberk... GüMalım ud Ekrem gibi edebiyatçınümüzde Fransız larının çevirmen olarak adına şiirini bir tek aşk rastladığımız bu çeviri şiirlerden temasıyla bile bu maalesef bir teki bile günümüze kadar zengin bir kalmış değil. Gelişen Türkçemiz, çevirişiir toplabu koyu Osmanlıca metinleri tamından izleyebirihin çöplüğüne atmış gibi görüliyorsak, adını nüyor. Elinizdeki Fransa Aşk ŞiAhmet Necdet andığım şair ve irleri Antolojisi’nde değerli edeçevirmenler kabiyatçılarımıza çevirmen olarak yer veredar, adını anmadıklarımın da büyük ememeyişimizin biricik nedeni budur. ğini göz önünde tutmak gerekir. Kitabımızda François Yillon’dart Henri Orhan Veli, ilk basımı 1947’de yapılan Pichettc’e kadar 41 Fransız şairi ve bu şair Fransız Şiiri Antolojisi’nin önsözünde şöylerin dilimize çevrilmiş 92 şiiri yer alıyor. le demişti: “Farz etsinler ki, bu bir başlanBu şiirlerin değişik İmzalar tarafından çev gıçtır, ileride daha iyileri yapılacaktır.” Ayrilmiş olması, çevirişiir çalışmalarının venı temenniyi biz de paylaşıyor ve daha iyi, rimli bir yolda olduğunu ve birkaç kişinin daha güzel, daha kapsamlı antolojilerin antekelinde kalmadığını gösteren iyi bir işacak yapıcı eleştirilerle hazırlanacağını biliret sayılmalıdır. Burada Fransız şiirinin ülyor, buna yürekten inanıyoruz. ? kemizde tanınmasına önayak olan bazı şair ve çevirmenlerimizin adlarını saygıyla anSeninle Bir Yastıkta/ Yayıma Hazırlamak isterim: yan: Ahmet Necdet/ Artshop Yayıncılık/ Sabahattin Eyuboğlu, Cahit Sıtkı Taran 126 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1041 SAYFA 18
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle