Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Leziz Onaran’dan ‘Yaşamak Sorumluluktur’ Anıların İzinde Bilinen bir gerçektir, her anı yapıtı, yazarının kişiliğini de yansıtır bir ölçüde; çünkü anı yazarı, anlattıklarının hem öznesi hem nesnesi konumundadır. Bu bağlamda Yaşamak Sorumluluktur, doğal olarak, Leziz Onaran’ın kimi kişilik özelliklerini de yansıtıyor. ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır.” Soralım öyleyse, yaşadıklarını nasıl anımsıyor, nasıl anlatıyor Onaran? Kestirmeden söyleyeyim, insan ve aydın olmanın sorumluluğunu duyumsayarak anımsıyor; anımsadıklarını da aynı sorumluluğun bilinciyle bir tartımdan geçirerek kurguluyor. Böylece okunurluk katsayısı yüksek, insan ve toplum odaklı bir kitap koyuyor ortaya. Bilinen bir gerçektir, her anı yapıtı, yazarının kişiliğini de yansıtır bir ölçüde; çünkü anı yazarı, anlattıklarının hem öznesi hem nesnesi konumundadır. Bu bağlamda Yaşamak Sorumluluktur, doğal olarak, Onaran’ın kimi kişilik özelliklerini de yansıtıyor. Nelerdir bu özellikler? Ayrıntılara inmeden söyleyeyim, yaşamının her evresinde, doğru olandan, haklı olandan yana tutum sürdürür. Öyle ki yarım yüzyılı aşan hekimlik yaşamında gerçeklerle bağdaşmadığına inandığı buyruklara, uygulamalara, hangi kaynaktan gelirse gelsin, karşı çıkmaktan çekinmez; hastane koşullarını güzelleştirme çabalarını işinin bir parçası sayar. Kitap boyunca yaşadığı bu olayların kısa öykülerini okuyoruz. Bir başka özelliği de, hekimlikte seçtiği uzmanlık alanının doruğuna erişmesine karşın bununla yetinmez. Toplumsal sorumluluğunu, insanımızı uyandırmayı amaçlayan sivil toplum örgütleri içinde eylemli çalışarak yerine getirir. Kitabının sayfaları arasında onun bu çok boyutlu, çok yönlü kişiliğinin izlerini görürüz, bir başka deyişle eylemsel portresini. Bir genellemeye giderek şöyle diyeyim, Yaşamak Sorumluluktur, Leziz Onaran’ın yaşam serüveninden, yakın ve uzak çevresinden resimler içeren bir albümü anıştırıyor. Albümün ilk bölümünde çocukluk yıllarından kesitler yer alıyor. Bunu okul ve öğrenim yılları izliyor; sonra da zamandizisel bir yol izlemeden hekimlik yıllarının içine taşıyor bizi. Böylece okura hekimlik dünyasının havasını solutuyor. Kitapta, yakın hekimlik tarihimizde iz bırakmış birçok adla da karşılaşıyoruz. Bunların bir bölümü, anılarının konuğu oluyor. Konuklarının ayırıcı yönlerini kısa, açıklayıcı betimlemelerle göstermeye çalışıyor Onaran. Sözgelimi Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver’den söz ederken şöyle diyor: “... Hekimlik törelerini, hekimlerin öbür hekimlere, çalışma ortamlarındaki öbür mesleklerden arkadaşlarına karşı tutumlarını, toplum içindeki davranışlarını, hastalarla, toplumun değişik katmanlarındaki ilişkilerini, bunların doğru güzel olması gerektiğini örnekleriyle kafalarımıza, gönüllerimize işledi. Tıpkı ilgi alanları olan güzel yazı (hat) ya da minyatür sanatlarındaki ince iş gibi. Sanata olan hayranlığı bizlere yol gösterirkenki içtenliğini, inceliğini yönlendiriyor olmalıydı. Bütün yaşamımda Süheyl Hoca’mızın izlerini buldum...” EYLEMLER VE TANIKLIK Onaran’ın belleğine kazınmış adlardan biri de Türk Dil Kurumu Yönetim Kurulu’nda birilikte çalıştığımız ünlü tüzebilimcimiz, bilge insan Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’dur: “Tıbbiye’de Tıp Fakültesi dışından tek hocamız Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu idi. Hukuk Fakültesi’ndendi. İnkılap Tarihi dersini veriyordu. En incelikli hocalarımızdan biriydi. Dingin, ağir, içtenlikli, inançlı duruşu çok etkileyiciydi. Ara dinlencelerimizde yardımcı kitaplar okutuyordu. Kitapları, yaşadığı sürece Cumhuriyet gazetesinde sürdürdüğü yazıları, hem inandırıcı, hem düşündürücü olmuştur.” Leziz Onaran’ın anılarına konuk olanlar salt hekimler değil. Hastaları, okul arkadaşları, sivil toplum örgütlerinde Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre İçin Sağlıkçılar Derneği, Kadın Dayanışma Vakfı, Cumhuriyet Kadınları Derneği birlikte çalıştığı savaşımcılar, öğretmenler de konukları arasında. Anıların dokusunda bir filmin kareleri gibi akıp geçiyor bu kişiler. Bunlardan biri Vedide Baha Pars, Gazi Eğitim Enstitüsü’nde benim de müdürüm olmuştu. Büyüleyici bir kişiliği vardı. Öğretmenliğin baş koşulunun öğrencilerini sevmek, onların belleklerinde ve yüreklerinde iz bırakmak olduğunu ondan öğrenmiştim. Belli ki Leziz Onaran’ın da belleğinde silinmez izler bırakmış Pars. Şöyle diyor onun için: “İzmir kız Lisesi’nde okuduğum altı yıllık ortaöğrenimim boyunca müdürümüz oydu. Sakin, güzel konuşan, öğrencilerin dersleri dışında da gelişmesini isteyen, planlayan, uygulayan biriydi. Hoşgörüsü kötüye kullanılmayacak kadar içtendi. Bir yanlışlık yapınca insan, durumunu kavrar, en ağır cezayı almışçasına utanırdı. Ama o utandırmazdı. Yaşamımın her döneminde sevgili müdürümün izini taşımışımdır.” Elbette hekimler ve hekimlik dünyası kitabın temel katmanını oluşturuyor. Hekimler arasında da kıskançlıklar, çekememezlikler, bencillikler olur mu? İnsanın olduğu her yerde vardır bu duygular. Bunlara da ayrıntılarına inmeden sezdirimsel düzlemde değiniyor Onaran. Ancak değinilerini, sözcüklerin ince sesiyle, yumuşatarak yapıyor. Kimi aksaklıklara, hekimliğin doğası ve ahlakıyla bağdaşmayan davranışlara eleştirel bir yaklaşımla bakarken bile söylemindeki o ince sesi korumasını biliyor. Ne zaman ki söz, hekimliğin ahlaksal değerlerini uygulamaya dönük eylemlere ağıyor, söylemindeki o ince sese bir de coşkunun tınısı katılıyor. Dediğim gibi, kitabını kurgulayışında Ë Emin ÖZDEMİR nıları yazmanın belirli bir dönemi var mıdır? Yazınsal türler üzerinde çalışanlar, kesin bir kural koymasalar da sorunun yanıtını yaşlılık döneminde arar. Bu dönemde kişinin yaşam ibresi geleceğe değil, geçmişe dönüktür. Öyle ki anlatım kiplerinin zamansal örüntüsünde bir değişme olur kendiliğinden; ister istemez kişinin dilinde geçmiş zamanlı söylem ağır basmaya başlar. Geleceğe dönük bir umusu, bir beklentisi kalmamıştır; artık Yahya Kemal Beyatlı’nın şu dizelerinde yansıtıldığı yaşam evresinin içindedir: “Kâmildir o insan ki yaşar hâtıralarla/ Bir başka kerem beklemez gelecekten/ Her an doludur gözleri cânan ve baharla/ Kâm aldı bilir kendini, ömründe, felekten.” Anıların bize sunduğu bu içsel yaşantıyla yetinmez de niye yazma gereksinimi duyarız? Çok yönlüdür sorunun yanıtı. Kimilerine göre yaşadıklarımızı, tanıklıklarımızı, gözlem ve deneyimlerimizi başkalarıyla paylaşmak isteriz. Toplumsal bir katkı, bir görev sayarız bunu. Kimileri içinse belleğimizde, yüreğimizde iz bırakmış olayların tortusundan arınma, onların baskısından kurtulma itkisiyle yaparız. Bir başka nedense yaşamımızda yer almış kişilerin belleğimizdeki seslerini duyumsama ya da o seslerin tınısında geride bıraktığımız yılları yazarak yaşama isteği. Bütün bunlara Cahit Sıtkı Tarancı’nın şu sorusunu yanıtlama yönsemesini de ekleyebiliriz: “Saat her çalışında tekrar eder/ Ne yaptın tarlanı, nerde hasadın/ Elin boş mu gireceksin geceye?” A HATIRLAMAK Dediğim gibi, kişinin anılarını yazıya döküşüne bir değil, birçok neden bulunabilir. Bu uzunca girişi, sözü bir anı kitabına, Leziz Onaran’ın Yaşamak Sorumluluktur adlı oylumlu yapıtına getirmek için yapıyorum. Kitaba adı, Gabriel Garcia Márquez’in Anlatmak İçin Yaşamak adlı yapıtına alınlık olarak koyduğu şu tümceyi anımsattı bana: “İnsanın yaşadığı değildir hayat, aslolan hatırladığı SAYFA 10 zamandizisel bir yöntem izlememiş; çağrışımlara dayalı bir yol seçmiş. Bunun için de Yaşamak Sorumluluktur dümdüz bir anı kitabı değil, açılan, birbiri üstüne katlanarak kapanan, bu yolla bütünlük oluşturan bir anılar yumağı. Bu yumağın içinde anlatılanlarsa insana, topluma adanmış bir yaşamın savaşımıdır. Anılarını yazanlar için en büyük tuzak, kendi benini öne çıkarmak, benbenci bir söylemin çekim alanı içine girmektir. Girerse, anlatılanlar inandırıcılığını yitirir büyük ölçüde. Yanlış anlaşılmasın, elbette anı yazarları kendilerinden söz edecek, anıların odağına kendilerini koyacaklardır. Bundan daha doğal bir şey olamaz. Başta da söyledim, anı yazarı, anlatımın hem öznesi hem nesnesi durumundadır. Ne ki bunu yaparken kendi beninin derinliklerine gömülmekten kaçınacak, kendini değil, çevresini öne çıkaracaktır. Anı türüyle özyaşam öyküsü arasındaki ayrım da burada başlar. İçtenlik, doğallık ve yalınlık anı dilinin belirleyici özellikleridir. Süsü püsü, boyayı kaldırmayan bir doğası vardır anısal söylemin. Leziz Onaran bu gerçeğin ayrımında. Söylemini Türkçenin toprağında üretiyor. Açık, aydınlık, saydam söz örgüsüne dayandırıyor anlatımını. Tümcesel düzlemde de açıklık, anlaşılırlık ilkesine bağlı kalıyor. Uzun, karmaşık, bileşik girişik yapılı tümceler kurmaktan kaçınıyor. Kitabının rahat okunurluğu da buradan geliyor büyük ölçüde; bir de söylediklerini eğip bükmeden, daha doğrusu örtmecesiz anlatışından: “ ...Asistanlığım sırasında Mustafa ile (Mustafa Şerif Onaran) nişanlandık. O günlere Askeri Tıbbiye’den sınıf arkadaşımız Abdullah (ona ‘bekçi’ derlerdi) hastalandığı için bizim kliniğe gelmişti. Nişanlanmamıza çok şaşırmıştı: ‘Leziz,yahu senin Mustafa’yla nişanlanmana çok şaşırdım. O alaycının, havainin biri!’ Bense ağırbaşlıymışım, akıllı usluymuşum! Yanıtımın ne olduğunu gerçekten anımsamıyorum.” Bu yalınlık duygusal anların anlatımında da yitirmez dozunu; yakınmacı bir tona bürünmez: “... Mustafa’nın kıta görevi biterken ben iç hastalıkları uzmanlığını aldım. O Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde genel cerrahi asistanlığına başladı. Ben asistan olarak klinikte kaldım. Benim başasistanlık sürem biterken o uzmanlığını aldı. Kayseri Askeri Hastanesi’nin cerrahi servisine uzman olarak atandı. Birlikte gitmem için eşimin hiç zorlaması olmadı. Hatta kalmamı kışkırttı. ‘Hafta sonları gider gelirim’ diyordu. Cerrah dediğiniz hafta sonları da hastalarını bırakamazdı. Ayrıca biz eşimle iyi arkadaştık. Hem ortak hem birbirimizi tamamlayan ayrı yanlarımız vardı. İki çocuğumu baba özlemiyle büyütmek istemiyordum. Ben ilkokuldan sonra evden yatılı okula gitmiş, sonra hep evimin konuğu olmuştum. İleride onlardan nasıl olsa ayrılacaktık. Şimdi birlikte olalımdı. Ankara’da kalmamı gözüm yemedi. Nesimi’nin: ‘Gel gel beru ki savm ü salatın kazası var/ Sensiz geçen zananı hayatın kazası yok’ (Gel beri, gel ki oruçla namaz sonradan ödenebilir. Ama sessiz geçen zaman süresi yerine konamaz) dizeleri anlamlıydı. Böylece Kayseri’ye birlikte gittik...” Yaşamak Sorumluluktur, her kesimden okura seslenen, insana, evine, topluma adanmış, yaşamayı sorumluluk olarak algılayan bir hekimin eylemlerine tanıklığın kitabıdır... ? Yaşamak Sorumluluktur/ Leziz Onaran/ Bilgi Yayınevi/ 535 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1041