22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Engin Toprak’ın çevirileriyle ‘Çağdaş Rus Öyküsü Antolojisi’ “Çeviri apayrı bir şey, bir üniversite” İkaros Yayınları’nca Çağdaş Rus Öyküsü adlı bir antoloji yayımlandı. Antoloji Rus edebiyatının Puşkin, Dostoyevski, Gogol, Tolstoy, Çehov, Nabakov gibi dünya yazınına kazandırdığı önemli isimlerin yanında ülkemizde daha az bilinen Natalya Tolstaya, Davlotov Davlotoviç ve Dina Rubina gibi yaşayan yazarların öykülerinden oluşuyor. Çevirmenliğini farklı edebi türlerde sürdüren Engin Toprak’la kitabı konuştuk. Engin Toprak (solda) ve Cenk Gündoğdu birlikte... Ë Cenk GÜNDOĞDU evgili Engin, öncelikle Rusya ve sonrasında edebiyatıyla nasıl ilişki kurdun? Rusçayla ve Rus edebiyatıyla 17 yaşımda üniversite için gittiğim Moskova’da tanıştım. Hemen hemen bütün Rus klasiklerini kendi ana dillerinde okudum. Hemen her hafta sonu bir tiyatroya veya konsere giderdik. Okuduklarım ve gördüklerim karşısında müthiş etkileniyordum. Moskova Radyosu Türkçe Servisi’nde işe başlamıştım. Orada bölüm şefi ve Nâzım’ın eski dostlarından Mihail Barisev’in yanında Vera Tulyakova ile tanıştım. Bu tanışma biraz da duygusal olarak beni çok etkilemişti. Çeviri yapma, öykü yazma fikri işte ilk o zamanlarda doğdu. Fakat edebiyatla ciddi anlamda tanışmam 2000 yılında Üç Nokta dergisinin kuruluşuyla birlikte oldu. “ÇEVİRİLERİM ÖNCEKİLERİN TEKRARI DEĞİL” Çevirirken nelere dikkat ettin? Örneğin bir yazarın öyküsünü nasıl ve neye göre seçiyorsun? Her şeyden önce, bir öyküyü Rusça okurken duyduğum heyecanı, sürükleyiciliği Türkçe çeviriye de olduğu gibi taşımaya çalıştım; istedim ki Türk okuyucusu, Rus okuyucusuyla aynı şeyleri hissetsin ve seçilen öyküler, dönemlerini ve yazarlarını en iyi yansıtan örnekler olmalıydı. Hazırladığın seçkiye dönersek, Çağdaş Rus Öyküsü Antolojisi’nde daha önce hiçbir yerde imzasına rastlamadığımız isimlerin yanı sıra, Rus edebiyatının her fırsatta ilk akla gelen yazarlarından Puşkin, Gogol de yer alıyor. Kitapta nasıl bir bağlam içinde yer verdin bu isimlere? Bu çalışmayı hazırlarken birinci amacım, Rus edebiyatının hayli geniş bir tarihi yelpazeye yayılan yazarların öykülerini okuyucuya bir arada sunabileceğim bir kitap hazırlamaktı. Türkçe’ye kazandırılmamış isimlere yer verirken Puşkin, Gogol, Çehov gibi okuyucunun yakından tanıdığı isimleri de es geçemezdim! Fa S kat burada üzerinde durulması gereken önemli bir nokta var: Benim çevirilerim kesinlikle daha öncekilerin bir tekrarı değil. Karşılaştırırsanız gerek dil gerekse anlam bakımından arada önemli farklar göreceksiniz. Neden kaynaklanıyor bu farklar? Mevcut Rusça çevirilerin büyük bir çoğunluğu ikinci dilden yapılan çevirilerdir. Orijinal metne hayli uzaklar. İlk çevirmenin işini iyi yapıp yapmadığından nasıl bu kadar emin olabiliyorlar! Fakat sayıca azımsanmayacak Rusça asıllarından yapılan çeviriler de var. Ama bunlarda bile, hatta en iyilerinde de, bariz çeviri hatalarını görmek mümkün. Bu, her iki toplumun gerek coğrafi ve gerekse tarih açısından çok yakın, fakat birbirlerine çok uzak oluşlarından kaynaklanıyor biraz da. Edebiyat çevirisi gibi önemli bir misyonu yüklenmek için sadece dil bilmek tek başına yeterli değil ki! O dili, kültürü, toplumu da benimsemek, hatta sevmek gerekir. Sevmek ve benimsemek de ‘hayranlıktan’ gelir. Takdir edersiniz ki bu topluma 1 asırdır Rus düşmanlığı pompalanıyor. Yani çevirmen, farklı kültürleri bünyesinde harmanlayabilmelidir. Bazen çok komik denecek yanlışlarla karşılaşıyorsunuz. Mesela Puşkin’in Maça Kızı’nı buna örnek gösterebiliriz. Öykünün başında şöyle bir konuşma geçer: “Ev sahibi: ‘Durumlar nasıl Surin?’ diye sordu. Her zamanki gibi yitirdim tabii. Şanssız bir günde olduğumu kabul etmeliyim. Bahsi hiç yükseltmediğim ve hiçbir zaman hırslanmadığım halde, yine de yitiriyorum işte... Üstelik hiçbir mantıksız davranışta da bulunmuyorum.” Bu benim çevirim. Daha önce yapılmış bir çevirideyse aynı bölüm şöyle geçiyor: “Ev sahibi: ‘Ne durumdasın Surin?’ diye sordu. Her zamanki gibi yitirdim tabii. Şanssız olduğumu kabul etmeliyim: Mirandol zekice oynuyor, hiçbir zaman hırslanmıyor, hiçbir mantıksız davranışta bulunmuyorum. Ama yine de yitiriyorum işte!” Burada sözü geçen “Mirandol” aslında bir oyun terimidir. İskambil oyunlarında oyuna ilk girerkenki konulan parayı yükseltmeden oyuna devam etmek anlamına gelir. Bu pek önemsiz bir ayrıntı gibi görülebilir belki, fakat ko nusu baştan sona kumar olan, kumar hırsı üzerine kurgulanmış bir öyküye “Mirandol” gibi gerçekte olmayan bir kumarcıyı, hem de oldukça önemli bir kumarcıyı kazandırarak, çevirmen, hiç de azımsanmayacak bir hata yapmış oluyor. Sadece antolojide yer verdiğim öykülerden yola çıkarsak bile bunun gibi örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür. Öyküleri bir araya getirirken dil, üslup, konu benzerliğini gözettin mi? Öyküler arasında bir üslup ve konu benzerliği var. Onları ortak kılan, toplumsal olaylara değinmeleri, farklı sınıf katmanları arasındaki çelişkiye ışık tutmaları. Çok zengin ve yaratıcı doğa betimlemeleri, çatışmalı kişilikler, trajikomik tipler bu öyküleri birbirine bağlayarak köprü işlevi gördüğü gibi, kitabın bütününe de bir sürükleyicilik ve akıcılık katıyor. Bu öykülerde toplumsal çözümlemeler, kişilik analizleri var. İşledikleri konular, görücüye çıkardıkları karakterler her ne kadar Rus toplumuna ait gibi görünseler de evrensel. Anton Çehov’un karakterlerini ele alın, her gün gördüğümüz, sokakta karşılaştığımız, yani aramızda yaşayan tipler. “ÖYKÜDE ÇEVİRMENİN UYMASI GEREKEN BELİRLİ KALIPLAR GEÇERLİ DEĞİL” Şiir çevirilerinde çok istenildiği halde çevril(e)meyenler, çevril(e)mezler var. Benzerlik öykü için de söz konusu mu? Çevirmeyi çok istediğin halde bir türlü çevrilemez, çevrilirse hep bir şey eksik olur dediklerin ve istediğin halde bu kitabın içinde yer alamayanlar oldu mu? Öykü için aynı şey pek söylenemez. Öyküde çevirmenin uyması gereken belirli kalıp, ölçü ve kurallar geçerli değil. Bu da çevirmenin elini büyük oranda rahatlatan bir durum. Bir öykü iyi çevrilirse ana dilde verdiği tat çeviriye de aynı şekilde yansıtılabilir. Buna rağmen düzyazıda da çevril(e)mezler var tabii. Buna en iyi örnek hiciv öyküleri. Bu tür öykülere başka dilde aynı anlamı yüklemek oldukça zor, hatta bazen mümkün değil. İlya İlfYevgeniy Petrov ikilisi gibi; İlf ve Petrov’un öykülerini çevirmek, fıkra çevirmeye benzer, kişileri ve mekânları da Türkçeleştirmediğiniz sürece öykünün ayakları havada kalır. Öykü de yazıyorsun ve çeşitli öykülerin de burada ve başka dillerde yayımlandı. Rus öyküsünün, edebiyatının ve yaptığın çeviriler, yazma serüvenine neler kattı? Azımsanmayacak bir katkısı var. O kültürü, dili tanımak beni çok ama çok geliştirdi; belirli kalıpların dışına çıkmamı sağladı. Farklı bir dilde düşünebilme yetisi, hayata farklı açılardan bakmayı öğretti bana ve bu, yazılarıma apayrı bir renk kattı diyebilirim. Çeviri ise apayrı bir şey, bir üniversite. Çevirirken yazmayı öğreniyorsunuz, yeni üsluplar keşfediyorsunuz, sadece okuyarak elde edemeyeceğiniz büyük deneyimler kazanıyorsunuz. Türk edebiyatı neredeyse cumhuriyetle gelişme gösterir; her ne kadar 1839 Tanzimat fermanının ardından farklı edebi türler yazınımıza dahil olsa da… Aynı yıllarda Rus edebiyatı dünya yazınının en etkili eserlerini veren yazarları ağırlıyordu. Dilimize bu eserlerin ulaşması da bir asrı buldu. Bu noktada bizim öykümüzün etkilenmesi anlaşılır bir durum. Oysa ki Rusya’daki çağdaşlaşma hareketleri ile Osmanlı’daki batılılaşma eğilimleri birbirine oldukça benzerlik gösterir. Rusya’da Çar’a karşı ilk ciddi ayaklanma ve yeni anayasa hazırlanma girişimi olan Dekabrist hareketi 1825’te patlak verdi. Tanzimat Fermanı ise 1839’da okundu. Dekabrist ayaklanması her ne kadar başarısızlığa uğrasa da tabandan gelen bir hareketti ve kendinden sonraki kuşakları her yönüyle etkiledi. Çünkü tarihte ilk kez, belirli bir kültüre sahip seçkinler sınıfı Çar’a, yani Rus otokrasisine karşı silaha sarılmıştı. Tanzimat Fermanı’ysa imparatorluk içindeki hoşnutsuzlukları gidermek ya da en aza indirmek için dönemin hükümeti tarafından bulunmuş bir ara formüldü. Yani bugünkü örneklerinde de olduğu gibi göstermelikti ve günü kurtarmaya yönelikti. Dolayısıyla, Avrupa’yı kasıp kavuran sanat akımlarının bize ancak birer asır sonra ulaşmasında pek de şaşılacak bir durum yoktur. Fakat etkilenme her zaman olacaktır; kültürler birbiriyle kaynaşmak, birbirini beslemek için vardır. Bazen bir kültürde çakan bir kıvılcım, başka bir kültürde ateşe dönüşebilir. Asıl ilginç olan da bu değil midir!.. Son olarak bundan sonraki projelerin hakkında kısaca bahseder misin.... Şu anda seninle birlikte Aleksandr Sergeyeviç Griboyedov’un ünlü Akıldan Bela’sı üzerinde çalışıyoruz. Dört perdelik şiirsel bir komedi. Çok önemli bir eser. Akıldan Bela, 1883’te Dağıstanlı Mehmed Murad tarafından Rusça orijinalinden çevrilen ilk eserdir. Bu açıdan Türkçeye kazandırılması oldukça önemli. ? Çağdaş Rus Öyküsü Antolojisi/ Yayıma hazırlayan ve çeviren: Engin Toprak/ İkaros Yayınları/ 360 s. SAYFA 13 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1041
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle