07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

D zan kimdir? Yaşadığı toplumun sorumluluğunu duyan biri mi, içinde bulunduğu zamanın ayrımında olmayan, kendi düşlerinde yaşayan bir başkası mı? Bir ozanın neyi bilip, neyi bilmediği yaşama koşulları içindeki durumuna bağlıdır. Şiirinin dokusunu oluşturması yaşadıklarına göre biçimlenecekse, zamanın içinden geçerken, kişiliğini ona göre geliştirmesi gerekecektir. Ozan içimizden biri, ama bir başkasıdır. Yaşamanın gizlerini kendince merak eder. Okuduklarıyla, yaşadıklarıyla bu anlamsız serüveni öğrenmeye çalışır. Uçsuz bucaksız evrenin içindeki varlığını düşürür. “Büyük Patlama”daki zamansızlıktan zamanın görece oluşuna doğru nice gizli gerçeği anlamaya çalışır. Alıştığımız gerçekte bile bilinmeyen bir yön vardır. Nasıl bir gerçeği aradığımızın ayrımına varmadan zaman geçer. Önemli olan gerçeğin ayrımına varmak mı, onu tanımlamak mı? eğinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN Bir ozan neler bilmeli? yiz? Bir sevi ilişkisi, yaşamanın anlamı olabilir mi? Cahit Külebi, kadında, ozandaki bu duyarlığı biçimlendiren bir güç görüyor. Belki de kadında oluşan doğal bir güçtür bu! Ama genelleme yapılabilir mi? SAVSÖZDEN UZAK Önemli olan o sevi duyarlığını yaşamaktır. O sevi duyarlığı insanı bozabilir, posa haline getirebilir. İnsanı yeniden oluşturabilir, bir “ozan duruşu” kazanmasına yarayabilir. Ne diyordu Cahit Sıtkı Tarancı? “Dayandım, aşk ile yürüttüm gemiyi.” Demek ki ozanın böyle bir duyarlıktan gelmesi gerekiyor. O sevme yeteneği insan sevgisine uzanan bir boyut kazanır. Toplum sorunlarına yönelen bir ozan duruşuyla bütünleşir. Artık “ozan duruşu” dediğimiz o davranış biçiminde bir “bilgeozan” kişiliği söz konusudur. Usulca da söylense, öfkelense de şiirin söze yansıyan bir sesi var. “Bir Ozan Neler Bilmeli?” derken, o sesi nasıl kullanacağını bilmeli, demek gerekir. Anlatı şiirinden örtülü şiire uzanan bir biçem özelliği içinde, ozan, aradığı sesi bulmaya çalışır. O sesin içimizde nasıl yankılanacağını merak eder. Yüksek sesle okunmaya elverişli bir şiirin, toplum sorunlarını irdelemeye çalışırken, savsöze düşme sakıncası vardır. Anlatı şiiri önce böyle bir açmazdan kurtulmaya çalışır. Jacques Rigaut’nun “Kesin de söylesem gene sormaktayım” sözü anlatı şiiri için de geçerli olmalı. Yavaşça söylenen bir şiirde iri sözlerin boşluğu yoktur. Belki de “İkinci Yeni Şiir”in kuramcısı Muzaffer İlhan Erdost, “Anlamsıza kadar özgür bir şiir” derken, şiiri savsözden kurtarmak özlemi içindeydi. “İKİNCİ YENİ” TARTIŞMASI SÜRÜYOR “İkinci Yeni” oluşumu elli yıllık bir geçmişin gerilerinde kaldığı halde tartışması sürüyor. Ali Yıldız, Muzaffer İlhan Erdost’la yaptığı uzun söyleşide, sözü “İkinci Yeni”ye getirerek tartışmaların günümüzde de sürdüğünü anımsatıyor (PATİKA, TemmuzEylül, 2009). Asım Bezirci “İkinci Yeni Olayı”, Attila İlhan “İkinci Yeni Savaşları”yla halk düşmanı, devrim düşmanı saydıkları bu yeni şiir oluşumunu eleştiriyorlardı. Oysa bu oluşumun kuramcısı Muzaffer İlhan Erdost solculuktan tutukluyken ateş altında tutulmaktadır. Kaldı ki “İkinci Yeni” ozanları geçmişten gelen ortak sesi, sözü, beğeniyi aşmak, kendi seslerini duyurmak istiyorlardı. “Doğal olarak bunu yaparken şiirin yapısında, dokusunda, dolayısıyla konusunda ve anlamında bir değişim, dönüşüm döneminden geçiyorlar” diyor Erdost. Sözünü şöyle sürdürüyordu: “Cemal Süreya’yı okudunuz. Turgut Uyar’ı, İlhan Berk’i, Ece Ayhan’ı, Edip Cansever’i okudunuz, okuyorsunuz. Kötü bi şey mi yapılmış, gerici, halktan uzak, devrimi savsaklamış bir şey mi yapılmış? Tartışma bir yıl bile sürememiş, kapanmış, herkes yolunda ilerliyor, şiirimiz zenginleşip daha bir güzelleşiyor, yeni tatlar, yeni estetik doyumlar kazanıyor.” Önceki şiirin yerleşmiş değer yargıları vardır. Yeni bir şiiri aynı yargılarla ölçmek yanlışına düşmemelidir. Orhan Duru’nun, “Pazar Postası”nda çıkan Ece Ayhan’ın bir şiiri üzerine “Bu şiir bana bir şey söylemiyor” demesi üzerine, “Bir Şey Söylemeyen Şiir” yazısıyla Muzaffer İlhan Erost bir “bildiri” sunar gibiydi. “Kırk Şiiri”yle gelen bir anlatı şiiri beğenisi vardı. Muzaffer İlhan Erdost şöyle düşünüyordu: “Büyük başarısını daha çok devrimci çıkıştan alan yeni dediğimiz şiirin kolay olan bir yanı, kolay olan bir söyleyişi vardır. Şimdi kolay şiirden ‘zor şiire doğru bir geçiş’ var.” Muzaffer İlhan Erdost’un “İkinci Yeni” yazısındaki kimi anahtar tümceleri şöyledir: “Kolay şiirden zor şiire geçiş”, “dize yapısı”, “şiiri düşünüş farklılığı”, “bu şiir bir önceki şiir beğenisiyle değerlendirilmemeli.” ERDOST’UN YARGILARI “İkinci Yeni” üzerine vardığı yargıları, Muzaffer İlhan Erdost, somut biçimde şöyle özetliyor: “‘İkinci Yeni’, değişen toplumun, değiştirdiği insanın, değişen şiiridir. ‘İkinci Yeni’ anlamsızlığı savunmadı. Anlamsızlığa kadar şiirin özgürlüğünü savundu. Ama anlamsızlığın da bir anlamı olduğunu vurgulayarak. “İkinci Yeni”, yazınsal ile sanatsal arasında, kolay şiirden zor şiire, şiir olan şiire bir geçiş, bir sıçrayıştı. “İkinci Yeni”, bir grup şairin bir araya gelerek ilkelerini, kurallarını belirlediği bir akım değildir. İkinci Yeni şairlerinin ortak özelliği, kendilerinden öncki şiiri değil, kendi şiirlerini yazan, dolayısıyla birbirlerinden farkı olan, kendilerinin olan şiirleri yazan şairlerin oluşturduğu bir şiir olması açısından bir akımdır.” Ama Cemal Süreya “İkinci Yeni” bir güvercin curnatasıdır” derken o oluşuma katılan nice yeteneksiz ozana da gülümseyerek bakıyor gibidir. Kendi şiir dilini oluşturmadan, kişiliğini geliştiren bir ozana öykünerek yazmak, o oluşumun önemini kuşkuya düşürmüyor mu? O küçük İskender genç ozanları birer Rimbaud gibi görürken sanalı anlatacak, sanalı nesneyle yorumlayabilecek bir dile, o dili oluşturacak bir kafa yapısına inanır: “Tanrı’yı tanımlamak için Tanrı’ya inanmak yetmiyor. Tanrı’nın insandaki gereğinin bilincine varmak şart” (RİMBAUD’YA AKIL NOTLARI, Deneme, Alkım Yayınevi, 2004). Yaşamaya alışırken Tanrı’dan karıncaya nice gerçeği, sevi ilişkilerinin dağınıklığında benimsemeye çalışırız. Ozanın işi, soyutu somutlaştırırken, somuta soyut bir derinlik kazandırırken gerçeği yorumlamaya çalışmaktır. KÜLEBİ’NİN GERÇEĞİ Ozanın işi birtakım gerçekleri öğrenmeye çalışmak mıdır, yaşama deneyiminden kazandığı birikimle, o gerçekleri kişiliğinin bir özelliği haline getirmek mi? Cahit Külebi’nin bir şiirinden yola çıkarak bu gerçeğin gizlerine varmaya çalışalım. Bir ozan şiir yöntemini kurarken neler anlatacağını bilmek ister. Artık o, halk ozanları gibi doğayla içlidışlı değildir. Gene de, taş yığınına dönüşen kentlerde bir kır çiçeğine özlem duyabilir. Kimi zaman sevecendir doğa, kimi zaman acımasız. Anadolu toprağını yurt edinmişiz. Bir doğa parçasını yurt edinmek kolay mı? Bir zamanlar orada yaşayanlarla bütünleşmek gerekir. Halkını içinden tanıyan ozan çok şey öğrenir. Cahit Külebi boşuna söylememiş: “İlk ustam oldu benim halk Belleğimde akıp giden ırmak...” (BÜTÜN ŞİİRLERİ, Şiir Yöntemim, Bilgi Yayınevi, 2008). Doğaya insan eli değince bir başka doğa oluşmaya başlar. insan eli doğaya yeni bir biçim kazandırabilir. İnsan eli doğayı yozlaştırabilir. Bu değişim şiire de yansır. Cahit Külebi diyor ki: “Taşları düzleyen rüzgâr gibi Doğayla yontuldu dizelerim.” “Bir Ozan Neler Bilmeli?” derken şiire yansıyan en önemli duyarlığın sevi ilişkisi olduğunu anımsayalım. Ama sevmek de bir yetenek işidir. Belki o yeteneği de aşan bir derin duyarlıktır. O duyarlık nasıl oluşur? Cahit Külebi, ozanı yönlendiren kadının gücüne inanıyor: “Üçüncü ustamdı kadınlar. Tekdüze yaşantıya.” Aramızda görünmez engeller vardır. Belki bir bakış, bir gülümseyiş, anlamı belirsiz birkaç söz o engeli yıkabilir. Kadınlar o engeli kaldırmanın ustası olsa da, üstünlüğü ozana bırakabilir. Tekdüze bir yaşamanın anlamsızlığı içinde mi Soldan sağa: Ece Ayhan, Cahit Sıtkı Tarancı, Muzaffer İlhan Erdost, küçük İskender. Soldan sağa: Cahit Külebi, Edip Cansever, Cemal Süreya, Turgut Uyar (Fotoğraflar: Ara Güler). DOLAYLI ANLATIM “Bir ozan neler bilmeli?” derken asıl üzerinde durulması gereken sorun, kendine özgü bir şiir dili oluşturmaktır. O şiir dili biçem anlayışını da içerir. Çalkantılı bir toplumda yaşayan ozan, sevi yalnızlığına düşse de oradan toplumcu duyarlığa uzanan yola koyulmayı bilir. Yeter ki aradığı şiir dilini bulsun. Şiir sözcüklerle yazılır ama, sözcükler arasındaki olanakları bilmeden, yeni söz değerleri oluşturmadan, alıştığımız sözcüklerle alışmadığımız imgeler kurmadan sözcüklerin gücünü anlayamayız. Alışmadığımız imgeler bile kullanıldıkça eskir. Giderek şiir dili, değişen bir toplumu, o toplumdaki bilinmeyen insanın ruh yeteneğini anlatamaz olur. Şiir dilinin gücünü bilmeden, toplumsal gerçekçiliğe aykırı düştüğü için İkinci Yeni’yi suçlayanlara, Muzaffer İlhan Erdost’un bir açıklaması var: “‘Sosyal Gerçekçilik’ne demek, niçin ve hangi anlamda kullanıldı, hiç ilgilenmedim. Sanat, kendi gerçeğini yaratır. Nasıl ki insan doğaya dilsiz doğmuşsa, dilini kendisi türettiyse, şiiri, öyküsü, romanı, resmi, müziği de kendisi üretti. Ama bunlar tek tek, yani topluma yalıtık bireyler tarafından değil, toplumsallaşmış bireyler tarafından üretildi.” “Bireyler toplumsal değişme yasalarının bilgisine ve bilincine vararak, kendi özgür iradeleriyle toplumu daha üretken, daha özgür bir geleceğe taşıyabilirler” (EDEBİYAT VE ELEŞTİRİ, İkinci Yeni Üzerine Söyleşi, Mayıs 2008). Toplusal gerçeği doğrudan anlatmak yerine, dolaylı anlatımla, belki bir sevi ilişkisini ayrıntısında göstermek isteyen ozanı yadırgamamak gerekir. Belki ev içi dağınıklığından bakar o gerçeğe. Belki de, yaşamayı kendini iyileştirme süreci olarak gören bir anlayıştan yola çıkararak gerçeği yorumlayan bir bilgeozanı anlamakta zorlanacağız. Yeter ki yeni bir şiir dili oluştursun, alışılmış bir şiirin tekdüzeliğinden kendini kurtararak bize görmeyi öğretSoldan sağa: Asım Bezirci, İlhan Berk (Fotoğraflar: İsa Çelik). sin. ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1022 SAYFA 22
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle