06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Beni İran’da en çok şaşırtan unsurlardan biri sınırdaş olduğumuz İranlıların bizden bu kadar uzak olmasıydı. Aslında bu iki ülke birbirini hiç tanımıyordu. Bizler hep Batıya açılma telaşındayken doğumuzda modern bir ülke ve derin bir kültür olduğunun farkında olmaksızın İranlıları tanımıyor onları Arap sanıyorduk. Bir İranlıyla evleneceğimi söylediğimde Arapça öğrenip öğrenmediğimi soran üniversite mezunu,çaydın geçinen insanlar bilirim. Diğer yandan İranlılar Azeri Türkler de dahil olmak üzere bizi askerlikten başka bir iş bilmeyen, daha batıda ama parasal ve kültürel anlamda daha fakir bir millet olarak değerlendiriyorlardı. Nasrettin Hoca’dan Fuzuli’ye kadar bizim bildiğimiz birçok tarihi kişiye onlar sahip çıkıyorlardı. Kitapta da okuyacağınız gibi; en eski sınırlara sahip olduğumuz iki kardeş ülkeyiz ama derin ayrılıklar ve farklılıkları olan ayrı yumurta ikizleri gibiyiz. Türk gelinin hayatının en güzel dönemi olması gereken ilk evlilik yılları, bir kendiyle buluşma, kimliğine sahip çıkma ve kimliğini savunma sürecine dönüşüyor. Türk gelin, yeni ülkesinde Türk kimliğinin küçümsendiğini hemen fark ediyor ve savunmaya geçiyor. Şimdi yıllar sonra, İran’da Türk kimliğinin bu şekilde algılanmasını nasıl yorumluyorsun? Halen telefonla da olsa görüştüğüm İranlılardan ve Ahmet’in anlattıklarından öğrendiğime göre günümüzde birkaç kanal Türk televizyonunun yayınları, Türkiye’de ucuz tatil olanakları ve özellikle son yıllarda hükumetlerimiz arasındaki sıcak ilişkiler bize bakış açılarını olumlu anlamda değiştirmiş; İranlıların Avrupalı ve Amerikalıları bile beğenmeyen ünlü üstün ırk gururunu az da olsa kırmış. Öte yandan, kitapta da söz ettiğim, İran hükumetinin İslami devrimi ihraç etme projeleri amacına ulaşmış olmalı ki, Türkiye’de de artık Humeyni’yi Atatürk’ten çok sevenler var. Oysa İranlı genç bir kadın İran’da ulusal televizyon yayınında “Atatürk’ü Humeyni’den çok seviyorum” diyebilme cesaretini ancak ölümü göze alarak gösterebilir. Bu örnek bile özgürlük anlayışımızı ve Atatürk’ün özgürlüğe verdiği değeri fazlasıyla vurguluyor bence. İran’dan döndükten sonra canımı en çok yakan iki olaydan biri, bu genç Türk kadınının talihsiz açıklamasıydı. Diğer olay ise yıllar önce Turgut Özal başbakanken Türkiye’yi ziyarete gelen İran başbakanının Anıtkabir’ i ziyaret etmeme isteğinin protokol kuralları çiğnenerek olumlu karşılanmasıdır. Acaba İran’ı ziyaret eden Türk heyetlerinde hükümet üyelerinden geçtim gazeteci kadının bile İran’a adım attığı andan itibaren birkaç dakikalığına bile başını örtmemesi mümkün müdür? Bu kadar ciddi boyutta ödün veren tavırlarımızdan sonra, İran’ın bizi nasıl algıladığının yorumunu okurlara bırakıyorum. “KIZIM OLSAYDI ASLA” Ve biz, kadının özgürlük arayışına tanık oluyoruz. Türk gelin için İran’daki varlığı, evliliği bir özgürlük sorununa dönüşüyor. Tek düşüncesi bu ülkeden kaçmak oluyor. Meltemciğim, sen, İran’dan sonra uzun yıllar Avrupa kentlerinde ve Afrika’da da yaşadın. Dünyanın başka yerlerinde de kadınlar tanıdın. Bugün durduğun noktada kadın sorunu ve kadının özgürlüğü konusunu nasıl değerlendiriyorsun? Dünyanın neresi olursa ol ¥ sun; kadın ve özgürlük kavramı ne zaman yan yana gelebiliyor? Yaşadıklarımdan haberdar olan herkes bana “Kızım Olmadan Asla” romanıyla benzerliğini olup olmadığını soruyor. Amerikalı bir gelin İran’a hangi zaman diliminde giderse gitsin yaşayacağı kültür farklılıkları elbette olacaktır. Oysa ben bir Türk gelin olarak dil, din ve kültürü birbirine bu kadar yakın, sınırdaş bir ülkede aramızdaki dağlar kadar farkı fark ederek irkildim, sarsıldım. Bu anlamda Amerikalı gelinle benzerliğimiz o “kızım olmadan asla” derken benim “kızım olsaydı asla” dememdir. Kadın veya birey olarak özgürlük, aldığımız nefes, soluduğumuz hava kadar gerekli ve doğaldır. Tıpkı hava gibi, nefes gibi eksildikçe ve kaybettikçe yokluğunun farkına varıyoruz. Boğuluyoruz. Şans eseri üç kıtanın kadınlarını tanıma fırsatım oldu. Kadınların sorunu sadece dinsel kısıtlamalar ve yaptırımlar da değil. Örneğin; yüzde 97’si Müslüman olan Senegal’de kadınlar tesettüre girmedikleri gibi oldukça özgür yaşıyor hatta evlenmeden çocuk sahibi bile olabiliyorlar. Onları daha çok kabile gelenekleri kısıtlıyor ama bunu yaşam biçimi olarak bellediklerinden haklarının farkında bile değiller. Öte yandan kendime sormadan edemiyorum: Güçlü bir ataerkil toplumda şeriatla yönetilen Suudi kadın, Senegalli kadın gibi, özgürlüğü hiç kazanmadığı ve kaybetmediği için mi kadın haklarının farkında değil acaba? Avrupalı kadın ise modern anlamda özgürlük sorununu halletmiş görünse bile; aile içi şiddete maruz kalan hatta meslek seçiminde ayrımcılığa uğrayan kadının sayısı azımsanamayacak kadar çok. Yine de Avrupalı kadınlar göreceli olarak, dünyanın en özgür kadınları. Kısaca özgürlüğümüzü kaybetmeden önce sahip çıkmak en doğrusu. Her coğrafya da rastlanabilen kadın sorunlarını umutla kadına saygılı erkekler yetiştirerek çözebiliriz. Bence, anaların ve kadınların özgürlüğünün yok olduğu an, o ülkenin esaretinin başlandığı andır. İran’ı içerden tanıyan biri olarak bu ülkedeki son gelişmeler hakkında ne düşündün? Kitabında geçen o cümledeki gibi: Üstünden rüzgâr geçen bir buğday tarlası gibi; İran, önce tevekkülle boyun eğip sonra tekrar başını kaldıracak mı? Benim bildiğim İranlılar sokağa çıkarsa istediğini almadan, yönetimi değiştirmeden evine dönmez. Persepolis başta olmak üzere birçok İran öyküsünde gördüğümüz gibi yeraltında ve gizlice yaşanabilen özgürlüğün bir şekilde artezyen kuyuları gibi yeryüzüne fışkıracağına inanıyorum. Kendi benzetmeleri olan buğday başakları gibi fırtınanın geçmesini sabırla bekliyorlar. Sabır İran’ın karakter ögelerinden en önemlisidir. Hapşırana bile çok yaşa yerine “Sabır!” derler. Bu kadar sabır bize çok gelebilir ama gördüğünüz gibi İran’da da otuz yıl sonra özgürlük umutları tomurcuklanmaya başladı. Bu coğrafyada zengin ve özgür bir ülke süper güçleri korkutsa da, İran halkının arzuladığı özgürlüğe kavuşmasını diliyorum. Özgürlük için çırpınırken göğsünden kurşunlanan İranlı genç kız Nida ile aylardır nereye götürüldüklerini bilmedikleri kızlarını, evlatlarını korkuyla ve dualarla bekleyen anneler için bunu yürekten diliyorum. ? Şu Dağın Ardı İran/ Meltem Vural/ Cumhuriyet Kitapları/ 160 s. SAYFA 17 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1022
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle