06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Şebnem İşigüzel’den Resmigeçit... ‘Bu bir isyanın romanı’ Şebnem İşigüzel’in ilk kitabı, “Hanene Ay Doğacak” 1993 yılında yayımlandı ve Yunus Nadi Ödülü’ne değer bulundu. Ardından sırasıyla şu kitapları yayımlandı: ‘Öykümü Kim Anlatacak’, ‘Eski Dostum Kertenkele’, ‘Sarmaşık’, ‘Çöplük’, ‘Resmigeçit’. İşigüzel’le yapıtlarını konuştuk. Ë Ertekin AKPINAR öplük romanınız Almanca’ya çevrildi. Birkaç ay önce Almanya’daydınız. Kitabınızla ilgili olarak orada nasıl tepkiler aldınız? Alman okuyucuların kitabınıza göstermiş olduğu ilgiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Ben çevrilmek için geç kalmış bir yazarım. Ancak şanslıyım çok iyi ve büyük bir yayınevinden, en güzel romanımla, mükemmel bir çeviriyle çıktım. Bana gelene kadar herkes çevrilmişti yani herkes gösterisini yapmıştı. Dolayısıyla bu gecikme şansa dönüştü. Almanya’da büyük övgüyle karşılandı Çöplük. Onları şaşırttım. Ağustos ayında İtalyanca’da yayımlanan Sarmaşık’da da aynı şey başıma geldi. Romanlarım yabancı dillerde sevildi. Almanya köklü edebiyat geleneği bakımından önemli ama en fazla Çöplük’ün kurgusu, yapısı ve anlatımı ilgi çekti. Bu sonbaharın en başarılı romanı olduğu söylendi. En çok hoşuma giden ‘Çöplüğün Kraliçesi’ yakıştırması oldu. Çöplük romanınızdan uzunca bir süre sonra Resmigeçit’i yayımladınız. Sürenin bu kadar uzun olmasından bu romanın yazım sürecinin sizi hem biçim hem de içerik olarak oldukça zorladığını düşünüyorum. Siz bu konuda neler söylemek istersiniz? Çöplük ile Resmigeçit arasında dört yıl var. Resmigeçit’in epey hacimli bir roman olduğunu göz önünde bulundurursak makul bir süre. Son yüzyılı anlatıyorum. Romanı yazmak her zaman ki gibi mutluluk ve huzur verici bir süreçti. Bu romanla yaşamak, çalışmak güzeldi. Asıl sorun romanın yayımlanma aşamasında ortaya çıktı. Romanı bitirdiğim gün emuhtıra verilmişti. Yani, paşalar tavanarasında toplanmaya devam ediyorlardı! Ayrıca Çöplük’ten sonra bir daha yazamayacağımı düşündüm. Bu çok ciddi ve büyük bir korkuydu, beni de epey sarstı. Resmigeçit’te ise sanki kurgu anlayışınızı bir parça geri çekerek, olay örgüsünü onun önüne çıkarmışsınız. Bu durumun kendisi anlattığınız konuyu gerçeklik duygusuna yakınlaştırma olgusuyla açıklayabilir miyiz? Ne dersiniz? İlk defa kurguya ihtiyaç duymadım. Ancak dediğiniz gibi kendi içinde bir olay örgüsü var. Adamlar tarihi yazmış. Ben onu hikâye ettim. İlk defa kabaca neler olacağını bildiğim bir şey vardı elimde. Ülkenin birinde önce darbe olur, sonra çok partili sisteme geçilir gibi gibi... Bu kadar çirkin ve talihsiz bir tarihi anlatmak gibi bir sıkıntım oldu. Güzel anlatmak, okutmak, donatmak... Bugüne kadar yapılmamış bir şeyi yaptım. Çok farklı bir politik roman yazdım. Farkı, siyasi kahramanlar üzerinden farklı bir dille tarihi hikaye etmesiydi. Sarmaşık’ta Salim Abidin, Ali Ferah, Nadya, Oleg, Çöplük’te, Leyla, Kama, Resmigeçit’te Möyö Kevork, Şehmuz gibi sert ama kırlıma noktaları ve zaafları oldukça fazlaca olan kahramanları romanınızın ekseninizde tutuyorsunuz. Zaafları olan kahramanlara karşı yazar olarak bir zafiyetiniz olduğunu söyleyebilir miyiz? Sakat doğanlara, talihsizlere, hep mutsuz olanlara, şanssızlara özel bir ilgim var. Zaafları olan kahramanlara gelince... Hayatta o kadar büyük savrulmalar yaşıyorlar ki sanıyorlar ki zaafları onları avutacak, kurtaracak. Ama öyle olmuyor işte. Sanırım içimde gizliden gizliye onlar gibi olmak korkusu var. Eğer büyük bir güç gösterip kendimi yazmaya ve romanlarıma adamasaydım zor bir hayatım olabilirdi. Yazdıklarıma karşı inancım olmasaydı yine zorlanırdım. Şarmaşık romanınız üzerine yaptığımız bir konuşmamızda, “Bir romanın gücü, inancı sürprizlerdir. Okuyucuyu peşime taktım, önce inandırdım. Sonra neredeyse bir cümlelik mazeretle fazla dil dökmeden onu vazgeçirip başka bir şeye inandırdım” demiştiniz. Bu cümlenizi baz alarak şunu sormak istiyorum; Resmigeçit romanınızda okuyucunuzu neye inandırmak istiyorsunuz? Yaşadığını sandığı tarihin yalan olduğuna çünkü kolay kolay hazmedilemeyecek bir geçmiş var ortada. Ama yedik ve bitti. Karnımız ağrımadı. Okuyucunun, aynı zamanda Türk toplumunun ergenlikte takılıp kaldığını düşünüyorum. Çok saf, çok çocuk. Her söylenene inanan, gösterilene kanan. Bu çocuğu büyütmenin yolunu bulmak lazım. Daha da önemlisi gösterilmek istenmeyen tarihi acı bir ilaç gibi yudum yudum içirmek lazım. Bugüne kadar yazdığınız hikâye ve romanlarınızda belirgin bir şekilde ‘oyun’ duygusu varken bu romanda o duygudan vazgeçmişsiniz. Bu duygudan vazgeçme nedenlerinizden bahseder misiniz? Bu defa sadece anlatmak istedim. Göstermek istedim. Oyunları anlatıdaki sürprizlerin içine gizledim. Keje’yi yeniden ortaya çıkarmam, Mösyö Kevork’a evini aratırken olanlar, Bülent Paye’nin, Banu Ballı’nın siyaset dünyasına sızmaları. Bu kadar çok kahramanı bir arada tutmak başlı başına bir oyun aslında. Resmigeçit’deki geçiş töreninin aksamaması, uygun adım yürünmesi en büyük oyun. Romanın sonunda Möysö Kevork’un benim imzam sayılabilecek bir şeyi yapması, söylemesi oyunculuğumdan vazgeçmediğimi ama başka bir hüner gösterdiğimi ortaya koyuyor belki de. “UNUTMAYA İTİRAZIM VAR” Roman özelinde ilk defa sizin resmi ve gayri resmi tarihle bir hesaplaşmaya giriştiğinizi düşünüyorum. Bunun nedenlerini Ç “RESMİGEÇİT’TE ŞEFKAT GÖSTERECEĞİM ÇOK AZ KAHRAMAN VAR” Resmigeçit romanınızı ‘gayri resmi ya da resmi tarih’in gösterisi gibi okumayı bir kenara bırakırsak, bu kitabınızı diğer kitaplarınızdan özellikle romanlarınızdanfarklı kılan özellikler size göre neler? Uzun ve büyük bir hikâye anlattım. Kocaman bir orduyu uygun adım yürüttüm. Başını, sonunu bildiğim bir tarihi yazdım. Şefkat göstereceğim çok az kahramanım vardı. Her zamankinden daha fazla kılıktan kılığa girmek zorunda kaldım. İlk defa okuyucumun koluna girip onunla usul usul yürüdüm. Bu zamanın masalını anlattım. Hiciv, ironi, mizah, şaka, alay, yergi bunları ana malzemem yaptım. Coşkulu bir hikaye anlatıcısıyım. Bu duyguyu sonuna kadar kökledim. SAYFA 20 ve sonuçlarını düşündüğünüzde sonuç olarak ne söylemek istersiniz? Bıçak kemiğe dayandı artık. Demokratikleşse güllük gülistanlık olacak yolda, bataklıkta yürüyormuşcasına bata çıka yürüyen bu ülkede aslında hepimiz hastalandık. Her şeye sirayet eden bir hastalık kol geziyor sanki. İnsan ilişkilerinden, medyaya, edebiyata, şehirciliğe, sosyal hayata, her şeye... Bu kırılıp dökülmenin anlatılması gerektiğini düşündüm. Bu ülke ne zaman mutlu olacak? Olan biteni doğru algıladığı zaman olabilir mi acaba? Söz gelimi, “Darbe yapanlar pis bir iş yapmışlardır ve cezalandırılmaları gerekir” Bir toplum bunu böyle algılamıyorsa, o ülkede kötüler her zaman iktidarda kalır. En temelde böyle bir şeye itirazım var. Bu roman bu itirazın, bu isyanın romanı. “Tarih içinde tarih olabilecek kadar uzun” yaşamları olan karakterlerin özel hatlarına kadar inmek bir romancı için şüphesiz büyük bir başarı. Merak ettiğim şey şu; bütün bu karakterleri yazarken ne gibi okumalar yaptınız? Hepsini yıllarca ağzı açık izlediğimi fark ettim. 1980 öncesi, ben küçücük bir çocukken gittiğim komşu evlerdeki lider portrelerini hatırladım. Demirelcilerin evi, Ecevitçilerin evi, ah onlar Türkeşci... Yıllar yılı merakımdan çöp sayabileceğim pek çok şey okuduğumu fark ettim. Şükür sonunda işe yaradılar. Faşistler anılarını yazınca vatansever oluyorlar, birileri hak, hukuk, adalet, eşitlik, ötekiler, dediğinde vatan haini. İnsanlık suçu işleyenlerin adlarının verildiği caddelerde, meydanlarda yaşamak bile bu romanı yazmak için başlı başına ilham verici bir şey. Bir düşünürümüz, “Türkiye’deki siyasi darbelerin toplumun zihnini betonlaştırdığını” söylemişti. Resmigeçit romanınızı okurken sık sık bu cümleyi hatırladım. Tabii bir de 67 Eylül olayları, Maraş ve Sivas katliamları gibi kirli tarihsel süreçler yaşadık. Sizin romanınızı resmi tarihe bir itiraz, bir cevap hakkı, kullanmak isteği olarak düşünüyorum. Bu konu da neler söylemek istersiniz? Evet. Kötülerin yazdığı, iyilerin katlandığı kirli tarihe itirazım var! Unutmaya, yok saymaya itirazım var. Bütün dünyanın kabul ettiği, bizim görmediğimiz utançlarla koyun koyuna yaşamaya itirazım var. Ülkenin kirli tarihinin bütün tanıklarının konuşması, konuşturulması gerektiğini düşünüyorum. Ben Resmigeçit’de anlattığım düşle hakikat arasındaki ülkede bunu yaptım. Vicdanı olanın böyle anlatacağı bir tarih yazdım. Diyarbakır Cezaevi’nde cehennemi yaşayanların, Ermenilerin, Kürtlerin, bu ülkede anlatılamayacak tarihini yazdım. ? Resmi Geçit/ Şebnem İşigüzel/ Doğan Kitap/ 634 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1022
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle