22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kitaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Bir tutam ilk roman, kardelen gibi... eçen hafta Eylül Eraslan’ın Küllerim Savrulurken Geçmişe… (Marka, 2006), Behçet Çelik’in Dünyanın Uğultusu (Kanat, 2009) adlı ilk romanları üzerinde durmuş, Saba Kırer’in Jako (Everest, 2008) ile Şakir Doğan’ın Yaratıcım ve Ben (Kora, 2006) başlıklı ilk romanlarını bu haftanın “Kitaplar Adası”na bırakmıştım… Katıldığım 8. İzmir Öykü Günleri’nde öylesine kitap bombardımanına uğradım ki elim kolum kitapla döndüm İstanbul’a. İki de ilk roman vardı bunlar arasında: Sevim Korkmaz Dinç’ten Karanlık Bir Geceydi/ 12 Eylül 1980 (İlya, 2008), Mehmet Akçınar’dan Türbanlı (İlya, 2008). G Bu bile alanda üretilen erkenin boyutunu gösterebiliyor. Gerçekten her yıl azımsanmayacak sayıda ilk roman, ilk öykü, hatta ilk oyun, deneme, eleştiri kitaplarıyla yazınımıza katılıyor her yaştan, cinsten pek çok insan… Konuya özgülenmiş araştırmaya, incelemeye dayanmış olmasam da ilk romanların insanların ille de söylemek istediklerinin bileşkesi halinde önümüze geldiğini söylemek olanaklı görünüyor bana… Roman buna özü bağlamında kucak açabiliyor çünkü, hatta ötesinde çanak tutuyor da denebilir, insanı kışkırtıp iç dökmeye iten yanıyla… Ötekiler örneğin öykü, oyun, deneme, eleştiri gibi yazınsal türler daha kuşkucu tutum sergiliyor. Türlerin iç yapılarının dayattığı ilkeler, incelikli yaklaşılmasını gerektiren kimi güçlükler şiirle roman söz konusu edildiğinde göz ardı edilmeye daha mı yatkın duruyor, yoksa insanlar bu türlere karşı daha mı iştahlı? Bu iş kolaymış ya da bu türlerde kitap yayımlayabilmek için birikim gerekmezmiş, kişiler bu konuda özgürmüş gibi… Sonuçta ilk şiir kitaplarıyla romanların ortaya çıkışında, görece daha özgür tutum izlendiği söylenebilir herhalde… O zaman ilk romanların ister istemez olgusal temelde yükseldikleri ya da kişisel iç dökme tutumundan pay aldıkları biçiminde bir görüş geliştirilebilir. YAŞANTI AKTARAN ROMANLAR... Sevim Korkmaz Dinç’in Karanlık Bir Geceydi/ 12 Eylül 1980, Mehmet Akçınar’ın Türbanlı adlı romanları, adlarından da anlaşılabileceği üzere olgusal temelde yapılanmış kitaplar… Oysa hangi türde verimlenmiş olursa olsun, kitapların, zorunluluk bağları çerçevesinde kendi türünü gereksineceği ustan çıkarılmamalı. Diyelim roman yayımladınız, bunun, söz konusu tür dışında başka bir temelde yapılandırılıp verimlenemeyeceği öngörülülebilmeli işin daha başında. Diyeceğim yayımlanan roman, bu türün dışında bir başka türle yapılandırılamamalı hiçbir zaman! Oysa andığım her iki roman da olgusal aktarımlarıyla dikkati çeken kitaplar. Bu durum o denli açık ki, romanların adları da bunu imliyor zaten. Zeynep, Neslihan, Leyla üç kadın, Mehmet’in silahlı korumasında “yazılama”ya çıkmışlardır, 11 Eylül’ü 12’sine bağlayan gece yarısı… Böylece gece yarısı başlayıp bu kahramanlarla süren roman evreni, yirmi dört saatlik bir kesitini anlatıyor denebilir karanlık sürecin. Bu çerçevede alçakgönüllü bir 12 SAYFA 26 Eylül romanı gibi bir niteleme de getirilebilir la kurduğu bağa bakarak roman sanatımız Karanlık Bir Geceydi/ 12 Eylül 1980 için. açısından bu kitapların kendilerine yer açabiKorkmaz Dinç’in bu romanda kadınerkek leceği düşünülmemeli derim kendi payıma. ilişkilenişi bağlamında, toplumcu savaşım Çünkü sanatın gereksinirliğine bağlı olarak içinde bile kadın varlığın yaşadığı güçlükler soyutlayıma, dönüştürüme yer verilmemiş, doğrultusunda, söz konusu buna dayalı kurgulamaya gibu çatışmaya taraf oladilmemiş roman evreniyle, bu rak konumlanevren içinde yaratılmış karakdığı gözleniyor. terleriyle gerçektenlik duyguGerek siyasal, su yaymayan hiçbir roman, gerekse toproman sanatı içinde kalıcı yer lumsal yönde edinemeyecektir kendine… getirdiği eleştirilerle belki bir SOYUTLAYIMCI ölçüde değer ROMANLAR... kazandığı düşüÖteki iki roman, Saba Kınülebilir romarer’in Jako’su ile Şakir Donın. Ancak büğan’ın Yaratıcım ve Ben’i en tün bunları bir gazeteci de başta soyutlayımıyla dikkati yazabilirdi diye düşünmekçeken yapıtlar. ten alamıyorsunuz kendinizi. Her iki roman da aşka özÇünkü kurgu doğrultusunda gülenmiş yanlarıyla, daha çok bir soyutlayım, dönüştürüm da buna yer ayırma biçimleolmayınca gerçektenlik duy Sevim Korkmaz Dinç riyle öne çıkıyor. Ancak aşk, gusu da kendiliğinden yitip bir romanın gereksinebileceği yok oluyor… tüm öğeleri kuşanan yanıyla, Sevim Korkmaz Dinç’in yani “hikâye etme” bağlamınKaranlık Bir Geceydi/ 12 dan olabildiğince kurtarılıp roEylül 1980’de anlattıkları yaman için ağırlık yapabilecek şanmış gerçeklikleri aktarıbu tür yüklerden arındırılarak yor olabilir; ama roman bunyalnızca izlek ların, yani yaşantısal gereçanlamında rolerle olgusal oluntuların anlaman evrenleritıldığı, gündelik ya da kullanne buyur edimalık iletişim diliyle yapılanlen birer yazındırılan bir yazın sanatı olarak sal gerçeklik alınmamalı! Yaşamsal gerolarak alınıyor çekleri anlattığı için değil, andığım robunları yeniden kurup yerli manlarda… Bu yerine oturtarak kendisine nedenle royazınsal gerçekliklerle örülü manlar soyutlaevren yarattığı zaman roman yımdaki başaMehmet Akçınar olmayı başarabilir bir kitap. rıyla kendini gösteriyor ilk Çünkü yaşamın gerçekliği ağızda. ile yazının gerKırer, Jako adını verdiği çekliği örtüşkahramanını, roman kişisinin meyebilir. olduğu kadar, ona yönelen Gündelik yakadının bakışıyla da yapılandışam içinde birıyor, yapbozdaki gibi parçarebir gerçeklilarla onu bütünlemeye çalışığe karşılık geyor. Böylelikle roman evreni lebilecek heriçinde okurun Jako’yu çeşitli hangi olay, royanlarıyla tanımasını sağlıyor. man evreninde Jako, hem farklı zamanlarda yazınsal bir dehem de coğrafyalarda yaşağer taşımayabimış ya da yaşayabilen, yaşalir. Söz konusu gerçekliğin yabilecek biri olarak aşkın büroman evreni içinde yerli yetün zamanlardaki değişkeleririne oturması gerekir yalnızni imliyor bu yanıyla. ca, gündelik yaşamın gerAşk dediğimiz şey, her ne Şakir Doğan çekliğine inat. ise, kahramanlar yani âşıklar Mehmet Akçınar’ın Türaracılığıyla anlam kazanacağıbanlı adlı romanı da bu yönna göre, her çağda, her de örneklenebilir. Nitekim uzamda farklı karakterleriyle, bu roman da Karanlık Bir aşkın bir değişkeler bütünü Geceydi/ 12 Eylül 1980 gibi olarak alınması kaçınılmaz hayer yer, tarihsel, güncel bilgi le gelmeyecek midir o zaaktarımlarıyla sıkıştırılmış man? çizgisellik üzerinde seyrediNitekim anyor ne yazık ki. Böyle olunca latıcı, Jako’nun roman evrenleri, bu evren aşk çağrısıyla içinde gezinen kahramanlar, başlayan, daha gerçektenlik duygusu yayadoğru söyleyişmıyor bir türlü. Gerçekten le aşk kurgusu de yaşamda olup bitenlerin içinde yer alan romana aktarılabilmesi için bir aşk için, roman gerçekliğine dönüşötesinde bunu türülmesi gerekiyor ilkönce. yazmak amaBöylesi romanların toplum cıyla işe koyulkatlarındaki yayılımına, okur Saba Kırer muş biri konu munda. Bu çerçevede aşkla, tartışmayla savrulan bir aşk arayışı ya da aşk çağrısı da denebilir Jako için… Şakir Doğan da Yaratıcım ve Ben’de her ne kadar yaratı sorunsalı üzerinde odaklanıyormuş gibi görünüyorsa da aslında bir aşk romanının evrenine buyur ediyor okurunu. Bir yandan Türkiye’den Almanya’ya, yeniden Türkiye’ye geliş gidişler çizgisi üzerinde sarmal kurguya dayalı iç çelişkilerle süren bir aşk serüvenini izliyoruz soluk soluğa, öte yandan bütün bunların üst kurmaca bağlamında bir yazarın anlatısının gereçlerine dönüştüğünü gözlüyoruz, yaratı sorunsalı eşliğinde. Ne ki yaratı konusunun “sorunsal” olarak ele alınabildiğini söylemek çok güç bana göre. Bu sorunsala belki üstünkörü bir giriş yaptığı düşünülebilir yazarın, acemi bir filozof gibi, o kadar. Ancak bu durum, yani yaratı sorunsalıyla ilişkileniş, Doğan’ın romanına, çok da uçurucu bir hafiflik katıyor. Roman kahramanı (yazar), kendisini yaratısının kahramanı olarak somutlarken Doğan, geçmişte kalan bir aşkın, bu aşkın taraflarından Nil’in, yani annenin aşkına, sonuçta aşk konusuna yer açıyor kahreden, derin bir şeriatçı karabasanla birlikte. Yazar, Nil’in günlüğünden yararlanırken bunu tüm romana yayılan bir ortam (atmosfer) oluşturmakta, sonra özellikle roman evreninin gereksineceği işlevsel kimi ayrıntıları yerleştirmekte büyük başarı gösteriyor. Bu yanıyla Yaratıcım ve Ben, soyutlayımıyla, doygun dönüştürümüyle göz dolduruyor. Başarılı bir ilk roman bana göre Şakir Doğan’ın yapıtı. Öte yandan yinelemeye de rastlanmıyor kitapta, Kırer’in romanı için de dile getirilebilir bu. Ne ki Saba Kırer, soyutlayımın, dönüştürümün üzerine bir adım daha atıyor, uyumsuz bir roman evreniyle, bunun gerektirdiği uyumsuz bir anlatımın kapısına varıp dayanıyor… UYUMSUZ ROMANLAR... Soyutlayım, anlatıda dönüştürüm yapabilmek için zorunlu kuşkusuz… Ama zaman zaman yazarlar, doğal ki öteki alanların sanatçıları dönüştürümü “uyumsuzluk” boyutuna taşıyabiliyor… “Uyumsuz” deyişiyle anlamsızı, gerçeküstünü, saçmayı, hiçi, aykırıyı, anlatım sapmalarını, büyüyü vb. anlatım kümesini, bu alanlardan herhangi birini kastediyor değilim, ama belki de bunların tümünü bu kavram içinde almanın daha doğru olacağını düşünüyorum. Bu açıdan Jako için “uyumsuz” nitelemesi getirilebilirmiş gibi geliyor bana. Çünkü Saba Kırer, roman evrenini kırık zamanlar, kaygan uzamlarla örüntüleyip belirsiz bir yaratı alanına çıkarırken bizi, kırık aynalar karşısına yerleştirdiği roman kahramanlarını her an değişime uğratarak bunların anlamlandırılma yönünde okuru kışkırtıyor. Sonra anlatımını da bu yönde yapılandırıyor yazar. Kırık tümce yapısı, geçmeli, zincirlemeli, akmalı anlatı düzlemi, böylece romanın özce de biçemce de örtüştüğünü gösteriyor aynı zamanda. Bir romanın, yapı olarak böyle bir biçemi gereksinip gereksinmediğine yazarı karar verebilir ancak. Ne var ki bunun sorgulanabileceği de göz ardı edilmemeli… Saba Kırer, zorunluluk sonucu mu bu uğrağa gelmiştir, yoksa “ilginçlik” adına mı bu yönde yapılandırmıştır romanını? Bu çerçevede Jako’nun, dramatik dolantısını ele vermeyen bir yapı yansıttığı, sıralı bir anlam dizgesinden uzak durduğu söylenebilir. Ancak bizi hep aynı okumalara taşıyan kitaplar kadar sıra dışı okumalara da gönül indirmemiz gerekmiyor mu? Sözgelimi Şakir Doğan’ın Yaratıcım ve Ben adlı romanını savrulan bir uçuruculukla okurken Saba Kırer’in Jako’su size zorlayıcı gelecekse, buna da hazırlamasınız kendinizi… Bir roman okunurken, eğer anlatılanlar bir altlık gerektirmiyorsa, zorluk da taşımıyor demektir… Kaldı ki bu durum, romanın değeriyle de ilintilendirilemez. Bir roman, okuma eylemi olarak nece açılım getirirse getirsin bu yanıyla herhangi değere yol açmaz hiçbir zaman… Ama merak ediyorum kendi payıma; başarılı bu ilk romanlar üzerinde neden durulmuyor dersiniz? Nereye dek sürecek kendi ezberlerimiz üzerinden bu gidiş gelişlerimiz? Her iki yazarın yeni romanlarını da merakla bekleyeceğim, adlarını anamadığım ötekilerle birlikte…? CUMHURİYET KİTAP SAYI 993
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle