Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Doğan Akhanlı’yla ‘Babasız Günler’ ‘Türkiye’nin havasını solusam daha iyi yazarım’ Doğan Akhanlı, beşinci romanı Babasız Günler’le yeniden okurla buluştu. Polaris adındaki bir Almanla, Almanya’da sürgün Mehmet Nazım’ın yaşadığı aşk üzerinden ilerleyen roman, bugünden geçmişe uzanıyor ve hem Mehmet Nazım’ın yaşamındaki hem de Türkiye tarihindeki kırılmaları, bu kırılmaların neden olduğu “boşluk”ları anlatıyor. Kendi de Almanya’da “sürgün” olan Akhanlı’yla, romanını, dünü, bugünü ve “sürgünde olmayı” konuştuk... Profesör için de geçerlidir. O da oğluyla yaşadığı kırılmaya yıllar sonra başka bir bakış açısıyla yaklaşmış, asıl meselenin oğluna duyduğu sevgi olduğunu, kapandığı matematik dünyasının kavramlarıyla çözmüştür. Doğrudan kendisiyle ilgili olmayan bir olayın “mağduru” olan Polaris ise, aşkını kesintiye uğratan “sırrı” çözerek, “hafızasından söküp attığına inandığı” Mehmet Nazım’la yeniden, başka bir düzlemde ilişki kurmanın yolunu arayacaktır. EZİCİ BOŞLUK Romanınızda olduğu gibi, baba oğul ilişkisindeki “kırılmalar” nasıl bir boşluk yaratıyorsa, ülkelerin tarihindeki “kırılmalar” da benzer bir boşluk yaratıyor değil mi? Kapanması/aşılması zor, ezici bir boşluk... Daha önce yayımlanan Kayıp Denizler üçlüsü ve Madonna’nın Son Hayali, hem Türkiye tarihindeki hem de evrensel tarihimizdeki kırılmaları, adına “geçmiş” dediğimiz olgunun günümüzü ve geleceğimizi nasıl etkilediğini konu ediyor. Bize miras kalmış “suç” ve “kırılmaların” şimdiki hayatımızı nasıl çıkmaza soktuğunu görmezden geliyoruz. Hem kişisel hem de toplumsal düzeyde “suç” ve “kırılmalarla” yüzleşmediğimizde, “suçlar” başka biçimlere bürünerek hayatımızı cehenneme çeviriyor. En azından işkencelere maruz kalmış, yakınlarını siyasi çatışmalarda yitirmiş, hukuk dışı yollarla asılmış, infaz edilmiş, yerlerinden yurtlarından atılmış, sürgün yollarında katledilmiş, çöllerde ölüme terk edilmiş insanlarımızla ilgili “yas tutma ve hatırlama” yeteneği gösterebilsek, “inkâr“, “yalan”, “unutma” temelinde öğrenilen geçmişi değiştirebilir, işkenceyi tümden istisnaya dönüştürebilir, Ermeni, Yahudi ve Rum cemaatlerinin sürekli küçülmesi ve tedirgin bir yaşama mahkum edilmelerinin önüne geçebilir, Kürtlerle barışı sağlayabiliriz. Romanın “andını” tarihi olayları/dönemleri sıralarsak, liste oldukça uzun... Birinci, İkinci Dünya Savaşı, Cumhuriyetin genç yılları, 80 öncesi ve sonrası, Kanlı 1 Mayıs, 12 Eylül, hatta Bedreddin’in idamı ve diğerleri... 130 sayfa için hayli yoğun bir “hatırlatma bombardımanı”, değil mi? Bu biraz romanın kahramanlarının neden olduğu bir anımsatma. Profesör, Birinci Dünya Savaşı yıllarında doğuyor. Avrupa’nın kana ve çamura bulandığı İkinci Dünya Savaşı yıllarında ise Avrupa ve Amerika’da. Oğlu 70’li yılların kaosunun içine düşmüş bir öğrenci ve 12 Eylül Darbesi’nin sonrasının sürgünü. Polaris ise, “bugünümüz”. Dolayısıyla, yüzyıllık bir zaman dilimi söz konusu. Yine de sözünü ettiğiniz olaylar ve facialar romanda kahramanları doğrudan etkiledikleri ölçüde anımsatılıyor ama işlenmiyor. Bir de alıntıladığınız cümleler ya da adını andığınız yazarlar (hatta müzisyenler, matematikçiler) var ki, onların listesi sanırım daha uzun... James Joyce, Böll, Paul Auster, Shakespeare, Marquez, sonra Nâzım Hikmet, Orhan Pamuk... Bu isimler “nasıl bir kaygıyla” romanınıza konuk oldu? EDEBİYATÇI BİR KADIN Vefa duygusunun yansıması da denebilir. Kahramanımız Polaris, edebiyatçı bir kadın. Aşkını anımsarken, Ë Aslı ULUŞAHİN duygularını ifade ederken, sevdiği yazarların romanlarının içinden bize sesomanınız yarım kalan aşlenmesi normal. Adını sıraladığınız yakın izinden yürüse de zarlar, matematikçiler ve müzisyenler, merkezde Profesör ve hikâyeye uygun düştükleri ölçüde hikâMehmet Nazım arasındayede yer aldılar. Kaldı ki ben de adı geki baba oğul ilişkisi var. Sanırım geççen roman yazarlarını çok önemsiyomişle hesabımızı bitirmeden, bugünü rum. Örneğin Marquez, halen en sevinşa etmek mümkün olmuyor, ne dersidiğim yazardır. “Yüzyıllık Yalnızlık” niz? çıkmaza girdiğimde, bana yol gösteren Mehmet Nazım’ın, onca yumuşaklıbir kılavuz gibidir. Böll, unutulmuş bir ğına, suçtan arınmışlığına, sevebilme yazar olmasına rağmen, Almanya’nın, yeteneğine, örneğin, kendisini telefonİkinci Dünya Savaşı’ndan da arayan Polaris’in sesinden, sonraki en önemli yazarlarınportresini çizebilme duyarlılıdan biridir ve Kölnlüdür. Orğına rağmen, “ilişki kuramahan Pamuk ile Heinrich Böll, ma”, bir ilişkiyi sonuna kadar kardeş şehirler olan İstanbul götürememe sorunu var. ve Köln arasında köprü olMehmet Nazım’ın temel çıkmakla kalmaz, aynı zamanda, mazı, onu babasız günlere sühâkim olan görüşlere karşı turükleyen kırılma. Bu kırıltumlarıyla da benzerlikler mayla yaşamaya çalışırken, gösterirler. Heinrich Böll de aşklarının da kırılması, kesinNobel Edebiyat Ödülü’nü altiye uğraması kaçınılmaz. Dodıktan sonra, özellikle Bild layısıyla, romandaki Editör, Gazetesi’nin saldırısına uğraRen Nehrinin Taştığı Gece mıştı. İstanbul’u dünya şehri başlığını değiştirirken, haklıyapan Orhan Pamuk’un başıdır. Çünkü asıl mesele Babana gelenleri ise hepimiz bilisız Günler’dir. yoruz. Bu noktadan bakınca, Ba Son yıllarda, gerek edebibasız Günler için, bir hesapyatta, gerek sinemada, ama laşmanın romanıdır, diyebilir özellikle edebiyatta, geçmişle miyiz? 80 dönemiyle örneğin yüz Kişisel bir hesaplaşma ve leşme ya da yüzleşmeye çalışdiğer romanlarımdaki gibi olma, çok “popüler”! Bunu namasa da, geçmişle yüzleşme sıl yorumluyorsunuz? romanıdır. Tabii ki gerçek an Benim o dönemi doğrulamda bir değiştirmeden dedan konu edinen “yüzleşme” ğil, onu doğru algılamadan kitaplarım, 1998 ve 99’da yasöz ediyorum. Örneğin Mehyınlanan Denizi Beklerken ve met Nazım, mutlak bir babaGelincik Tarlası adlı kitaplasızlığa mahkum olduğunda, rımdır. İlki mağduriyet ve safhayatının merkezine “oğluna lığı, ikincisi, mağdurların fail en iyi baba olma” görevini oluşları ve çürümelerini ele koyarken, doğru bir adım atalır. Bu kitaplar, ne dönemin mıştır ve gelecekteki aşklarıaktörleri, ne sol ne de edebinın sürekliliğinin buna bağlı Doğan Akhanlı’nın, daha önce yayımlanan Kayıp Denizler üçlüsü ve Madonna’nın Son Hayali, hem Türkiye tarihindeki hem de ¥ olduğunu sezmiştir. Aynı şey evrensel tarihimizdeki kırılmaları, adına “geçmiş” dediğimiz olgunun günümüzü ve geleceğimizi nasıl etkilediğini konu ediyor. yat çevrelerinde yankı R SAYFA 18 CUMHURİYET KİTAP SAYI 993