Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Buket Uzuner’le ‘Yolda’ üzerine ‘Çok ender ve müthiş ilginç yedi yolcu...’ Buket Uzuner gene ‘yolda’! Aslında kendini bildi bileli hayatını yollarda geçiriyor, sonra ilham perisini de yanına alıp kitaplarını Türkiye’de, Türkçe kaleme alıyor. Yeni kitabı Yolda da Uzuner’in Marakeş’ten Helsinki’ye, Honolulu’dan Madrid’e, Hiroşima’dan Berlin’e ve Montreal’e dek uzanan bir coğrafyada, tamamı yollarda geçen hikâyelerden oluşuyor. Hikâyelere bu kez yoldan toplanan eşyalar ve yoldan yemekler eşlik ediyor. Uzuner’le yolculukları ve yol kültürü üzerine söyleştik. Ë Erdem ÖZTOP ayın Uzuner, yeni kitabınızla beni maziye götürdünüz; Yolda’yla, Bir Siyah Saçlı Kadının Gezi Notları’na kadar gittim, baktım ki aradan tam yirmi yıl geçmiş! Yolda olma halinde o zamandan bugüne ne gibi değişiklikler, evrimler gerçekleşti; gezgin kadının saçının siyahtan kızıla dönmüş olmasından başka örneğin? Romain Gary’nin (Emile Ajar) Balık İzlerinin Sesi romanıma epigram olan sözlerinden biri: “Yaşlılıkta hatırlananlar, gençlikte unutulanlardır.” Bu cümle beni çok gençken etkilemişti, daha yirmili yaşlarında bile unutmak/hatırlamak, yaşamak/biriktirmek, gitmek/kalmak, anlamak/bilmek, farkındalık/yüzeysellik gibi meseleleri olan birinin yolculuğuna devam ediyorum işte. Belki de aradan geçen zaman içinde saç renginden daha önemlisi: ‘çok gezen’in anlamaya başladığını öğrendiğimi söylersem sorunu yanıtlamış olabilirim Erdem. Anlamaksa, hayatın alfabesi, anlamayı bilmeden bilgi milgi boş bence… Saçın rengine gelince, bir ara yeşil de olmuştu, yine değişebilir! Ruhunuzun kötü hallerle savaşımında yatışması için iki silahınız var: Yazmak ve seyahat etmek; yeni kitap Yolda da buradan doğdu. Peki, bu iki edim, romancılığınıza nasıl etki ediyor, kurgu dünyanızı? Dünyadaki kötü haller öyle çoğaldı ki… Haliyle kurgu dünyanız da sertleşiyor mu? Bence bir kurgu yazarının işini en olumsuz etkileyen eylem, düzenli ve hedefe yönelik yazmaktır. Köşe yazarlığı örneğin. Parasız kaldığımda yaptığım ama asla altı aydan fazla yapılmaması gereken bir yazı işidir köşe yazarlığı. Tabi reklam yazarlığı da öyle. Önceden hedefi ve düzeni belirli yazılar edebiyatçının ruhunu boğuyor ve onu yok ediyor. Zaten bu işleri uzun sürdüren bazı edebiyatçı arkadaşlarımızı da kaybettik. Yani Erdem, demem o ki; dünyadaki kötü haller yazarın şevkini kırmaz, kırmamalıdır, çünkü edebiyatçı entelektüel vicdan ve ahlak sahibi biriyse asıl böyle durumlarda yazmaya verir kendini. Hem zaten kötü zamanlarda daha çok gereksiniriz yazarlarımıza. Ama eğer artık kaçacak yer kalmayacak kadar ‘küresel pislik’ içindeyiz, demek istediysen, haklısın. Geçen kış, Berlusconi’nin yeniden İtalya başbakanı seçildiğini duyan bir İtalyan yazar arkadaşımın daha fazla yolsuzluk ve ayrımcılık politikalarına taSAYFA 4 S hammül edemediği için ülkesini terk etmeye karar verdiği sırada yanındaydım. ‘Gidecek temiz yer yok!’ diye dertlendiğimizi hiç unutmam: Çünkü benzer ahlaki değerlere ve siyasete sahip Merkel’in Almanya’sı, Sarkozy’nin Fransa’sı, Erdoğan’ın Türkiye’si, Bush’un Amerikası vardı… Ama unutmayalım ki, Obama bir umut olarak seçildi ve İspanya’nın kadın ve gençlere, eşcinsel ve aydınlara saygılı olağanüstü bir Zapatero’su var. Yani sorunun yanıtı, evet kaygılarımın arttığı, yazı dilimin daha ekşidiği zamanlar oluyor, baksana dünyanın çivisi çıktı: ensestler, çocuk yaşta kızların evlilikleri, yolsuzluk, ahlaksızlık, her alanda korsanlık arttı, bu elbette yazarın da dilini vuruyor. Ancak, hayır umudumu kaybetmedim, belki umutsuzluk yaşlılıkla yaşıt bir ruh durumudur? YAZMAK VE HUZUR Toparlarsak, huzursuz ruhun dünyası gezmektir diyebiliriz, değil mi? Ah Erdem keşke toparlamak o kadar kolay olsaydı, ne iyi olurdu (gülüşmeler)! Hayır, sen de iyi bilirsin ki; bir edebiyatçıyla hiçbir şey toparlanamaz, aksine ayrıntılara dalınır, oralarda dolaşılır, yani biz seninle saatlerce bu konularda söyleşebiliriz. Ancak tersinden şöyle bir şey söylemek bana olası geliyor: Yazar, şair, sanatçı ve gezginlerin büyük çoğunluğu huzursuz ruhlu olarak doğan çocuklar arasından çıkıyor. Bunun psikolojik açılımı ve nedenlerini o meslek erbabına soracaksın artık (gülüşmeler). Öyle ki, şimdi burada benim biraz da kibarca ‘huzursuz ruhlu’ diye tanımladığım bu insanlar belki de ruhsal defolarına bir ilaç/şifa olsun diye birer yetenekle doğuyorlar? Bunu kullanıp kullanmamak tamamen onlara kalmış ama örneğin yazmak benim ruhumdaki yanıklara merhem etkisi yapıyor. Yazdıkça huzursuzluğum iyileşiyor. Seyahate gelince, yazmak kadar iyileştirici ama seyahatin yazmaktan bir önemli farkı, özgürlük duygusu vermesidir, diyebilirim… Kitaptaki son hikâyede Buket Uzuner, yolculukla yazmak arasındaki farkın özgürlük de geçiyor; Katalan yazar duygusu olduğunu söylüyor. Llorenç Villalonga’nın romanı Mayorka’da Bir Yaz’da, “Edebiyatçının yollardaki hisleri ve algıları gezgin ve turistlerinkinden pek farklıdır.” Sizce de böyle mi? Nedir bu farklar? Olmaz mı? Cemal Süreya, birçok büyük şair ve yazar gibi o zaman genç yazar adaylarına ışık olacak sözler söylemekte pek ustaydı. Demişti ki; “Bir edebiyatçı ne yazarsa edebiyat olur.” Bu sözün anlamını ancak insan kendi edebiyatçı olunca anlayabiliyor. Şimdi örneğin Yolda hikâyelerinden Marakeş Treni’nde beraber seyahat ettiğim gazeteci arkadaşım Gila Benmayor, aynı yolculuğu vaktiyle Hürriyet’teki kendi köşesinde anlatmıştı. Hemen her şey aynı, aynı yol, aynı tren, aynı Fas, ama ikimizin anlatımı çok farklı. O bir gazeteci keskinliği ve gözlemciliğiyle anlatmış aynı yolculuğu. Ben istesem de onun kadar yalın ve özlü yazamam, çünkü ben anlatırım. Yani benden bir ekonomi gazete yazarı olamaz artık! Turistlere gelince, o bambaşka bir şey! Gittikleri ülke veya şehirlerin (bu kendi ülke içindeki şehir de olabilir) kültürel farklılıklarını merak etmeyen, onları anlamaya çalışmayan, kendi alışkanlık ve yemekleriyle gezen, yalnızca satın almaya odaklı türden turistleri tüketim canavarı olarak görüyorum. Ancak ileri yaşlarına karşın turlarla dünyayı tanımaya çalışanlara büyük sempatim var. Turistin gezginden en büyük farkı, biliyorsun, her hareketi önceden planlanmış bir seyahat içinde olmasıdır. Turistin bileti mutlaka gidişdönüştür! Kitabınızın adını duyunca herkes gibi ben de aklıma Jack Kerouac’ın Yolda’sını getirdim. Ama kitabı okuyunca, Yolda’nın Marquez’in On İki Gezici Öykü’sünden ilham alınarak yazıldığını anladım… Kerouac’ın Yolda’sı için dış literatürde, alıntıladığınız üzere, “yetişkin olmanın kitabı” diye tanımlanır. Buket Uzuner’in Yolda’sı herhangi bir misyon üstlenir mi ya da böyle bir misyon almak ister mi? Misyon yüklenmek büyük bir kavram, ağır bir şey. Önce ben Kerouac’u edebiyatçı olarak görmediğimi söylemek isterim. Sosyolojik olarak önemli bir kitap yazmıştır, bunu asla yadsıyamam tabii… Ama edebiyat başka bir şey. Ancak benim başıma şöyle bir şey geldi: Siyah saçlı Bir Kadının Gezi Notları adlı ilk gezi kitabımı yazdığımda benim bildiğim kadarıyla ‘interrail’ denen 26 yaşın altındaki gençlere özel bir aylık ucuz tren biletiyle Avrupa’yı trenle dolaşan ve bu yolculuğu yazmış başka bir edebiyatçı kızımız veya oğlumuz (!) yoktu. İlk hikâyelerim o sırada Varlık, Türk Dili, Yarın, Dönemeç, Sesimiz gibi zamanın ciddi dergilerine kabul edildiği için kendimi edebiyatçı saymaya başlamıştım tabii (gülüşmeler). Bu kitaptan sonra sayısı az da olsa ‘interrail’ seyahatine çıkan gençler bana sırt çantalarında benim kitabımla yolculuk ettiklerini yazdılar. Küçük de olsa belki bir ‘haydi Türk gençleri yola çıkın!’ misyonu üstlenmiş olabilir mi? Keşke, keşke olsa! Belki Yolda da benzer bir ateş yakar, İnşallah yakar! YOL VE AİDİYET Sürekli yolda oldunuz. Kimi kez yolda durup, bulunduğunuz yerde yaşadınız! Aidiyet kavramına hiç mi yakın olmadınız? Olmaz mı hiç! Sanırım sevildiğini ve önemsendiğini bilerek güven içinde büyüyen çocukların kendi iç dengeleri ve özgüvenleri yüksek oluyor. Ben bir memur çocuğuyum, saraylarda büyümedim ama ev içinde kardeşimle bana değer verilir, sözümüz ciddiye alınırdı, kitaplara ve kültüre verilen değer, mal ¥ ve mülkten daha fazlaydı. Bütün CUMHURİYET KİTAP SAYI 992