22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

‘Sanat ve Siyaset’ üzerine Kültür çağında sanat ve siyaset denklemi Sanat ve Siyaset, son dönemde kültür yönetimi ve politikalarının nasıl şekillendirildiğini, sanatın avangardist macerasında politik bir hamle olarak nasıl evrildiğini, Benjamin’den Foster’e, Ranciere’den Said’e pek çok entelektüelin bu süreci nasıl analiz ettiğini anlamak isteyen okur adına bulunmaz bir fırsat. Sanatın, giderek hayatın her alanını ele geçiren küresel bir istilaya karşı hâlâ bir direnç noktası oluşturduğuna inananların mutlaka okuması gerekli bir kitap. Ë Rıfat ŞAHİNER ğı “Sanat ve Siyaset: Sanatın Siyaseti ve Siyasetin Sanatı” adlı sunuş yazısında Lev Kreft, modernliğin sanatsiyaset ilişkisine dair üç model belirlemiş: Ulus İnşası, Özerklik ve Avangard. Kreft, ulusdevlet’in, siyasi iktidarın merkezileşmiş ve egemen biçimde örgütlenmesi saptamasından hareketle, bu yapının kendini diğerlerinden ayrıksı bir biçimde konumlandırması için kimi taktikler güttüğünü ileri sürüyor. Böylece kişi gibi davranan bir sistemden söz etmek mümkün hale geliyor. Bu saptamaya göre; ulusdevlette, devlet maske, ulus ise bedendir. Sistemin işleyişi, tiyatro oyununun etkisini başarılı biçimde yaratmasına, ulusu, ulusdevlet olarak gösterebilmesine bağlıdır. (s.21) Bu bağlamda her zaman verili bir şey olan sanatın da, siyasetle ilişkilendirilmesi için sınırlama, farklılaştırma ve seçme gibi genel süreçlere tabi tutulması gerekir. Fransa’nın ulusdevlet inşasıyla kültürel ve sanatsal modernliğin paradigmatik örneği olmasını, sömürgeci İngiltere’nin durumuyla kıyaslayan Kreft, sanat ve siyasetteki bu ilginç rekabetin, sanat ve kapitalist modernlik arasında farklı ilişkiler kurulmasına yol açtığını savlamakta. Akademi aracılığıyla denetlenebilir ve yönetilebilir hale gelen sanatın, devletin evrensel, elit ve medeni bir beğeni ve bilgi oluşturma yöntemi haline geldiğini belirten yazar, ulus inşasında sanatın bir biçimde kullanıldığını, ulus inşasının ilk modern siyasi sanat rejimi olduğunu ve bunun hâlâ geçerliliğini koruduğunu ileri sürüyor. (s.31) Lev Kreft, ikinci bir kategori olarak sanatın özerkliği meselesine odaklanıyor. 19. yüzyılda sanatın bağımsızlığına dayanan siyasî bir sanat programı olarak doğan sanatın özerkliği anlayışının, ilk bakışta, sanat ile siyaset arasında hiçbir ortak zemin olamayacağını savunur gibi göründüğünü belirten yazar, bu anlayış belirli bir sanat politikasını, dolayısıyla belirli bir estetik iktidar rejimini temsil ettiğini ifade ediyor. Öyle ki bu yönelim, sanat ile siyaset arasındaki üçüncü model olan avangarda kadar uzanan sonuçları oluşturuyor: “Sanatın özerkliği bir yandan sanat kurumlarının ve sanat dünyalarının kendine ait kurallar ve yasalarla Sanat Kurumu altında bütünleştiği bir sistem haline geldi, bir yandan da sanatın en etkili tinsel devrim aracı olduğu düşüncesine dönüştü. Her iki durumda da sanat insanlığın tarihsel ilerlemesindeki özel misyonundan ötürü özerktir; ne bilimin ne de siyasetin araçlarıyla yerine getirilemeyecek bir misyondur bu.”(s.36) Lev Kreft’in sanatsiyaset ekseninde irdelediği üçüncü model ise Avangard modeldir. Tarihsel zamanın, geçmiş, şimdiki ve gelecek olarak bölümlenmesiyle, insanlığı geleceğe sürükleyen bir menzil olarak önerilen avangard, bugünde geleceğin ufkunu barındıran bir kavram olarak da ele alınabilir. Sanatın özerkliğini, hayattan kopukluğunu, modernizmi ve ona özgü estetizmi reddeden avangard, hayatı içinden ele geçirmek ister ve modernist tarihselleştirmeyi teşhir eder. Hayatı devrimci bir biçimde ele geçirmeye çalışan avangard, sanata atfedilen kurumsal ayrıcalıklığı, ülküselleştirilmiş gelişim mantığını tersyüz eder. Böylece sanat siyasetin yedeğinden bir biçimde sıyrılır, hayatı ele geçirdiği ve sistemdeki arızi durumları görünür kıldığı için siyasileşir. Ne ki bu siyasi tutumun, Bürger’in belirttiği gibi ille de komünist ya da proleter yanlısı olması gerekmez. Lev Kreft, avangard modeli tartışırken sanatın siyasetle olan bu yoğun iç içeliğine ilave olarak, siyasi bir unsur olarak totaliter rejimlerce kullanılmasına da dikkat çekiyor: “Nazizm, komünizm, faşizmin amaçlarına götürecek en uygun ve en önemli siyasî araçlardan birinin sanat olduğu fikrinden hareketle, ya da insanları bu amaçlara çoktan ulaşıldığına inandırmak için, kendilerine özgü siyasi sanat modelleri yaratmış (Nazi sanatı, sosyalist realizm) ve toplumun bütününe bunları dayatarak sanattaki bütün diğer akım ve yaklaşımları tasfiye etmişlerdir. Kimliğe ve bağımsızlığa önem veren diğer siyasî hareketler de (sömürgelikten kurtulmuş yeni devletlerde ulus inşası, 1960’ların yeni sol hareketleri, feminist hareketler), sanatın dolaysız bir siyasi araç olma rolünü pekiştirir. Sonuçta 20. yüzyıl, sanatın siyaset olarak anlaşıldığı bir yüzyıl olur.” (s.38) Postmodernizm, pek çok şeyin yanı sıra, ister sanatsal avangard bağlamında olsun, ister totaliter ya da başka siyasi hareket ve rejimler bağlamında, sanatın bu dolaysız siyasi konumunun da sonunu ilan etmiştir. Örneğin Arthur Danto, “sanatın sonu”ndan söz ederken, siyasî sanat ideolojilerinin ve tarihsel ilerlemeciliğin sanat ideolojilerinin sonunu kastetmektedir. Postmodernizmin “her şey mübah” [anything goes] sloganının içerimleLev Kreft rinden biri de görelilikti veya sanatın öneminin, amacının, değerinin belirsizliğiydi. Gerçekte karşı çıkacağı bir değer sistemi olmayan, tek kutuplu bir dünyanın ve küresel şebekelerin eşitleyici sıradanlığında bir aşırılaşma kültüründen söz ediliyor bir süredir. Bu süreç sanatsal üslupların ve tüketilmiş biçimlerin de yeniden hortladığı bir yığılma halini niteliyor. Tam da bu noktada, Lev Kreft’in oldukça önemli bir saptamasına yer vermekte yarar var: “Günümüzde küreselleşme süreci ve modernlik kurumlarının zayıflaması göz önüne alındığında, süregelen dünya sisteminin de yeni hegemonik evrensellik biçimleri olmadan kendini idame ettiremeyeceği ortadadır. Bunları inşa ¥ etme mücadelesinde de sanat bir CUMHURİYET KİTAP SAYI 992 letişim Yayınları’nca Sanat Hayat Dizisi adı altında, 2003 yılından bu yana birbiri ardı sıra yayımlanan on beş kitap, Türkiye’de sanat ve kültür alanında paha biçilmez bir misyonu yerine getirmeye devam ediyor. Ali Artun’un editörlüğünde birbirinden seçkin metinlerin Türkçe’ye kazandırılması, kuşkusuz dilimizde eksikliği çokça hissedilen sanat kuramına ilişkin önemli çalışmaların yoğunluklu olarak tartışılmasını, bu alanda literatüre dahil olan yeni yayınlara odaklanılmasını sağladı. Ali Artun’un yayıma hazırladığı “Sanat ve Siyaset” ise bu yayınların belki de en önemlilerinden biri olarak öne çıkıyor. Lev Kreft’in sanat ve siyaset arasındaki gerilimli ilişkinin tarihsel dayanaklarına dikkat çektiği ve bu süreci kategorik olarak ayrıştırdığı etkili bir girizgahla başlayan kitap, sonraki bölümlerde özellikle Hal Foster ve Jacques Ranciére’nin metinleriyle derinlikli bir kuramsal analize yöneliyor. Ünlü “Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı” da dahil Walter Benjamin’e ait üç önemli metnin yer aldığı kitap, son bölümde Brian Wallis’in; “Ülkeleri Pazarlamak: Uluslararası Sergiler ve Kültür Diplomasisi” ve Renata Salecl’in kaleme aldığı “Savaş Sanatları ve Sanatların Savaşı” gibi metinlerle çarpıcı bir bütünlüğe erişiyor. Kitabın girişinde, uzunca bir süreçte titizlenerek kaleme aldı Jacques Ranciére İ Hal Foster SAYFA 22
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle