22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Melda Kaptana’dan ‘Ben Bir Bizans Bahçesinde Büyüdüm’ Bir galericinin tanıklığı Bugün İstanbul ve Ankara’da, büyük bölümü ortamın zor koşullarına göğüs gererek birkaç yıl ayakta durduktan sonra kapanmış, yerlerine yenileri açılmış ve açılmakta olan galerilerin meraklı serüveni, bir inceleme konusu olabilecek düzeye gelmiştir. Maya galerisinin, ilk örneklerden biri olarak kurucusu Adalet Cimcoz’un adı çevresinde efsaneleşen öyküsü, bir süre önce kitap haline getirilmişti (Adalet Cimcoz, Bir Yaşamöyküsü Denemesi). Bu galericilik deneyiminden bir on beş yıl sonra, gene öncülerden biri olan Melda Kaptana da anılarını kaleme aldığı kitabına “Ben Bir Bizans Bahçesinde Büyüdüm” adını verdi. Ë Kaya ÖZSEZGİN zans Bahçesinde Büyüdüm” YKY, 2003) dostlarının ısrarına dayanamayıp eski adı Emlak Caddesi’nin (bugünkü Abdi İpekçi Caddesi) Vali Konağı Caddesi’ni kestiği yerdeki dükkânını “resim galerisi”ne dönüştürmeye karar verdiğine de değiniyor ve şöyle diyordu kitabının bir yerinde: “Galeride yedi yıl boyunca açtığım sergiler, sanatçılarla olan arkadaşlıklar, fıkralar, sohbetler kapsamlı olarak aktarılsa, ayrı bir küçük kitapçık olur herhalde..” ( s. 270 ) 70’LERİN SANAT ORTAMI Aralarında benim de bulunduğum kimi dostları, sanki söz birliği etmişiz gibi böyle bir “aktarım”ı ve kendi adıyla anılan galerisi hakkındaki anı ve izlenimlerini, somut belgeler ışığında ayrı bir kitaba dönüştürmesinin yararlı ve gerekli olduğu yolundaki uyarımızı haklı bulmuş olacak ki bunu kitabının başında belirtiyor ayrıca özel bir yayınla gerçekleştiriyor şimdi: “Galer’istler, 70’lerin Sanat Ortamı” ( * ) İlk dikkati çeken, kitabın adı olmalı. Neden Galeristler değil de özel bir kesme ile Galer’istler? Kimi zaman e harfi üzerinde bir aksanla, genellikle de aksansız yazılan sözcük, galeri sahibi anlamında Fransızcadan geliyor. Bir dönemin ünlü tablo taciri DurandRuel (18311922) bu mesleğin öncülerinden biri. Kürek cezası gibi zor ve meşakkatli bir iş anlamında kullanılan “Galere” sözcüğünden yola çıkarak, kendisinin de bizzat yaşadığı bu mesleğin erbabını “galer’ist” olarak tanımlıyor Kaptana, sanatla yakından ilgilenenlerin, bu arada galericilerin “zor çabalar içinde yaşadıklarını” bildiği için, dışardan bakan çok kimsenin dizgi yanlışı sanacağı bu sözcüğü kitabına başlık olarak kullanıyor. Aslında sanat galerileri, dışarıya pek fazla sır vermeyen birer kapalı kutu olduğu, galericilerin de bu kutu içinde zor koşullarla yaşamayı seçmiş kişiler oldukları düşünülürse, bu tanıma da uymuyor değiller. Ne var ki dışardan bakan ve mesleğin yıpratıcı yönlerine tanık olmayanlar için, galericilik hiç de öyle görünmez. Renkli açılışlar, parlak konuklar ve sanat yapıtlarının çekimli dünyası, ilk bakışta zorlukları düşündürmez. Gerçek öyle olsa, açılan galeriler kapanmaz, parlak öyküler sürgit canlılığını korur, meslekte yıllananlarm sayısı oldukça yüklü olurdu. Biz gene Melda Kaptana’nın anlattıklarına bakalım. Kitap, içerdiği belgeler ve bunlara dayalı anıizlenimlerle bir galeri belgeseli. Melda Kaptana galerisinin 30 Ocak 1971’de giyim mağazasından sanat galerisine dönüştürülmüş olarak açılmadan önceki adı Butik Melda’dır ve 1967’de orada sergi yapan ilk sanatçı, Kaptana’nın yakın dostu Mübin Orhon’dur. İlginç olan nokta, galerinin açıldığı sıralarda basma yansıyan adıdır: “Türkiye’nin ilk devamlı karma sanat galerisi”. Sanat yapıtlarına ilginin giderek artıyor olmasıydı galerinin açılmasında ilk etken. Ancak bu ismin, sürekli özel sergilerle varlığını sürdürmekte zorlanabileceği yolunda bir kuşkudan kaynaklanmış olabileceğini kestirmek zor olmasa gerektir. Yazar, galerinin açılışıyla ilgili açıklayıcı notlarında, “ilgililerin birçok sanatçının eserlerini bir arada görmeyi sağlayabileceği gibi, eserlerini sergileyecek sanatçılara da yararlı olabileceği” kanısını taşıdığına değinmekte. Önceleri tiyatro kostümleri yapmakta başarılı olan Melda Hanım’ı galericilik mesleğine ısındıranların başında, onun Paris’ten tanıdığı ve eşi İlhan Koman aracılığıyla yakın dostluk kurduğu Mübin Orhon’dur. Kitaba, onunla ilgili uzunca bir girişle başlıyor. Nişantaşı’nda “resim alışverişi modası”nı böylece başlatması yolunda Kaptana’ya telkinde bulunan ise Eren Eyüboğlu’dur. Böyle bir telkin, o dönemde bu tür bir “moda”nın henüz hayata fazlasıyla geçmemiş olduğunu göstermekten de uzak değil. Gene de kitapta, 1974 başında açılan karma sergi, resim satışının “başlangıcı” olarak belirtildiğine göre alman sonuç sevindirici olmalı. Neredeyse bütün resimler satılmıştır. Galeri, 3 Aralık 1971’de ilk kişisel sergiye yer verdiğine göre, bir süre karma sergilerle, daha önce Maya’da uygulanan sistemi sürdürmüş olduğu anlaşılıyor. Salt resim satışıyla galeriyi ayakta tutmak kuşkusuz mümkün değildi o tarihlerde. Nitekim sergi salonunun arkasında, aynı zamanda resim deposu hizmetini gören ve dikiş yapılan bir oda, kitapta anlatıldığına göre hep olmuştu. Kaptana galerisinin destekçisi olan sanatçıların başında Mübin’in yanı sıra, Melda Hanım’in Ankara’da tanıştığı Orhan Peker var. Kitapta, onun 1970’lerin başında gittiği Almanya’dan yazdığı mektuplar yer alıyor. Yalnız bu T ürkiye’de galericiliğin tarihi şöyle böyle altmış yıllık bir süreci kapsıyor. Batılı anlamda sanat üretiminin bu süreci üçe katlaması, üretimle tüketimin bire bir örtüşmediği anlamına geldiği gibi, sanatın Türkiye’de ticari bir amaç olmanın ötesinde bir “gönül” ve “tutku” işi olarak öğrenilip benimsenmesi yolunda kişisel çıkışların özverili öyküsüne tanıklık eder. Bu öyküye adanmış nice yaşam, zamanla kendi kozasını ören ipekböceği gibi, çevrenin sağır talepsizliğine rağmen kendi varlığıyla sanat ideali arasında doğal geçişler aramış ve bulmuştur. İtalyan dilindeki “galleria” sözcüğünden gelen ve içinde tabloların toplandığı özel bir mekânı simgeleyen bu sanat evinin, bizde kuruluş aşamasına geldiği 1950’lerde bu ada özgü bir işlevle donatımlı olmamasına bakılırsa, Batıdaki erken örnekleri düzeyinde bir galericilik mesleğinin oluşması için uzunca bir sürenin geçmesini beklemek gerektiği daha iyi anlaşılır. Bırakın yakın geçmişini, günümüzde bile bu meslek, sanat yapıtlarına yönelik ticari ilişkileri tanımlayıcı bir uğraş düzeyinde algılanmıyor. 1970’lerden sonra görece bir profesyonellik aşamasına geldiğinde bile, galeri ve galericilik kavramlarının gündelik basında tartışılıyor olması, bu mesleğin ekonomik ve sosyal bir altyapı üzerine kurulu olmadığı yolundaki yaygın kanıyı yeniden gündeme getirir. Ama bu durum, sanat üretimi yaygınlaştıkça, bu üretimin olmazsa olmaz bir bileşeni olduğu kuşku götürmeyen galerileri ve galericileri, sanat gündeminin tartışılan konuları arasında ön sıraya çekmekten de geri kalmıyor. Sanat yapıtının kendisiyle ekonomik değeri arasında doğal ve zorunlu bir ilişkinin varlığı somutluk kazandıkça, sanat piyasasından da söz edilmiş, bu piyasayı yönlendiren ana kurumun galeri olduğu gerçeği de ortaya çıkmıştır. Bugün İstanbul ve Ankara’da, büyük bölümü ortamın zor koşullarına göğüs gererek birkaç yıl ayakta durduktan sonra kapanmış, yerlerine yenileri açılmış ve açılmakta olan galerilerin meraklı serüveni, bir inceleme konusu olabilecek düzeye gelmiştir. Maya galerisinin, ilk örneklerden biri olarak kurucusu Adalet Cimcoz’un adı çevresinde efsaneleşen öyküsü, bir süre önce kitap haline getirilmişti. (“Adalet Cimcoz, Bir Yaşamöyküsü Denemesi”, YKY, 2000) Bu galericilik deneyiminden bir on beş yıl sonra, gene öncülerden biri olan Melda Kaptana, anılarını kaleme aldığı kitabında (“Ben Bir BiSAYFA 16 mektuplarda değil, galeriyle bağlantısı bulunan başka sanatçıların Bedri Rahmi, Candeğer Furtun, Eşref Üren, Avn, Abraş, Cihat Burak, Fikret Ürgüp ve daha başkaları içten ve yapmacıksız destekleyici tutumları, 1970’li yılların siyasal ve sosyal olaylarla çalkalanan dağdağalı ortamında bir galeriyi yaşatacak bu tür ilişkilerin önemi hakkında yeterli ipuçları verebilmektedir. Bu süreçte sanatçısından yazarına kadar herkesin “dönüştürücü bir rolü” bulunduğunu öne süren, gene o dönemin galerici tanıklarından Yahşi Baraz’a hak vermemek elde değil. SIRADIŞI İZLENİMLER Melda Kaptana’nın bir çeşit galeri tutanakları olarak da yorumlanabilecek bilgi, belge ve yazışmaları içeren kitabında, bugünün gözüyle pek de yadırganmayacak sıradışı izlenimler de var kuşkusuz. 1977’de galeri kapanma aşamasına geldiğinde buruk bir tat bırakacaktır bu tür izlenimler. Galericilikte yeni bir dönem başlayacak, yatırımcı kesimin bu alanda şansını denemeye girişeceği çoğullaşma aşaması kendini gösterecektir. 14 Eylül 1977’de açılan ve uzun süre açık kalacak olan “Eski ustalar” başlıklı sergi için gazeteye verilen ilanda, elinde eski ustalara ait resim bulunan kişilerin galeriye başvurmaları istenmişti. Çevrede yeni galerilerin devreye girdiği ve sanatçılara yeni olanaklar sunduğu bu aşamada, Melda Kaptana’nın daha fazla direnmesi mümkün değildir. 1972’de Fikret Ürgüp’ün Melda Kaptana’yı tanımlayan satırlarında şu sözler yer alıyor: “Melda’ydı adı. Sahici bir kadındı. Tadı vardı: Acı mıydı, şekerli mi, biberli mi, baharlı mı? Bilinmedi. Parlardı... Neden? Kendisi de bilmedi.” ? ( * ) “Galer’istler, 70’lerin Sanat Ortamı”/ Melda Kaptana/ İlhan Koman Kültür ve Sanat Vakfı Y. 280 s., 2008, İstanbul. CUMHURİYET KİTAP SAYI 992
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle