Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Yekta Kopan’dan ‘Bir de Baktım Yoksun’ ‘Karşılaşmalar kitabı olarak okunması hoşuma gidiyor’ Yekta Kopan üç yıl aradan sonra yeni öykülerinden oluşan kitabıyla okurlarının karşısında. Bir de Baktım Yoksun, giden baba ardından oğulun onunla hesaplaşması, kahramanın George Orwell’in evinin önünde Tanpınar okurken karşılaştığı zamansız aşkı, ölüme çeyrek kala bir balık lokantasında küçük kızının genç kadın haliyle karşılaşmasıyla kapıldığı duygu yoğunluğu ve daha pek çok detayın bir araya geldiği öykülerde Kopan kara mizah unsurunu da kullanarak, okurunu hikâyelerin ortak kahramanı yapmayı başarıyor. Yekta Kopan’la yeni öyküleri üzerine söyleştik. Ë Erdem ÖZTOP eni kitabınız Bir de Baktım Yoksun, geçen günlerde yayımlandı. İlk baskısını da çıktığı hafta tüketti! Nasıl bir duygu? Bir öykü kitabından söz ediyoruz, bunun altını çizelim öncelikle. Kitaptaki bir öyküde dendiği gibi, “Edebiyat apartmanının, arada bir başı okşanması gereken sevimli çocuğu muamelesi gören öykü”. Bir öykü kitabına böyle bir ilgi gösterilmesi elbette mutlu etti beni. Can Yayınları öyküyü yine çok okunur kılmak konusunda istekli, ısrarcı. Bu sonbahara da çok sayıda öykü kitabı yayımlayarak giriyorlar. Kitabımın, bu güzel çabanın karşılığını vermiş olması açısından ayrıca mutluyum. Geçenlerde, hem de okuryazar biri, “Kitabını çok beğendim, artık romana geçme zamanın geldi” dedi. Ne cevap vereceğimi şaşırıyorum böyle denilince. Çok rastlanan bir düşünce bu. Bunu kırmak gerekiyor. Bir de Baktım Yoksun’un öykü kitaplarına ilgi konusunda biraz katkısı olursa ne güzel. Edebiyatçı kimliğinizin yanı sıra, uzun zamandır da NTV’de yayımlanan kültürsanat programı GeceGündüz’ü hazırlıyor ve sunuyorsunuz. Bu yoğun yaşam temposundaki bölünmeleri nasıl toparlamayı başarıyorsunuz, biraz anlatır mısınız? Aslında birçok yazardan daha farklı değil yaşam tempom. Belki benim yaptığım iş daha görünür olduğu için böyle bir his yaratıyordur ama hayatını yazaSAYFA 4 rak kazanamayan, çarkı döndürmek için bir işte çalışmak zorunda olan yazarlardan ne farkım var ki? Kimi mimardır kimi doktor, kimi reklam ajansında çalışır kimi bir üniversitede. Her işte olduğu gibi benim işimin de iyice yoğunlaştığı, nefes aldırmadığı zamanlar var elbette. Her işte olduğu gibi isyan ettiğim, işimin dinamiklerinden nefret ettiğim de oluyor. Öyle zamanlarda limanım, kurtarıcım, artık adını nasıl koyarsanız koyun, belli; kitaplar. Okuyorum, yazıyorum… “SONBAHAR OKUMASI TANIMINI SEVDİM” Yeni kitabınız ortaya çıkan bu tempodan dolayı mı gecikti? Yoksa edebiyatın yeri her zaman ayrı ve kitabın istenen zaman dilimi miydi bu? İlk kitabımdan bu yana belli bir tempoda kitap çıkarmaya alıştığımalıştırdığım için bir gecikme hissi olabilir ama aslında yaklaşık 3 yıllık bir süre çok da uzun gelmiyor bana. O noktada benim başka bir sorunum vardı: bu sürenin belli bir döneminde hiçbir şey yazamadım. Kilitlendim. İşte o yazamama dönemi var ya… Facia. Yazmadan geçen bir gün bile acı veriyor insana, derin kuyulara itiyor. O kilitlenme döneminin hemen öncesinde başka bir dosya üstünde çalışıyordum. Sonra defterler rafa kalktı, dolmakalemlerin uçları kurumaya başladı. Derken kitaptaki bir öykünün ilk cümlesi geldi, nasıl bir derin nefes almadır o anlatamam. Bir yılda uzun süredir tümüyle bu öykülere yoğunlaştım. Yani Bir de Baktım Yoksun beni o sıkıntılı dönemden de uzaklaştıran metinlerle çıkıp geldi. Kendi zamanını kendi belirledi bir anlamda. Kitaptaki öykülerin tamamına baktığımızdaysa, tam bir sonbahar okumasına davet var, ne dersiniz? Ben bunu hiç düşünmemiştim. Ama bu tanımlamayı yapanlar oldu, hatta yayınevim de böyle gördü kitabı… İlginç değil mi? Sonbahar okuması tanımlaması tam olarak neyi karşılıyor bilmiyorum ama sonradan dönüp bakınca öykülere, o hissi ben de alıyorum. Bir hüzün vardır sonbaharda, doğru, ama beklenenistenen bir hüzündür bu. Bütün yaz gevşeyen ruhun biraz da duyguyoğun bahçelerde yürümesinin zamanı gelir sonbaharla. O bahçeleri çok severim. Aslında yazın etkisi olabilirdi. Çünkü bir bütün yaz öykülere son hallerini vermeye çalıştım, yırttım, sildim, ekledim, çıkardım. Her ne olursa olsun sevdim bu tanımlamayı; her iki baharı da çok severim çünkü. Benim bildiğim, daha önceki Yekta Kopan metinlerinde bu kadar fazla aile ilişkileri ele alınmamıştı! Bundan da öte bu kadar çok melankoli yoktu, yanılıyor Y muyum? Bir de Baktım Yoksun’un bu anlamda daha belirgin bir çizgisi var. Bir de altı öyküye yayılan bütünlük hissi nedeniyle böyle görülüyor olabilir. Yoksa aile ilişkileri her zaman var olmuştur metinlerimde. Orta sınıf ahlakı ve onun dayatmacı anlayışı ile hesaplaşmayı sever benim karakterlerim. Kendi varoluşlarını bu sosyal çevre üstünden okur. Bireysel kayboluşlarını, ikiyüzlülüklerini görebilmek için, hesaplaşabilmek için, orta sınıf aynasına bakar sık sık. Örneğin Yedi Derste Vicdan Muhasebesi kitabımda daha da yoğun hissederim bu durumu. Melankoliye gelince… bir Turgut Uyar alıntısıyla açıklıyorum bu durumu kendime: “Mutsuzluktan söz etmek istiyorum / Dikey ve yatay mutsuzluktan…” Ve tabi baba! Öykülerin birden çoğunda baba ve oğulun ilişkisine yer veriyorsunuz. Bu durum, pek çok erkek yazar tarafından ele alınır! Biraz cinsiyetçi olacağım: Bu durum sanki ‘erkek’ yazarlara has bir durum, ne dersiniz? Genellemeleri sevmem ama psikolojik olarak doğrudur bu: Baba olma durumunun doğal sonucu. Kendini ‘yaşananyaşanacak olan’ ekseninde konumlayarak sorgulama yapabilirsin. Sadece babalarıyla hesaplaşan oğullar yok öykülerde, kızının büyümesini izleyen bir erkeğin, baba olma durumuyla hesaplaşması da var. Aslında sözünü ettiğiniz ilişkiye bakan öyküler ilk öykü ve son öykü: “Sarmaşık” ve “İyi Uykular”. Öykülerin sadece babaoğul hesaplaşması öyküleri olarak değerlendirilmesini istemem… “Kertenkele” isimli öykü örneğin bambaşka bir izlekle ilerler. “Kırmızı” bize sadece duygu olarak değil, atmosfer olarak da farklı bir dünya sunar. Bu noktada kitabın bir karşılaşmalar kitabı olarak okunması daha çok hoşuma gidiyor. Uzak mekânlar seçiyorsunuz kimi öykülerde! George Orwell’in evinin karşısında baba vasiyeti (!) Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü okumak örneğin… Bir anda ortaya çıkan aşk! Hayalle gerçek arasındaki köprüde yaşamaktan yorulmuş beden, bu kült kitabı bitirebildi mi? Harika bir Erdem Öztop sorusu bu! Kitabın edebiyatla olan ilişkisini anlatan bir soru. Hayalle gerçek arasında salınan bütün bedenlerin okumasını istediğim kitaplar bandosunda sesi çok çıkan enstrümanlardan biri Saatleri Ayarlama Enstitüsü. Birkaç yılda bir okurum. Öykü karakterimin bitirip bitirmediğini bilmiyorum ama onun yerinde olsam bir solukta bitirirdim. “BÜTÇENİN AÇIK VERDİĞİ BİR DÜNYANIN KARAKTERLERİ...” Öykülerdeki ayrılıklar hep babayla değil elbette. Sevgiliden, eşten, çocuktan ayrılır kahramanlar birer birer. Sanki boyunduruk altına girmek istemeyen, özgür ruhlu kahramanları kalabalıklaşıyor, bunda yazarımızın ruh hali ne kadar etkili? Yazdıklarımla arama mesafe koymayı severim ama bu mesafe o dünyaları benim kurduğum, o karakterleri benim düşündüğüm gerçeğini değiştirmiyor. Elbette bir yazarın ruh hali, bakış açısı, deneyimleri ve sözleri mutlaka sızar metinlerine. Bütün o özgür ruhların ödediği bedellere de bakmak gerekiyor. Toplumla hesaplaşma o bedellerin dökümünde ortaya çıkıyor zaten. Bütçenin hep açık verdiği bir dünyanın karakterleriyle bir arada yürüyorum ben de. Ayrılıklarda hep çocukluğa özlem duyuluyor! Çocuklar sahiden de dürtebilirler mi dünyanın rahmini? Bu sorunun cevabı kitaptan gelsin izninle: “Dünyanın bütün çocukları mazgallardan içeri korkusuzca bakabilirler… Dünyanın bütün çocukları hesapsızca tükürebilir mazgallardan içeri: İsterse tek gözlü bir canavar, alnının orta yerine zamansız düşen yapış yapış sıvıdan rahatsız olup yeryüzüne çıkmaya karar versin; kim korkar ki? Bir ağaçtan koparılan dallar, tedirginlikten uzak şarkılar eşliğinde sokulur parmaklıkların arasından; ancak çocuklar dürtebilir dünyanın rahmini. Çocukluğun ezberindedir cesaret.” Çocukluğa gitmişken… Siz bir de 6 yaş öncesi çocuklar için Burun adında bir kitap yazdınız. Biraz anlatır mısın bu istek nereden doğdu? Marsık Kitap, hayatımın bir parçası. Eşim Burcu Ural’ın yayınevi. Bir süredir, güzel bir seri hazırlıyoruz birlikte. Hem çeviri hem telif kitapların olduğu serinin editörlüğünü de ben yapıyorum. O güzel kitapları gördükçe kıskandım açıkçası. Ama şuna açıklık getireyim bir çocuk kitabı yazdığımı söylemem, en fazla bir çocuk kitabı “yaptım” derim. Sadece 6 yaş öncesi değil, özellikle okumaya yeni başlayan çocukların ilgisini çeken bir seri bu. Ben de oraya uygun bir hikâyecik kaleme aldım. Bunlar resimli kitap diye sınıflandırılan, resimlerle metnin farklı düşünce dünyalarının kapısını açtığı kitaplar. ? Bir de Baktım Yoksun/ Yekta Kopan/ Can Yayınları/164 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1030