Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ lun da sıklıkla ya da gerektikçe, sağın söylem ve davranış biçimlerini kullandığına tanık oluyoruz. Örneğin hem sağın, hem solun inanç ve köken ayrılıklarını öne çıkaran söylemlerini ve buna dayalı eylemlerini son derece tehlikeli buluyorum. Bu yoldan iktidar arayışı, yurttaşlık ve yurtseverlik bağlarını yağ gibi eritiyor. Kısaca söyleyeceğim şu, sağ ya da solu temsil edenler bile iktidar kavramını içselleştirmiş değil. Kullandıkları dile bakarak benim yargım bu. Kimse kızmasın. “HALK AKP’Yİ DE ANLAMADI” Gelelim günümüze… Kitapta bugünü anlatan örnekler daha çok. Yurttaşlar AKP’yi daha mı iyi anladı, yoksa bunları da bir deneyelim mi dedi? Nasıl bir arayıştı bu? Kuşkusuz bu soruya yanıtım da dilci kimliğimle olacak. Bana göre halk, AKP’yi de yeterince anlamış değil. Bunu anlamak için sokakta, pazarda, dolmuşta, aklınıza gelen her yerde fırsat yaratıp insanlarla konuşuyorum. Seçimlere birkaç ay varken iktidardan yakınan, ağlayan onca insan, nasıl oluyor da aynı partiyi büyük bir çoğunlukla yeniden iktidar yapıyor? Bu sorunun yanıtını verecek olan ilkin soldur, sosyal demokratlardır. Halk onlardan gerekli açıklama ve eylemi göremediği, ortaya atılan savları yeterince anlayamadığı için en duyarlı noktasına dokunanı, yani inancını ve duygularını okşayanı kendine yakın buluyor. Yıllardır imam hatiplere takılı durumdayız; ama ben bugüne dek soldan, özelresmi binlerce okul imam hatiplerden farksızdır, diyen birini görmedim. Ders kitaplarını satır satır irdelemeyen, öğretmen yetiştirme koşullarını yeterince bilmeyen, sokaktan uzak bir sol olabilir mi? Solum diyen, salt seçim zamanında değil, bütün zamanlarda ilkin eğitimsağlıkhukuk konularına egemen olmalı. Yurttaşların inanç, köken ve dünya görüşündeki ayrılıkların nasıl körüklenip kötüye kullanıldığını anlatmak önce kime düşer? Ne yazık ki yurttaşın, uzun zamandır alıştırıldığı, aradığı tek bir şey var; günü kurtarmak… AKP de günü kurtaran söz ve eylemleriyle çoğunlukta olmayı beceriyor. LAF YOK, İCRAAT VAR! AKP’nin icraattan kastı nedir? Laf yok, “icraat” var tavrındaki ince(!) ayarlarının yurtseverlere faturasını nasıl yorumlarsınız? Kitabınızın tümü aslında bu soruya yetkin bir yanıt niteliğinde ama burada henüz okumayanlar adına bir genel değerlendirme yapmanızı rica ediyorum… Bugünkü iktidarın söz ve eylemleri arasında büyük çelişki görmüyorum; dervişin fikrizikri uyumu sürüyor. Kafalarının içinden geçen, amaçları neyse, konuşma ve eylemleri de bu doğrultuda. Başbakan sık sık açılışlar yapıyor, laf değil iş ürettiklerini belirtiyor. Üretilen işten halk ne ölçüde yararlanıyor; bence halkı üretilen işle değil sözle doyuruyorlar. Alanlara toplanan binlerce insana, o gün için başka, seçim öncesinde başka şeyler sunuluyor. Bir TV’de görmüştüm, dağıtılan şapka, düdük ve yiyecekleri kapmaya çalışan, açılışa getirilen ünlü türkücüyü görmeye çalışan bir adam, orada ne yapıldığını biCUMHURİYET KİTAP SAYI 968 le bilmiyordu. Onun için açılış yapan partinin pek de önemi yoktu; o hem eğleniyordu, hem de başı ve midesi için bir şeyler kapıyordu. En acısı, kendisine yöneltilen soruların hiçbirine yanıt veremiyordu; çünkü sorulanı anlamıyordu. Açılan “entegre tesis” neydi, yurttaşın ne işine yarayacaktı; bilmesi olanaksızdı, bilmesi de gerekmiyordu. Açılan “tesis” zaten özeldi; iktidara yakın bir aile şirketinindi; o yurttaşın o günkü kazancı uzaktan gördüğü, milyarlar karşılığı sahne “alan” türkücü ve birkaç kişiyi ezerek kaptığı şapka, düdük ve küçücük bir bisküvi paketiydi. Bunlarla küçük kızını sevindirecekti. İşte icraatın yurttaşa yansıması; siz buna ister fatura deyin, ister kazanç… Yurttaş bu ayrımı yapacak durumda mı? BAŞBAKANIN NOKTALARI… Bir de icraatların hangi doğrultuda olduğu malum ama ya laf! Ağzı olan artık konuşmuyor da üstelik… Küfrediyor! Argo ya da argoya yakın bozma sözlerle haşır neşir olduk/oluyoruz! Başbakanın koyduğu üç nokta olayı belleklerde… Bu nasıl bir psikoloji ve taktik sizce? Bugünkü iktidar, sizin de belirttiğiniz gibi sıklıkla “Laf yok, icraat var” diyor ve sıklıkla 80 yıldır yapılmayanları yapmakla övünüyor. Daha da ileri gidip halkın 80 yıldır, hiç iyi bir şeyle karşılaşmadığını söylüyor ve belleği karartılan halkı inandırıyor. Sözünü, emektenemek karşılığı kazanımdan arındırıp bir bakıma sadaka diyebileceğimiz katkılarla eylemli kılıyor. Önceden söyledim; günü kurtarmaya bakan işsiz aşsız, eğitimsiz bırakılan halk, iktidarı kutsallaştırıyor. İktidar buna sığınıyor. Gözlemlerime dayanarak söyleyeceğim: Pek çok insana sordum, küreselleşmenin ne olduğunu bilen yok gibi; gülünç yanıtlar bile alıyorsunuz. Ama iktidar sıkıştı mı küresel baskıdan, zorunluluktan dem vuruyor. Bugünün iktidarı ve yandaşlarının yarattığı birtakım kavramlar var; örneğin laikçi… Kendileri gibi olanlar milliyetçi, olmayanlar ulusalcı… Bu iki kavramı kendi icraatları için kullanan iktidar ve yandaşları, halkın duygularını kaşımak için özellikle bunlar üzerinde oynuyor. Koskoca bir profesör hiç sıkılmadan, “laikçi” diyor, ulusalcıları 80 yıl geride kalmakla suçluyor. İktidar yandaşı bile olsa, bir profesörden beklenen, bu gibi kavramların yanlışlığını dile getirmesidir. Bence laikçi, ulusalcı gibi sözcükler, iktidar yandaşlarının ağzında argolaş mıştır. Bir başbakan, kimseyi azarlayamaz, kimseye “Al ananı git” diyemez, argo sözcük kullanamaz. Yanlışlıkla mı yapıyorlar; hayır! Yanlışlık, dil sürçmesi bir olur, iki olur. Bunu, yurttaşı gıdıklamak için bilinçli yapıyorlar. Sonunda hep “mazlum” oluyorlar. İÇİKTİDAR, DIŞİKTİDAR Yurttaşlar nasıl uyutuldu? Amacım AKP’yi övmek elbette değil; ama yiğidi öldür hakkını yeme derler ya, o hesap, “Allah için” hangi konularda uyanık davrandılar? Bu kitapta iki kavram ürettim; içiktidar ve dışiktidar diye… 1940’lı yıllarda başlayan, 1950’de iktidara kazık çakan Türk Devrimi karşıtlığı, 1970’li yıllarda Türk İslam senteziyle beslenip bilenmeye başladı. 12 Eylül de geçmiş sağ iktidarların yarım kalan bütün düş ve eylemlerini tamamladı. Solu budadı. Solun tek temsilcisi gibi görülen Atatürk’ün kurduğu CHP, 1950’den sonra tek hedef durumuna getirildi. Ne yazık ki CHP de bu süreci iyi değerlendiremedi, kendini yenilemek için gereksinimi olan aydınlardan uzaklaşıyor. Bu arada eğitim sistemi, akıl almaz bir hızla kötüleştirildi, Türk Devriminin anlamı ve amacı eğitim sisteminden parça parça kazındı. Ülkenin zenginliklerini, ulusal değerlerini bilinçli olarak kullanıp evrensel değerlerle harmanlamak yerine, her açıdan dışa bağımlı politikalar benimsendi ve savunuldu. Borçlana borçlana dışiktidarların kucağına düşen içiktidarlar, kendilerini korumak için kuyruklu yalanlarla halkı avuttu, kandırdı, sömürdü. 1940’larda yuvarlanmaya başlayan bir kartopu 1980’den sonra iyice büyüyerek hepimizi ezen bir çığ oldu. Aslında iktidar sarhoşluğuyla ayrımında değil; ama bugünkü iktidar da bu çığın altında. DİLİNİ DEVŞİREN (!) MEDYA “Medya” denmesini de sevmiyorsunuz; basın hükümetle baştan beri nasıl bir ilişkiyi tercih etti? Bunu nasıl dile getirdi? Evet, bizim basın yayın kendine “medya” der olunca, doğallıkla dilini de değiştirdi. Sözcükler açısından değil yalnızca; anlaşılır olmak konusunda da basının ciddi sorunları var. Bugün basın yayınla iktidar zaman zaman çok iyi anlaşıyor; zaman zaman karşılıklı yanlış anlaşılmaya sığınıyor. Ne ki iktidarın artık basın desteği araması gerekmiyor, kendi basını var. Demokrat Parti döneminde yaratılan besleme basın kavramı, iyice renk ve boyut değiştirdi. DP dönemindeki bu ilişkileri okuyup bugünle karşılaştırmak isteyenler için en önemli kaynak Cüneyt Arcayürek’in kitaplarıdır. Bugün iktidarbasın ilişkilerinde “besleme” eylemi, her açıdan karşılıklı beslenmeye dönüşmüştür. Yine siyasiler gibi söyleyelim, elbette “bir kısım basın” için… AKP’nin kapatılması ve Ergenekon savlarıyla birlikte TV’lere çıkan ve yansızlığı bırakıp açıkça AKP avukatlığı yapan kimi gazetecilerin sözleri, suçlamaları, övgüleri karşısında şaşkına dönüyorum. Sözlerin doğruluğu, yanlışlığı açısından değil, kullandıkları dil ve biçemleri açısından. AKP’li biri, Türk Devriminin travma yarattığını söyledi; ısrarla yanlış anlaşılmadım dedi. Türkçe bilen herkes bu AKP’li yetkiliyi doğru anlamışken, bir gazeteci TV’ye çıktı, gülünç duruma düşmeyi göze alarak bu sözlerin çevirisini yaptı. Burada acı olan şu, iktidarın da yandaşlarının da tek yanlı okumaları, tek yanlı dinlemeleri… İşte iktidar basın ilişkisi bu boyutta. Bu ilişkinin daha gerisinde ne var, bildiğim işler değil. Beni en çok kızdıran başka bir konu, basının abartıcılığı… ÇİĞLİK… Turgut Özal dönemine ilişkin değerlendirmelerinizde var yer yer… En bariz benzerlikler ve ayrılıklar nasıl sıralanıyor günümüzde… Bence Özal, siyasete her açıdan pervasızlığı getirdi. Gelişigüzel giyim kuşamdan tutun, ağzına geleni söyleme biçemi Özal’la birlikte “doğal” davranış gibi algılanmaya başladı. 80’lerin sonunda Bulgaristan’la bir sorun yaşandığında Özal,“Onlara Bulgar domuzu diyorlar. Alırız döve döve alırız. Hiçbir halt yiyemezler. Jivkov sallanıyor aslında. Bastırıyoruz. Burunlarından fitil fitil getireceğiz. Jivkov’u masaya oturtacağım. Kafasına vuracağım. Merak etmeyin, ümüklerine basa basa alacağız” gibi şeyler söylüyordu; haklı da olsa, bu biçemin yanlış oluşu pek irdelenmedi. Bu biçem, AKP iktidarıyla daha da pekişmiş durumda. Örnek mi, Bülent Arınç’ın sözleri… Sayın Arınç bir yetkiliye, ‘‘Sen bir defa saygılı ol, haddini bil. Öyle bilmem nerelerden çıkar gibi laf etme. Ben senin gibi yalancı somun pehlivanı değilim. Ben 20 seneden beri burada siyaset yapıyorum. Senin yaşın kadar benim siyasetim var” diyebiliyor. Onun politikada geçirdiği yılların uzunluğu değil, bu yıllarda politikanın onu hangi kazanda pişirdiği önemlidir. Dahası pişirip pişiremediği… Bence bu işte bir çiğlik var. Son olarak, “İktidar Benim Ne İstersem Söylerim” başlığını neden seçtiniz, bunu sorup teşekkür edeyim... Dün, bugün ya da yarın; kim, nerede iktidar olursa olsun, ne istediğini söyleyebilir, ne de istediğini yapabilir. Dayakçı kocanın, bencil babanın; sinik, eğitimsiz ananın iktidarı neyse, halkın çıkarını kendi çıkarının önüne geçiren siyasal iktidar da odur. Dayakçı kocaya da dur diyebilmeliyiz, laik, demokratik bir cumhuriyetin temel değerlerini, zenginliklerini çar çur eden siyasal iktidara da… Bunu iyi anlatabilmişsem, ne mutlu bana…? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr İktidar Benim Ne İstersem Söylerim!/ Sevgi Özel/ Cumhuriyet Kitapları/ 187 s. SAYFA 17 Gamze Akdemir, Sevgi Özel ile birlikte...