Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
GÖRÜŞLER kı Fenerbahçelidir, bense Galataraylı, ama konu ulusal maç olunca takım yandaşlığı bir yana bırakılıyor. Lale getiriyor rakılarımızı; mezemiz fındık. Giresunlu ya, fındık, hem de o en minnacığından, en lezzetlisinden hep bulunur evinde. “Sağlığına, Abi.” “Sağlığına, ulan iyi ki geldin.” “Sen çağıracaksın da ben gelmeyeceğim…” Fethi Naci, Cuma Akademisi’nden başkanım. Her Cuma Çiçek Pasajı’nda, Bayram’ın Yeri’nde (Seviç) öğlenleri toplanıyoruz. O dönem kimler yok ki? Ferruh Doğan, Mücap Ofluoğlu, Ziya Şav, Aydın Boysan, İbrahim Yolyapan, ‘Balıkçı’ Nuri Akay, Cevat Çapan, Atilla Özkırımlı, Naim Tirali… Hepsi de ağır toplar; arada bir de ‘Hocaların Hocası’ Salim Rıza geliyor. Bir de gençler var tabii, genç dediysem de hepsi 50’nin üzerinde, ağır toplara göre gençler yani. Masayı uzun yıllar önce Naci Abi kurmuş, o ‘yönetiyor’. Densizliğe, dengesizliğe en ufak hoşgörüsü yok. Adap, erkân kallavi olunca sohbete de, muhabbete de doyum olmuyor. Fıkra, gırgır, şamata gani. “İçsene oğlum!” “İçiyorum, abi…” Fethi Naci hem beyin hem de gönül adamı. O konuşuyor, ben dinliyorum. ‘Nevzuhur’ yazarlardan söz ediyor; o hafta üç kitap okumuş, ikisini ilk sayfalarda atmış elinden; “Bunlardan bir bok olmaz,” diyor. Birini ise bir solukta okumuş, okurken notlar almış. “Çocuğun ikinci kitabı, ama çok iyi,” dedikten sonra, “kurgusu da dili de mükemmel,” diye ekliyor. Kitabı anlatıyor, kalkıp masasından tuttuğu notları alıyor, okuyor. Türkiye’nin en usta edebiyat eleştirmeni o, safi kulak olmuş, dinliyorum. Anlattıklarından kendime de dersler çıkartıyorum. Bu arada büyük şişeyi yarılamışız, o doğal ki 3:1 önde. “İçmiyorsun!” “İçiyorum, abi…” Maçın başlamasına daha bir saat var; bir ara Lale gelip; “Balıkları ne zaman yeriz?” diye soruyor. “Devre arasında,” diye yanıtlıyor Naci Abi. Sonra bana dönüp, “Bu kadın benim her şeyim,” diyor. Bunu söylerken öyle içten ki. “Sen de onun her şeyisin,” diyorum. Lale, Moda, Rıza Paşa Sokağı’ndan mahallemizin kızıdır. Benden on yaş küçük kardeşimdir, öyle bir hukuk vardır aramızda. Ayağında yaz takunyaları, altında fırfırlı külotu, altı yaşındayken önüne mahallenin kazık gibi oğlanlarını takıp kovaladığına tanık olmuşumdur; ezelden beri yürekli, dövüşken ve cerbezelidir. Naci Abi tencereyse o da kapaktır, birbirlerini bulmuşlardır. Şişe bitti. Kafamda bir esriklik var. Şu maç da ne zaman başlayacak. Naci Abi, Lale’ye sesleniyor: “Bir şişe de viskimiz olacaktı…” Daha cümlesini tamamlamadan geliyor viski. Korkuyla bakıyorum şişeye. Rakının üzerine viski, Tanrı sonumu hayretsin. İkinci bardağı içtiğimi anımsıyorum, bir de Naci Abi’nin ‘…İsmail’ türküsüne başladığını… Sonra bir ses; “Haydi kalkın, balıklar soğuyacak!” Ne balığı? “İki saattir uyuyorsunuz, kalkın artık!” Ses giderek yükseliyor, sertleşiyor. Kafam beton gibi ağırlaşmış, yastıktan kaldıramıyorum. Evet, yastıktan. Nasıl becerdiysek, oturduğumuz kanepenin sırt yastığını ortalayıp bir yarısına Naci Abi, öbür yarısına ben koymuşuz başımızı, uyumuşuz. Maç başlamış da bitmiş bile. Kalkıp masaya, buğulama levreğe oturuyoruz. Onu çok özleyeceğim. FERİT EDGÜ Fethi Naci’nin eleştirmenliği, kavgacı, uyuşmaz ama dürüst kişiliği Türk edebiyatının tuzu biberi gibiydi. Bugünün yazarlarının onun gibi bir eleştirmene gereksinimleri olduğunu sanmıyorum. Son yıllarını kişiliğine hiç uymayan, savaşamadığı bir hastalığın tutsağı olarak geçirdi. Yarım yüzyıllık dostumdu. Acı ve tatlı anıları bende hep yaşayacak. Eleştirmen Fethi Naci Ë Adnan BİNYAZAR E ¥ SAYFA 6 leştiride Nurullah Ataç’ın yargılarının geçerli olduğu dönemde özellikle şairler onun ağzına bakarlardı. Kimi zaman kitaptaki bir dizgi yanlışı bile Ataç’ın öfkelenmesine yeterdi. Öyle de olsa, yeni şiire eski şiirin engin dünyasından bakan Ataç, yazılanda neyin şiir olduğunu görür, değerlendirmesini ona göre yapardı. Yalnız, şiir netameli bir alandır; başlangıçta iyi olanın kötüye gideceği gibi, ender de olsa kötünün iyiye gittiği de olabilir. Şairleri keşfettiğini söyleyen eleştirmenler, her an büyük yanılgılara düşeceklerini göze almalıdırlar. Ataç’ın, Turgut Uyar için “Zarımı atıyorum,” demesi, yeni bir şairi haber vermesi açısından kuşkusuz sevindirici bir olay. Ama onu yanılgıya da düşürebilirdi. Belki “Zarımı atıyorum” dememişti, ama iyi şair olduğunu söylediği çok kişinin bugün adı ya unutulmuştur ya da sıradan şairler arasında geçmektedir. İyiyi kötüyü birbirinden ayırmakta Ataç, eleştirmen olarak tez canlı idi. Artık zamanını doldurmuş bir şiirin yerini alacağını sandığı yenilikçi şiiri değerlendirirken pek seçici davrandığı söylenemez. Bu da gösteriyor ki, eleştirmenlik “keşşaflık” değildir. Fethi Naci eleştiride zar atıcı değildi, irdeleyiciydi. Konur Ertop, Ataç’la Fethi Naci’yi karşılaştırırken önemli bir saptamada bulunuyor: “Ataç’ın getirmiş olduğu geniş beğeni ve edebiyat bilgisine dayanan eleştiri anlayışı yerine 1950’lerde eleştiriyi nesnel temele oturtma çabaları görüldü. Fethi Naci ise bu görüşü toplumculukla birleştirdi. Onun yargıları insanın tükenmezliğine, yazarın iç dünyasının zenginliğine ve toplumsal konumu dikkatle değerlendirmeye dayanır.” Ertop’un saptamasında geçen “insanın tükenmezliği”, “yazarın iç dünyasının zenginliği” ve “toplumsal konum” kavramları üzerinde düşünmek gerekir. Bu kavramların açıklığa kavuşturulması, Fethi Naci’nin, eleştiride kendine nasıl nesnel bir yol çizdiğine de belirginlik kazandıracaktır. Fethi Naci’nin eleştiri yazmaya başladığı dönemde, katı gerçekleri öykü ya da romana olduğu gibi aktarmayı toplumculuk sanan yazarlar olduğu gibi, bu yanlışa düşen eleştirmenler de vardı. Öyle ki, işi Sait Faik’i öykücü saymama ölçüsüzlüğüne vardıran öykücüler bile olmuştur. Yazınsal beğeninin geri plana atıldığı bu “edebiyatsızlık” ortamından şiirimizin bundan etkilenmemesi, tam tersine özgürleşmeye yönelmesi; bunun sonucunda da Cemal Süreya, Edip Cansever, Turgut Uyar, Ülkü Tamer, Ece Ayhan, Sezai Karakoç... gibi şairlerin sivrilmesi edebiyatımız açısından büyük şanstır. Öykü ve roman açısından ise bu durum belirgin bir gerilemeye yol açmıştır. Bu karmaşada, romanları dilsel beğeni üzerine kurulu Yaşar Kemal’i kimse yerinden kıpırdatamamıştır. 1990’lara gelindiğinde ise, roman deyince Ahmet Hamdi Tanpınar, Yusuf Atılgan, Oğuz Atay’dan başka nerdeyse kimsenin üzerinde durulmamıştır. Ertop’un, sözü Fethi Naci’ye getirerek öne çıkardığı “toplumsal konum” kavramıyla, “edebiyatsızlık” diye adlandırdığım o ortama ayrı bir görüş açısından baktığı bir gerçek. Sanatsal olsun, toplumsal olsun, bizde kavramlar hiçbir zaman içeriğiyle yerine oturmuyor. Bir süre moda oluyor, sonra unutulup gidiyor. Öyle ki, postmodern yazar olduğunu savunan birçok yazarın, Berlin’de düzenlenen bir sempozyumda postmodernin ne olduğunu bilmediğine tanık olmuştum. Toplumsal konumda yazdıklarını sanan birçok yazarın da, ne yaptıklarını bilmediklerinden Fethi Naci’nin eleştirel beğenisinin dışında kaldığı kanısındayım. Fethi Naci’nin, tarihsel ve toplumsal bakış açısından değerlendirdiği onlarca yazar arasından Reşat Nuri Güntekin, Sait Faik ve Yaşar Kemal’i seçmesi rastlantı değildir. Bu yazarların, eserlerini iç dünyalarının zenginliğiyle yarattıkları kanısıyla varmıştır bu sonuca. Eleştirmen olarak Fethi Naci’nin ölçüsü, yazarın, eserinde beğenisel bir düzey yaratmış olmasıdır. Edebiyat eleştirisinde nasıl bir anlayış yerleştirdiğini belirtme yönünden, öldüğünün ne incelediğinden, kimse onu edebiyat dünyasından topal karga gibi kovamamış, tam tersine, o, beğenmedikleri karşısında şahin olmuştur. Birçok yazar onun şahinliğini içine sindirmiş olmalı ki, birçok tabutuna omuz verenler arasında onlar da vardı. Fethi Naci bu bağlamda yalnızca edebiyat eleştirmenliği yapmadı, bilgi toplumunun kurulmasında da eleştirel bir bakış açısından baktı yazılanlara da, kendi yazdıklarına da. Onun, yayın hayatına soktuğu “100 Soruda” dizisi, halk edebiyatından sanata, siyasaya, iktisada... bu alanda birikimi olan kişilerle değer bulmuştur. Denebilir ki, Fethi Naci, bu diziyle, daha Bilgi Üniversitesi kurulmadan, elden ele her yere ulaşabilen gezegen bir bilgi üniversitesi kazandırmıştır Türkiye’ye. Dizinin yalnız okurlarda değil, yazarların Üstte: Fethi Naci ve Turhan Günay. Altta: Ayaktakiler: Turhan Günay, Besim Dalgıç, Nuri Akay (Balıkçı), Turgay Fişekçi. Oturanlar: Memet Fuat, Cevat Çapan, Fethi Naci, Aydın Boysan, Memet Fuat’ın evinde. ertesi günü Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan bir açıklamamı buraya almak istiyorum: “Ahmet Haşim, övmeyen eleştirmenin, edebiyat alanından topal bir karga gibi kovulduğunu söylemiştir. Haşim’in yargısı Fethi Naci’ye hiç uymaz. Bir romancı ya da öykücüyü övdüyse nedenlerini belirtmiştir. Yazdığını kötü bulduklarını da, şahin olup romandan, öyküden kovmayı göze almıştır. Bunu hırçınlığından değil, yazınsal yaratıya duyduğu saygıdan yapmıştır. Edebiyat tarihimizin ilk sayfasında yer alması gereken ‘Türkiye’de eleştirmen yok da roman var mı?’ sorusunu da o sormuştur.” Fethi Naci, eleştiride kanıtlarını sağlam bilgilere dayandırıp ele aldığı eseri derinliği da da nasıl bir inanç uyandırdığı şundan bellidir ki; dostum Sabri Koz’un anlattığına göre, Pertev Naili Boratav’ın bütün eserleri başka yayınevlerince yeniden basılması söz konusu olunca, Boratav, yakınlarına, daha önce Fethi Naci’nin kurduğu Gerçek Yayınları arasında çıkan “100 Soruda Türk Halk Edebiyatı ve Folkloru” adlı incelemesinin Fethi Naci’den alınmamasını söylemiştir. Yayıncının erdemi yazarda inanç uyandırmaksa, yazarın erdemi de yayıncısını yarı yolda bırakmamaktır. Boratav’ın inceliğinde, hayranlık uyandıracak bir güven duygusunu yaşıyoruz. Böyle erdemli kişilerin yokluğuyla edebiyat dünyası nasıl bomboş, herkesin boynu nasıl bükük kalıyor... ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 964