Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Karel Çapek’ten ‘Semenderlerle Savaş’ Fantastik romanın başarısı Çek yazar Karel Çapek’in Válka s Mloky romanı, Semenderlerle Savaş adıyla ilk kez Türkçeye çevrildi. Bir fantastik roman olan yapıtta, zamanla konuşmayı, okumayı ve nihayet düşünmeyi öğrenen semenderlerin insanlarla ve insanların semenderlerle iç içe geçmiş yaşamları kurgulanıyor. 1890–1938 yılları arasında yaşayan Çapek, ününü, R.U.R. (Rossum’un Evrensel Robotları) adlı tiyatro oyununda ‘robot’ sözcüğünü keşfetmesiyle sağlamış (1920). Kapitalizmi ve faşizmi ciddi ölçüde eleştirdiği Semenderlerle Savaş ise, yazarın son dönem yapıtlarından (1936). Ë İsmail YAŞAR apek romanını, “Birinci Kitap: Andrias Scheuchzeri”, “İkinci Kitap: Uygarlığın Yükselişi” ve “Üçüncü Kitap: Semenderlerle Savaş” olmak üzere üç bölüme ayırmış. İlk bölümde, semenderlerin (elbette Çapek‘in yarattığı fantastik dünyanın kahramanları olan semenderlerin) yeryüzünde ortaya çıkışları anlatılıyor. Kaptan Van Toch, Ekvator kıyısındaki Tana Masa adası çevresinde inci aramaktadır. Tana Masalı yerlilerin cin âleminden saydığı ve çok çekindiği semenderlerle karşılaşması da bu sırada olur. Arka ayakları üzerinde durduklarında çocuk görünümüne kavuşan bu yaratıkların, tüysüz ve kaygan bir derisi vardır. Toch, istiridye kabuğu çıkarmaları için tuttuğu işçileri korkutup kaçıran ‘cin’lere yakından bakmak ister: “...körfezde oturup tıstıstıs diye cinleri çağırmaya başladım. ...bir süre sonra, kertenkeleye benzer bir şey çıktı sudan. Orada arka ayaklarının üzerinde durdu, bütün gövdesini sağa sola doğru sallıyordu. O da bana tıstıstıs yaptı. ...Bu arada suda bu kertenkelelerden birkaç yüz tanesi vardı, pençelerini sudan çıkarmış beni seyrediyorlardı. ...Sonra bir kertenkele, on yaşında çocuk boyunda bir tanesi sudan çıktı ve o da sağa sola sallanmaya başladı. Ön pençesinde de bir istiridye vardı.” O ana kadar semenderler, istiridye kabuklarını nasıl açacaklarından bihaberdirler. Kaptan önce bunu gösterir onlara. Kabuğu açılan istiridyenin içindeki inci, Kaptan’a kalır tabi ki. Denizde yaşayan ve sadece geceleri kıyıya çıkan bu canlıların en büyük sıkıntısı köpekbalıklarıdır. İkinci eğitim köpekbalığı avı olacaktır. Toch, semenderlere bıçak kullanmayı öğretir ve onlara bıçak tedarik eder; karşılığında da inci alır. Bu da semenderlerin silahla ilk karşılaşmasıdır. Ancak semenderler henüz ticaret yaptıklarının farkında değildir. Tana Masa civarındaki istiridye kabukları tükenince, ‘inci işi’ni sürdürSAYFA 16 Ç mek için Kaptan’ın aklına bir fikir gelir. Planını uygulayabilmesi için bir finansmana ihtiyacı vardır. Hemşerisi G.H. Bondy’nin kapısını çalar. Bondy, Toch’un hikâyesini dinledikten sonra sorar, “...aklınızdaki tam olarak nedir, Kaptan?” Kaptan’ın yanıtı: “Bu tapaboy‘ları* inci avlama bölgesi olan başka adalara taşımak”. Böylece ‘olağanüstü semenderler’ yeryüzüne yayılmaya başlar. Semender işçiler, dünyanın dört bir yanında hizmet vermektedir artık. Ticarete müthiş bir hız kazandırırlar. Hizmetlerinin karşılığı, yiyecek ve silahtır. Yiyeceği ne yaptıkları belli… Silaha gelince... İlkin denizdeki yaşamlarını sürdürmekte işlerine yarıyor; sona doğru, yaşam alanlarını genişletmede o bölüme sıra gelmedi henüz. “İkinci Kitap: Uygarlığın Yükselişi”nde, semender ırkının sosyolojik evrimi ele alınıyor. Tapaboy‘lar okullarda eğitim görüyor, içlerinden doktorlar, profesörler yetişiyor. Söylevler, konferanslar düzenliyorlar. Dine merak salıyor, tapınaklarda ibadet ediyorlar. İnsanlarla iç içe geçmiş yaşamları, ‘Semender Sorunu’nu hazırlamaya başlıyor. Birkaç bölgede semenderlerle insanların çatıştığına dair haberler yayımlanıyor. İşte ikinci bölüm, tam burada noktalanıyor ve sıra semenderlerle insanların savaşına geliyor. “Üçüncü Kitap: Semenderlerle Savaş”, adından anlaşılacağı üzere, savaşı anlatıyor. Nüfusları hızla artan semenderler, daha fazla kıyıya ihtiyaç duyuyor ve yeni kıyılar oluşturmak için yerkabuğunu kısım kısım havaya uçurmaya başlıyor. Bu, insanların, semenderlerin yaşam alanlarına saldırıp onlara ambargo uygulamasının ardından gelişiyor. Aslında tapaboy‘lar gayet iyi niyetli: Denizin dibindeki altını işlemeyi öğreniyorlar ve insanlara altın karşılığı topraklarını satmalarını teklif ediyorlar. Barış görüşmeleri sonuçsuz kalıyor. Son?.. Savaşı semenderler kazanıyor. Ne var ki bir süre sonra ‘saflık’larını yitirip kendi aralarında savaşa tutuşuyorlar. Bu sırada insanlar, insanlığın tortusu demek daha doğru olur, tepelerde yaşamını devam ettirmekte. Buradan ötesi içinse Çapek‘in hiçbir fikri yok. Aynen böyle söylüyor yazar: “Ve sonra, en ufak bir fikrim yok.” larını öneririz. Arada, Platonov’un “İnsanlığın ‘Tasfiyesi’ Üzerine” ve Çapek’in “Neden Komünist Değilim” başlıklı yazıları da yer alıyor. Bunlardan ilki, 1938 yılında yazılmış, gayet nitelikli bir yergi… İkincisiyse, ilkinin bir yanına karşılık olarak kitaba alınmış. Platanov, Çapek’i ve dahi onun gibi düşünen dönemin Avrupalı yazarlarını Sovyet ütopyasını dikkate almadığı için eleştiriyor: “…tarihin akışı Batı’daki bazı düşünür ve yazarların öne sürdürdüğü güçlerle gerçekleşmiyor ve onların öne sürdüğü yöne ilerlemiyor. Teknik üzerine düşünürken, aslında onun hakkında onların idealist, spekülatif felsefelerinin ortaya koyduğu inançtan başkasını sergilemiyorlar. Yüz milyonlarca insanın bilincini ve emek deneyimini ka Savaş’ın ilk kez Türkçeye çevrilmiş olmasına ayrı bir anlam katıyor. Çapek, kapitalizmin ve teknolojinin insanlığı taşıyacağı noktayı etkili biçimde vurgulamış. Bu vurgulama, kimi zaman didaktik bir yapıya bürünse de romanın edebi tadını çok zedelememiş. KİTABI OKUYACAKLARA… Kitabı okuyacaklara, çevirmenin sunuş niteliğindeki “Hepimiz Semenderiz” başlıklı yazısını sona bırakıp “Birinci Kitap”tan doğruca romana başlama falarındaki edebi bir ‘tahminle’ kolayca ‘hiçleştiriyorlar’; akla gelebilecek her ürünü büyük bir miktarda üretebilen ‘teknikten’ dehşetle bahsederken, bütün halkına, tek tek herkese ekmek sunan tek bir ülke olsun gösteremiyorlar (bazı Batı Avrupa düşünür ve filozofları SSCB’yi, belki de sırf, bu ülke onların kavrayışlarını çökerttiği için anmıyorlar)”. Kitabı yayıma hazırlayanlar, Platonov’un söz konusu eleştirisine, Çapek’in 1924’te yazdığı “Neden Komünist Değilim” başlıklı yazıyı eklemeyi uygun görmüşler. Bu, oldukça iyi bir tercih… Metin, Semenderlerle KEHANETLER KİTABI YAKLAŞIMI Çevirmenin kaleme aldığı yazıya gelince… Çevirmen Sabri Gürses, yazarın etkileyici bir anlatımla işlediği fantastik kurgudan oldukça etkilenmiş olacak ki, ona bir kehanetler kitabı gibi yaklaşmış. Çapek’in romanın yazıldığı tarihten sonrasına denk gelen dönemde yeryüzünde yaşanan pek çok siyasi olayı öngördüğünü kanıtlamaya uğraşmış. Gürses, kendi varsayımlarını çoğu zaman kendisi boşa çıkarmış. Kitabın arka kapağına da alıntılanan pasajdan bir örnek: “Semenderlerle Savaş’ın son kısmında, Baş Semender’in bir zamanlar Dünya Savaşı’nda çavuş olarak yer almış olduğunu belirtmesi, romanı bu güncelliğe gönderiyor: Semenderlerin Naziler olduğunu söylemek olası. Fakat romanda Almanların ayrıca yer alması, bu güncel göndermeyi sorunlu kılıyor ya da başka çağrışımlara gönderiyor.” Gürses, daha baştan varsayımında bir sorun olduğunun bilincinde. Ancak kitabın güncel göndermeler içerdiğine ve onu, bu yönüyle öne çıkarması gerektiğine öylesine şartlanmış ki, farkına vardığı yanılsamayı açıklarken bile, “…bu güncel göndermeyi sorunlu kılıyor” diyerek ‘güncel gönderme’ fikrinden geri adım atmıyor. Gürses’in, sonradan sorunlu olduğunu itiraf etmediği bir varsayımın sakatlığını da biz belirleyelim: Çevirmene göre Çapek, İkinci Dünya Savaşı’nın en kara izlerinden toplama kamplarıyla pogromları haber veriyor romanında. Gürses bu düşüncesini, ‘katranlı çitler’le temellendiriyor. Katranlı çitler, “Uygarlığın Yükselişi” adlı bölümde, semenderlerin din anlayışının konu edildiği satırlarda geçiyor: “Dinsel mezheplerin bir kısmı, ... onlara Gerçek İmanı öğretmek ve onları ‘Ahit’te söyleneni, dünyaya dağılıp bütün milletlere öğretin,’ sözüne uyarak vaftiz etmek için semenderlere misyonerler gönderdiler. Ancak birkaç misyoner insanları semenderlerden ayıran çitlerin ötesine geçmeyi başarabildi; işverenler onların semenderlere ulaşmasına izin vermiyordu, çünkü vaazlar onların çalışmasına engel oluyordu. Bu yüzden katranlı bir çitin yanında durmuş, çitin öteki yanından düşmanlarına ateşli bir şekilde havlayan köpeklerin karşısında, sofuca Tanrı’nın sözünü dile getiren vaizler sık sık görünüyordu.” Katranlı çitin buradaki kullanımına bakarak, toplama kamplarını işaret ettiğini söylemek ne kadar doğru? Ya pogromlar? Yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi, se ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 964