24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÖRÜŞLER ADNAN BİNYAZAR Ahmet Haşim, övmeyen eleştirmenin, edebiyat alanından topal bir karga gibi kovulduğunu söylemiştir. Haşim’in yargısı Fethi Naci’ye hiç uymaz. Bir romancı ya da öykücüyü övdüyse nedenlerini belirtmiştir. Yazdığını kötü bulduklarını da, şahin olup romandan, öyküden kovmayı göze almıştır. Bunu hırçınlığından değil, yazınsal yaratıya duyduğu saygıdan yapmıştır. Edebiyat tarihimizin ilk sayfasında yer alması gereken “Türkiye’de eleştirmen yok da roman var mı” sorusunu da o sormuştur. Fethi Naci’siz bir edebiyat dünyası nasıl başıboş, nasıl boynu bükük! OYA BAYDAR Marmara Adası’nda aldım haberi. “40 yıl önce keyifli günler yaşamıştık Marmara Adası’nda… 40 yıl sonra yeniden gittim Marmara Adası’na. Turhan Günay’la Oya Baydar ve Aydın Engin’le buluşmalarımız, deniz kıyısında akşam yemekleri, bunlar güzel anılar olarak kalacak. Ama Marmara’ya gideceğimi sanmıyorum” diye yazmışsın “Dünya Bir Gölgeliktir” kitabında. Doğru, bir daha hiç gelmedin. Haberi geldi gölgeliği terk etmişsin Fethi Abi. Adamızdan ve gölgeliğimizden bir çınar daha eksildi. SEMA KAYGUSUZ Fethi Naci, yazdığım ilk öykülerin kâşifi, edebiyat serüvenimin ilk ve önemli destekçisi olmuştu. Daha sonra kendisi ve eşi Lale’yle tanıştığımda, mizah dolu ama melankolik, hatta hüzünlü bir insan çıktı karşıma. Lale’yle Fethi Naci arasındaki bağ hiçbir zaman bitmeyecek biliyorum. Şu anda cenaze(miz) evden çıkıyor. Anısı hep dipdiri kalsın. AYDIN BOYSAN Fethi Naci korkusuz adamdı. Korkulacak hiçbir yanı yoktu. Bu nedenle eleştirmen olarak batırmaktan da kötü sözler söylemekten de övmekten de çekinmeyen, korkmayan bir kişiydi. Eleştiri en hain bir branştır edebiyatta. Bunu yaltaklanmadan, batırmadan yapabilmek hem bilgi gerektirir, hem de korkmamak yeteneği. Ve över veya eleştirir. Fethi Naci hiçbir değerlendirmesinde aklının kestiğini söylemekten çekinmedi, kaçmadı. Kişi olarak çok güleryüzlüydü. Onun en güzel güleryüzlü fotoğrafı hapishanedeyken çekilendir. Ve Fethi Naci bütün ömründe çıkar peşinde olmadı. Hesapçılık yapmadı. Açık davrandı. Yüreğinde ve kafasında ne varsa hepsini aynen değiştirmeden yansıttı. ENVER ERCAN Yazıları ve yapıtlarıyla, edebiyat dünyasında ses getiren, etkili eleştirmenlerimizden biriydi. Yalnızca beğendiği kitaplar için yazmadığı, yazarken sözünü sakınmadığı için, ne yazacağı merakla beklenirdi. Yazdıkları tartışmalara neden olurdu. Yazarların büyük çoğunluğunda da, edebiyatın izler çevresinde de kişiliğiyle, tutarlılığıyla, yorumlarındaki gözlem gücü ve dikkatiyle güven duygusu yaratmıştı. 1980 ve 1990’larda çok etkiliydi. Eleştiri tarihimize hem kendi yazdığı, hem de kurduğu Gerçek Yayınevi’nde yayımladığı çok değerli yapıtlar kazandırdı. Modern Türk edebiyatını, onun çalışmaları olmadan tam olarak anlayamayız. METİN FINDIKÇI Fethi Naci’yi (ağabeyi) bana Cevat Çapan tanıştırdı. Tanıştırdığı mekân “Akademi Cuma” idi. Tabii ki, Fethi Naci’yi daha önce yazılarından tanırdım ama yüz yüze tanışmak anlatılmaz bir heyecandı. Eleştirilerinde her ne kadar gerçekçi ise bire bir yaşamda daha bir gerçekçiydi. Birgün masaya yapma çiçek konmuştu, garsonu çağırıp “etrafımızda yeterince sahte şey var, bunları kaldırın gerçeğini getirin” demişti. İşte insana ve edebiyata bu şekilde bakan bir insandı. Nur içinde yatsın. ? SAYFA 10 Bir Cuma masası: Güngör Tekçe, Zeki Coşkun, Adnan Binyazar, Turgay Fişekçi, Semih Gümüş, Erdal Alova, Cevat Çapan, Fethi Naci, Turhan Günay, İbrahim Yolyapan, Nuri Akay (Balıkçı), Nadir Karakaş, Cihangir Özbek. Fethi Naci’nin ardından... Eleştirisiz ülkenin eleştirmeni Ë Şavkar ALTINEL F ethi Naci “Türkiye’de eleştiri yok” sözünü “eleştirmen yok” anlamında aldığından, edebiyata yarım yüzyıl boyunca emek verip onca yazı ve kitap üretmiş olmasına rağmen “yok” sayıldığını düşünerek, haklı olarak alınırdı. Bir seferinde Yaşar Kemal de yanılıp bu sözü ettiği için bir süre ona bile darıldığını duymuştum. Oysa Fethi Naci’nin önemi tam da eleştirinin olmadığı bir ülkede eleştirmen olmayı becerebilmiş olmasında yatıyor. Coleridge, edebiyatın gerçekte zor bir iş olmadığını, her şeyi aynen gördüğü gibi yazabilen herkesin tarihteki en büyük yazar olabileceğini, ama işte ne yazık ki kimsenin bunu başaramayacağını söyler. Bence eleştiri de zor bir iş değil. Ele aldığı metinleri zevkiyle deneyiminin ışığında değerlendirip iyi mi, kötü mü olduklarını söyleyebilen herkes büyük bir eleştirmen olabilir. Ne yazık ki dünyada bunu yapabilenler hiç yok değilse de, sayıları gerçekte oldukça az; kendi zevk ve deneyimimize güvenmek yerine sürü gibi yaşayıp bir ağızdan aynı sözleri tekrarladığımız (“Türkiye’de eleştiri yok” bile bu sözlerden biri) ülkemizde ise daha da az. Unutulmamalı ki tarihe geçmiş olan her yazarı yaratanlar bir anlamda eleştirmenlerdir. Tolstoy’un büyük bir yazar olduğunu söylemek bugün çok kolay. Hatta öyle kolay ki çoğumuz böyle bir klişeyi ağzımıza almaya utanabiliriz bile. Ama ya Tolstoy’un kim olduğunu kimsenin bilmediği günlerde kendi görüşünden başka hiçbir şeye güvenmeden ilk kez bu değerlendirmeyi yapan adam? Hepimiz yıllardır onun dediklerini tekrarlamaktan başka bir şey yapıyor muyoruz? Fethi Naci yazarları ilk görüp değerlendirenlerdendi. Büyüklüğünün kaynağı bence bu. Onun bu gücünden ben de küçük çapta payımı aldım. Daha hiç kitabım çıkmamışken, dergi sayfalarında gördüğü bir şiirimden o günlerde yazdığı “Eleştiri Günlüğü”nde söz ettiğini bilmiyordum. Askerde olduğumdan yazdıkla rını gözden kaçırmışım. Ama ilk şiir kitabım Kraliçe Viktorya’nın Düşü yayımlandığında yazdığı yazıyı hemen gördüm ve çok sevdim. Aradım, tanıştık ve insanlarla kolay kaynaşan birisi olmamama rağmen, kendisine büyük yakınlık duymam uzun sürmedi. Fethi Naci daha sonradan yayımladığım kitaplar hakkında da her zaman iyi şeyler yazdı, ama onları Kraliçe Viktorya’nın Düşü kadar sevdiğini sanmıyorum. Bense bu sonraki kitaplarımı çok daha fazla önemsiyordum. Başka edebiyatçılar konusunda da aramızda görüş ayrılıkları vardı. O benim fazla hayran olmadığım Turgut Uyar’a değer veriyor, ben de onun o kadar sevmediği Edip Cansever’in yalnız Türk değil dünya şiirinin de devlerinden olduğunu inanıyordum. Ama bütün bunların sonuçta bir önemi yoktu; edebiyat konusunda, başka kimsenin ne düşündüğüne aldırmadan, kendi değerlendirmelerini yapabildiği için Fethi Naci’ye hayrandım. Ona duyduğum hayranlık, saygı ve sevginin başka bir kaynağı da çok sevdiği kızı Deniz’in ölümü karşısında yıkılmayıp yaşamaya devam edebilmiş olmasıydı. Bu konuyu ona elbette hiçbir zaman açmadım, ama böylesine büyük bir yükün altında ezilmeden, şikâyet etmeden, kimseye bir şey söylemeden ilerleyebilmesi gözümde onu yücelten bir şeydi. Onun beni neden sevdiğini ise bilmiyorum, ama sevgisinden her zaman emin oldum. Çiçek Pasajı’nda cuma günleri arkadaşlarıyla toplanıp içtiği lokantaya ilk defa uğradığımda hemen kalkıp beni kucaklamış, sonra da yanına baş köşeye oturtmuştu. Sofradakilerin, kim olduğundan habersiz oldukları bu “onur konuğuna” hayretle bakmaları hâlâ aklımda. Kalabalık gruplardan elimden geldiğince uzak durduğumdan Çiçek Pasajı’na yalnızca bir defa daha gittim. Daha çok, Gerçek Yayınevi’nin Tünel’deki ofisinde ve Fethi Naci’nin Cihangir’de Martı Apartmanı’ndaki dairesinde buluşuyorduk. Ama içki tabii bu mekânlarda da gündeme geliyordu. Fethi Naci’yi, edebiyattan konuşurken olduğu kadar, “Birer bira içeriz, değil mi?” ya da “Viski var, vereyim mi?” derken de hatırlıyorum. Son defa buluştuğumuzda beni Martı Apartmanı’nın önünde karşılaşmıştı. Her zaman olduğu gibi çok şıktı. Birlikte Cihangir’in sarp merdivenlerinden çıkıp eşi Lale’nin işlettiği kafede birer viski içtik. Ardından, Fethi Naci, kitaplığını küçültmek istediğini söyleyerek beni tekrar Martı Apartmanı’na götürdü ve istediğim kadar kitap alabileceğimi söyledi. Çekine çekine bir iki bir şey aldım. “Az alıyorsun ama,” diye çıkıştı; sonra, sevindirici bir haber almış gibi yüzü aydınlandı ve ağzından o tipik cümlelerinden biri döküldü: “Nefis bir mandalin likörü var, ister misin?” Kısa bir süre sonra hastalandığını duydum. Aynı hastalığa yakalanan başka kimselerle deneyimim olduğundan, kendisinin de, eşinin de onu hasta olarak görmemi istemeyebilecekleri endişesiyle bir daha ziyaretine gidemedim. Sonra kulağıma sandığım kadar hasta olmayabileceğini ima eden bir şeyler çalındı; bundan sonraki Türkiye ziyaretimde cesaretimi toplayıp gitmeye karar verdim. Ama ben Türkiye’ye gidemeden Türkiye’den, onun hakkında alabileceğim son haber geldi. Son yıllarda, çok geçmeden böyle bir yazı yazmam gerekebileceğini düşünmeye başlamıştım. Bunun bana acı vereceğini bildiğimden, “Belli olmaz, belki de o zamana kadar ben ortada olmam” diye kendimi avutuyordum. Ama şu anda bunları yazarken içimde yalnız acı değil, aynı zamanda bambaşka bir duygu, Fethi Naci’yi tanımış olmanın aydınlık mutluluğu var. Onu şimdi, eleştiri alanındaki iki büyük dengi olan Ataç ve Tanpınar’la bir masada oturmuş olarak düşünüyorum. Onlara edebiyatın ne olup ne olmadığını anlatıyor, beğenmediği görüşlerini “Haydi, canım!” diye geri püskürtüyor, ünlü kahkahalarını savuruyor, arada bir de, “Ne biçim adamlarsınız, yahu! Ne kadar az içiyorsunuz!” diye söyleniyordur. Bir gün ben de oralarda olduğumda acaba çağırıp gene yanına oturtur mu? ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 964
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle