27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Değinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN Öyküde yeni bir ses: L. Gülden Treske Ü lkemizde İSBN numarası alan kaç yayınevi var? TC Kültür ve Turizm Bakanlığı kaynaklarına göre bu sayı 8000’e yaklaşıyormuş. Bunların hepsi belli bir yayıncılık siyasetine göre mi yayın yapıyor? Basımevi görevi yapan yayıncılar dışında kaç gerçek yayınevi gösterilebilir? Yeni bir yazar ya da ozan yetiştiren yayınevi var mı? Kimi zaman ödül kazanmak bile kitap yayınlatmaya yetmiyor. Yayınevi herhangi bir kitabın ne kadar satacağını bilmek istiyor. Yeni bir yazar yetiştirip onun tutunmasını sağlamak emek isteyen bir çalışmadır. Bir başka yayınevi o yetişen yazarı kendine kazanmanın yollarını arar. Bu türlü davranışlar da yayıncılar arasındaki dengeyi bozar. Daha önemlisi, giderek, Anadolu’daki kitapçılar azalmaya başladı. “Korsan Kitap” satışları bir türlü önlenemedi. Bu durum yayıncıların işini daha da zorlaştırıyor. Gene de iyi kitabın kokusunu alan bir yayın danışmanı, adı yeni duyulan bir yazarı korumasına alıyor, bir de bakıyorsunuz, edebiyatta iz bırakacak yeni bir kitap gün ışığına çıkabiliyor. YENİ BİR SES Bilmem, L. Gülden Treske’nin öyküler toplamını böyle bir bakışla değerlendirmek, edebiyatımızdaki bu yeni sese ilgi çekmek, alışılmış anlayışı değiştirecek mi? (SİNEMADAN ÇIKANLARA ÖYKÜLER, Çitlenbik Yayınları, 2008). L. Gülden Treske’nin 12 öyküsünü içeren bu kitabı; yaşamaya kadın duyarlığıyla bakmanın, nesnelerin ötesindeki bilinmezliği sezmenin özel bir birikim işi olduğunu gösteriyor. L. Gülden Treske felsefe eğitimi de gören bir mimar. Dağınık gibi görünen öykülerinde gizli bir denge var. O denge dili iyi kullanmasından geliyor. Bir sazın rüzgâra boyun eğmeden, suya kapılmadan yaşamaya direnmesi kolay değil. Gecekondu koşullarında, kuşaklar arası anlayış ayrımı içinde yaşamak, umut veren insanların dengesini bozuyor. (Su Boyunda Sazlar, Yusuflar, Yunuslar, Şehmuzlar). Kadın o dengeyi koruyabiliyor mu? “Annesinin çizgi dolu yüzü daha bir çizgilendi, sessiz sesi daha bir sessizleşti” diyor L. Gülden Treske. Demek ki “sabrı denemek” yeterli değil. Bir çocuğun suskunluğunda ellerin diliydi yazgısını anlatan: “Eli şakağında, eli eli üstünde, elleri bir yumruk gibi sıkılı kaldı. Ağzını bıçak açmadı. Gözlerini herkesten kaçırdı.” Kaykaycı çocukla gazetesini okuyan yaşlı adamın bir parkın sırasında oturuşu, kaykayla bastonun yanyana uyumlu duruşu iyi de; uhu koklayan kent çocuklarının ölüme bırakılışı kötü (Geleceğin Dansı ve Yokoluşlar). L. Gülden Treske, çocuktaki devinim ile adamın oturuşu arasındaki çelişkiyi belirtiyor: “Kaykayın üzerinde giderken bir yanSAYFA 22 dan da elindeki teneke kola kutusunu ritmik bir hareketle âdeta dans edercesine bir elinden diğerine geçiriyordu.” “Adam başında şapkası, düzgün kıyafeti ile bacak bacak üstüne atmış gazete okuyordu.” “Çocuk, kaykay, baston, adam yan yana dizilmiş oturdular,” Bir Kırkağaç kavununun tanıklığında, piçine katlanamayan hoyrat kocanın karısını bıçaklaması (Seçmece Bunlar). L. Gülden Treske kavunun tanıklığıyla piç oğlana bakıyor: “Çocuğun ayakları sedirin önünden geçiyor. Yumuşak, küçük, kirli, mutsuz ve itaatkâr.” L. Gülden Treske, söz yinelemeleriyle, bir “kanon” dinler gibi, ev içi dağınıklığını anlatır: “Oyunun ve kahkahanın olmadığı bir evde çocuk olmak ne kadar zor onu düşünüyorum. Oyunun ve kahkahanın olmadığı bir evde kavun olmak, su olmak, sedir olmak ne kadar zor onu düşünüyorum.” Kavunun tanıklığında “Peynir, rakı ve... ‘kavun da güzel çıktı’ sohbeti” de var. L. Gülden Treske sözü şöyle bağlar: “Kırkağaç kavunu en zor durumlarda bile mizah gücünü yitirmeyen bir kavundur.” YİNELENEN SÖZLERİN YANKISI Bu söz yinelemeleri Gülden Treske’de anlatı özelliği haline gelmiş: “Oda kirli bir kül tablası gibi kokuyordu. Kirli bir kül tablası gibi kokan odada eşyalar kahverengiydi. Kirli bir kül tablası gibi kokan odada bir sürü saksı çiçeği vardı. Kirli bir kül tablası gibi kokan odada insanlar ve değişik değişik kimi eski kimi yeni saksılarda çiçekler bir arada... Yaşıyorlardı.” (Kirli). Bir de “Seni seviyorum” sözünü söyleyememek var. Kısa film çekimleri yapan bir topluluk kahveye çekilip çay simitle açlıklarını bastırırken oyunculardan Salih’in “Seni seviyorum” diyemeyişine çözüm ararlar. Çözümü “iç ses”i kullanmakta bulurlar: “İç ses ‘seni seviyorum’ diyecekti.” (Tanık). “Seni seviyorum” demek kolaylığından; dolaylı bir söze, bir bakışa, bir duruşa anlam kazandırmanın gücüne inanmalı. Ama Gülden Treske umutsuz görünüyor. Öykünün odak noktası, “okul dışı zamanlarda kahvede çalışan”, “her şeyi merak etmekte, sevmekte, istemekte” olan Zeki adında bir çocuktur. Onun yolunu çizmekteki umutsuzluğunu Gülden Treske şöyle anlatır: “Bu hikayede (çocuk) birbirinden çok farklı, ama bir şehir yaşantısında adeta birbirinin içine geçmiş, yan yana ama birbirine yabancı, bazan birbirine seyirci, bazan birbirine acımasız bir sürü yaşantının farklı dünyanın ortasında, hatta kesişme noktasında yer almaktadır. Bu kesişme noktasını aşıp, kendine hangi yolu çizecektir? Ya da çizebilecek midir?.. Ya da böyle bir şey var mıdır, yolunu çizmek diye?” KADININ İÇ GERÇEKLERİ Öykücü, pembe pantolonlu bir kızı bir pastanenin arka masalarından birine, yakışıklı bir oğlanın yanına oturtur. Ama düşlem gücümüzdeki gerçekle yaşamanın gerçeği birbiriyle örtüşmüyor. Pembe pantolonlu kız, öykücü kadının kafasındaki kız mıdır? “Pembe pantolonlu kız isyan etti, masadan kalktı: ‘Bu senin kafandaki ben, buna uymak zorunda değilim’ diye bağırdı. Kadın: ‘Hepimiz birilerinin kafasında bize biçilen hayatları yaşarız’ dedi” (Ne Kadınlar Vardı Zaten Yoktular). Pembe pantolonlu kız “daha önce hiç kimsenin gitmediği bir yere gidiyor olmak istiyordu”. Ama “yol; zor, uzun ve yalnızdı.” “Otobüsün ilk durduğu yerde kendini kalabalığın içine bıraktı.” L. Gülden Treske, gene “kanon” gibi yankılanan sözlerle bakıyor kızın ardından: “Aynaları hiçbir şey yansıtmayan otobüs uzaklaştı, Aynaları hiçbir şey yansıtmayan otobüsün gittiği ve ancak gidenin bildiği yere doğru baktı.” Bir insanı neden severiz? Sonra neden bırakırız? Suçsuz bir davranışın bir yıkıma yol açtığını neden anlayamayız? Zaman kayar. Dar gelen kırmızı çocuk giysisinin anısı yer değiştirir. Yeni bir kırmızı giysinin anısı yoktur. Anısı olmayan sevi ilişkileri anlamını yitirir. Adamın “Seni seviyorum” demesi kolaydır. “Bu yüzden gitmeliyim” der kadın (Hüzünlü Bir Aşk Hikâyesi). Cinselliğini ilk anladığı, ama gizlemeye çalıştığı yeniyetmelikten, memesindeki urun ayrımına vardığı yitik zamana doğru bir kadının ruh dokusunda oluşan yıkımları anlatmanın ustasıdır L. Gülden Treske (Saat On Bir). “İçimde başka bir güç, aynı bir kalenin içeriden işgali gibi sessiz bir savaşla hücrelerimi ele geçiriyor, genişledikçe genişliyor ve ben bunu durduramıyorum.” “Ne aradığını bilmeyen aradığını bulamaz” denmiştir. Ama L. Gülden Treske’nin kadınları , kendinde de, başkalarında da yanlış aramaya çalışıyor. Küçük mutluluklarla yetinmenin ayrımına varamıyor: “Geçmişin yanlışları, geleceğin korkuları ile uğraşıp duracağız. Bu arada masadaki kırıntıların, üzerlerine vuran güneşle nasıl mutlu ısınıp gevrediğini fark etmeyeceğiz” (Ne İstediğini Bildiğini Bilmediğin Zamanlar). L. Gülden Treske, saçları okşanmayan kadınların katı duyarlıklarının ayrımındadır. Onlar bir zamanlar istediklerini elde etmiş görünürlerdi. Öykücü, o uzak yalnızlıktaki “anne”yi iyi tanıyor: “Anne, yılların sessiz birikimi ile dolu, saçları okşanmayan kadınların kavga çıkarmaya uğraşan sesi ile konuşuyordu” (Ne İstemediğini Bildiğin Zamanlar). Kitabın arka kapağında Talat Sait Halman’ın tanıtım yazısı var. Oradan bir bölüm alıp bu yeni sesi tanımaya çalışalım: “L. Gülden Treske, öykücülüğümüzde taze bir ses... Anlatı sanatına özgür boyutlar ve özlü bir güç getiriyor. ‘Sinemadan Çıkanlara Öyküler’ dramatik yaşantılara girmek isteyenler için yaratılmış gibi. Az sözle özleri bulup sunmak ve her seferinde okuru sarsarcasına büyülemek, bu derlemenin büyük başarısı.” Demek ki öykü dergilerinin deneyiminden geçmeden kişiliğini kanıtlayan bu yeni sesi duymada yalnız değilim. İLGİSİZ İKİ DİPNOT BİR: L. Gülden Treske tanıtılırken: “Evli, bir oğlu, iki kedisi var” deniliyor. Bilirsiniz, Kemal Burkay kedisiz olmanın yalnızlığı içindeydi: “Tut ki karnım acıktı, anneme küstüm Tüm şehir bana küstü Bir kedim bile yok anlıyor musun?” Bizim de iki kedimiz vardı. Kristina 21 yıllık arkadaşımızdı. Geçen gün sessizce ölüverdi. Onu bahçemizin dip köşesine gömdük. “21 yıl” kaç kedi yaşı eder? Kedilerin dilini de bilen Deniz Kavukçuoğlu’ya dert yanıyordum. Kristina insanı anlayan yaşlı bir hanımefendiydi. Yaşamanın anlamı biraz daha belirsizleşti. İKİ Karaman’ın ilçesi Ermenek’te M Tipi Cezaevi A9’da, yitik bir zamanı bulmaya çalışan Atilla Kaya için yaşamanın anlamı nedir? Felsefeye, dilbilime, göstergebilime meraklı olan bu “içerdeki insan”, “Gerçeğin Yerine” neyin geçerli olacağını sezmeliydi. Yeter ki “iç ses”in toplumda bile yankı bulabileceğine inansın: “Hiçbir şiir kalabalıklara seslenemez. Kendi üzerinde, kendi olgusunda duyuşsal bir birliktelik oluşturur” diyerek umutsuzluğa düşmesin. Ermenek Cezaevi’nin bir kütüphanesi yok mu? Kitapları yeterli değil mi? Milli Kütüphane Başkanı Tuncel Acar dostumuza yetkililerin sesi ulaşamaz mı? İyikötü beni okuyanların “İçerdeki insan”ı kitabın kurtaracağını bilmesi gerekmez mi? ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11 236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 966
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle